Bir demokrasi sınırlandırılabilir mi? Kuşkusuz sınırlandırılabilir. Uluslararası hukuk metinlerine göre, kamu düzeni bozulmuşsa; sel, deprem, kuraklık gibi olağanüstü haller vuku bulmuşsa; demokratik ortamı sabote etme kapasitesi kazanan anti-demokratik hareketler söz konusu ise; toplumsal yararı ortadan kaldırmaya yönelik şiddet uygulanıyorsa… demokrasinin sınırlandırılması gerekli ve zorunlu olabilir. Zaten siyasal literatür de, demokrasinin sınırlandırılmasını meşru gösteren izahlarla doludur.
Militan demokrasi kavramını ilk ortaya atan kişi olarak bilinen Alman hukukçu Karl Loewenstein, “tam da demokrasinin temellerini muhafaza etmek adına bu temelleri kısıtlamaktan çekinilmemelidir” der. Karl Popper, demokrasinin hoşgörü adına hoşgörüsüzlüğe müsamaha gösteremeyeceğini ifade eder. John Rawls, “insanlar birileri çıkıp da onların varoluşunun temelini dinamitlerken öylece seyredemezler” diye yazmıştır.
Ancak sınırlandırmanın da ilkeli bir çerçeveye ihtiyacı var. Aksi halde anti-demokratlarla yarardan çok zarar getiren bir tarzda savaşmış oluruz. Ama bu sınır öyle sanıldığı kadar kolay ve tanımlanmış değildir. O yüzden Thomas Christiano, demokrasinin ne zaman sınırlandırılabileceğine şu yanıtı verir:
“Siyasal haklara haksız sınırlamaları saptamanın yolu, kuralların o hakkın koruduğu temel ya da ana çıkarların yurttaşlar tarafından ileri taşınmasını sınırlayıp sınırlamadığına bakmaktır.”
Sınırlandırma için üç ilke
Bence en ideal çerçeve Alexander S. Kirshner’in Militan Demokrasi kitabında önerdiği çerçevedir. Kirshner, demokrasinin sınırlandırılması için üç ilke öneriyor.
Katılım ilkesi: Anti-demokratlar da dahil herkesin demokratik karar alma mekanizmalarına eşit katılım hakkı vardır. Bir kişi veya grup sırf anti-demokratik olduğu için katılım hakkından mahrum tutulamaz.
Demokrasi eşit hak tanır. O yüzden eşitliğe makullük kriteri (kimin hak kullanabileceği gibi) getiremeyiz. O yüzden makul olmayanları (anti-demokratlar) özgürlüklerinden mahrum bırakamayız.
Sınırlı müdahale: Devletlerin siyasal katılımı sınırlamalarının ne zaman meşru olacağını belirler. Dışlayıcı politikalar ya da kurallar ancak anti-demokratları başkalarının haklarını ihlâl etmekten alıkoymak için kullanılabilir. Katılımı kısıtlamak, demokrasi karşıtları anti-demokratik amaçlar peşinde koştuklarında değil, hedeflerine ulaşmaları muhtemel olduğunda uygulanmalıdır.
Demokratik sorumluluk: Müdahale oluştuğunda meydana gelen zarar kaldırılabilir mi kaldırılamaz mı sorusunun yanıtını verir.
Düzenleyici arka plan kurumları
Alexander S. Kirshner demokrasiyi anti-demokratlara karşı savunmak için de, incelikli düzenleyiciler olarak arkaplan kurumları yolunu önerir. Kirshner’e göre, temsiliyetçi hükümete yönelik kapsamlı bir tehdit söz konusu ise demokratik prosedürlerin meşruiyetinden kaçınılabilir.
Kirshner anti-demokratlar için geliştirilecek demokrasi stratejisinde ise, oyunun kurallarına uyulması şartıyla anti-demokratlara faaliyet izni verilebileceğini söylüyor:
“Kısıtlayıcı önlemleri anti-demokratların demokrasi oyununun kurallarını kabul etmesi şartına bağlayarak anti-demokratların meydan okumalarını kabul edebiliriz. Eğer Amerikan İç Savaşında Güneylilere seçilme sınırlamaları getirilmeseydi demokrasi ortadan kaldırılabilirdi.”
Ancak Kirshner’in çok önemli bulduğum bir uyarısı var. “Demokrasiyi başarıyla savunmak,” diyor Kirshner, “anti-demokratları dize getirmeye değil siyasal topluluğa yeniden dahil etmeye bağlıdır.”
Yargı denetimi ve demokrasi gerilimi
Demokrasinin sınırlandırılmasında bir seçenek olarak hep yargı denetimi devreye sokulur. Bu durumda da yargı denetimi ile demokrasinin sınırları arasında bir gerginlik oluşur. Peki bu gerginliğe bir sınır getirilebilir mi? Alexander S. Kirshner yargı denetiminin sınırının demokratik otorite olduğunu vurguluyor. Ronald Dworkin, Özgürlük Yasaları kitabında, yargı denetiminin ortaklık demokrasisinin koşullarını muhafaza etmesi halinde meşru olabileceğini söylüyor. Ancak tüm hukukçu ve siyaset bilimcilerde ortak nokta şu: Şiddet varsa, bir başkasının veya grubun hakları ihlal ediliyorsa veya kendisini ifade etmesi şiddet ve korkuyla engelleniyorsa, demokratik düzeni ortadan kaldıracak yakın tehlike oluşmuşsa… yargı denetimi kaçınılmaz bir hale gelir. Amaç farklılıkların birbirini ortadan kaldırmaya yönelmediği çokluğun müzakere ortamını sağlamak olmalıdır.
Ya bizdeki sınırlandırma!
Ben tüm bu tartışmaları Türkiye özelinde şu sonuca bağlıyorum: Demokratik toplumsal düzenin olmazsa olmazı olan polis, ordu, yargı, eğitim gibi kamu kurumları FETÖ tarafından çökertilme sınırına getirildiği, bu kurumlarda örgütlenen unsurlar millet iradesini ortadan kaldırmaya yöneldiği için, Türkiye bir istisna haliyle karşı karşıyaydı. Buna rağmen hükümet, olağanüstü hali gerekçe göstererek demokrasiyi askıya almak yerine, sadece demokrasinin sınırlandırılması uygulamasına yöneldi.
Bu tercih doğru ve gerekli bir karardı. Ancak sınırlandırmaya da bir kriter getirilmelidir. Getirilen sınırlandırma demokratik bir toplumsal yapının gerekliliklerine ve özelliklerine aykırılık taşımamalıdır. Demokratik düzeni yeniden işler hale getirme ve derinleştirme, temel amaç olmalıdır. Kesinlikle bir siyasi yarar için araçsallaştırılmamalıdır. Ama bu kriterler, demokratik düzeni ortadan kaldıracak yapı ve organizasyonlara “yine yeşillenecek fındık dalları” diyerek meşruiyet kazandıran gazetecilere iade-i itibar sağlama amaçlı da yorumlanmamalıdır.
Bir sonraki yazımda, bu metinde özetlediğim teorik girizgâh eşliğinde, hoşgörü ve zararlı katılım ana fikri altında HDP’yi tartışacağım.