Demokratik ülkelerin objektif kabul edilen saygın gazeteleri son dönemde öylesine sübjektif haber, analiz ve değerlendirmeler yayımlıyor ki insan “bugüne kadar hep böyleydi de ben mi fark etmemişim” diye soruyor kendi kendine. Böyleydi olasılıkla ama demokratik ülkelerin toprak bütünlüğüne yönelik girişimlerin -silahlı olanlar dâhil- gerçek dışı haberlerle bu kadar destek gördüğü bir dönemi en azından iki kutuplu dünyanın tarihe karışmasından bu yana ben şahsen hatırlamıyorum.
Kuşku yok ki Soğuk Savaş ve ardından yumuşayan iki bloklu dünyada medyalar birbirine zıt görüşleri, ideolojik yaklaşımla dezenformasyon yaparak yansıtıyordu. Ama sözünü ettiğim demokratik ülkelerin Le Monde, The Guardian, The New York Times ve El País gibi saygın gazeteleri evrensel demokrasi ilkelerini önceleyerek blok dayanışmasını kırabilen objektif haberler yapıyordu. Saygınlıklarını bir bakıma bu doğrultudaki haber ve değerlendirmelere borçluydular. Söz gelimi Amerikan yönetiminin Şili’deki Pinochet darbesine verdiği desteğin ya da Batı bloğundaki Türkiye’nin ve Amerikan yanlısı Latin Amerika rejimlerinin demokrasi eksikliklerinin eleştirilmesi gibi.
On yılları kapsayan uzunca bir dönemden söz ettiğim için konuyu derinlemesine incelemeden genelleme yapmam doğru olmaz elbette. Ama en azından Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan ve adına “yenidünya düzeni” denilen dönemde sözünü ettiğim medyada ve özellikle izleyebildiğim kadarıyla Le Monde ve El País gazetelerinde dünyadaki siyasi gelişmelere evrensel demokrasi optiğinden bakan benim de paylaştığım somut gerçeklere dayanan analiz ve değerlendirmelerin ön plana çıktığını söyleyebilirim.
Ne var ki 2010’dan sonra ve özellikle son birkaç yıl içinde bu gazetelerde bazen bu köşeden de eleştirdiğim özellikle Türkiye ilgili objektif kaynaklara dayanmayan haberlerin ve bu haberleri esas alan doğruluğu tartışılır, manipülasyon niteliği ağır basan değerlendirmelerin yayımlandığını gözlemliyorum. Ama sadece Türkiye değil aslında, örneğin İspanya ile ilgili olarak da benzer bir gözlem yapmak mümkün. Sübjektivitede ölçü o kadar kaçtı ki başta altını çizdiğim gibi, BM Yasası’nın temel ilkesi olan “ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğünü” hedef alan -silahlı olanlar dâhil- girişimler destek görür hale geldi. Hem de o gazetelerin ülke politikalarında görünürde bir değişiklik olmadığı halde.
Birkaç somut örnek
The New York Times’ın (NYT) 27 Ağustos 2015 tarihli nüshasında yayımlanan “Opinion” köşesinde ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman imzalı ve “ABD’nin Türkiye ile tehlikeli pazarlığı” (America’s Dangerous Bargain With Turkey) başlıklı makaleden:
-“Erdoğan, partisinin Haziran'daki genel seçimde parlamento çoğunluğunu kaybetmesinden bu yana ülkeyi erken seçimlere zorlamaya ve parlamentonun kontrolünü yeniden eline geçirmeye odaklandı.
Bunu yapmak için de Halkların Demokratik Partisi'ni terörist bir cephe gibi göstererek karalamayı ve Milliyetçi Hareket Partisi'nden oy çalmayı umuyor. Mevcut krizi paravan gibi kullanarak Irak'taki PKK militanlarına hava saldırıları, Suriye'deki PYD'ye topçu saldırıları düzenledi. Ayrıca Türkiye'deki Kürtleri hedef alan yeni bir baskı dalgası başladı ki bu da ülkeyi iç savaşa götürme riski taşıyor.
Bu strateji Erdoğan'a belki seçim kazandırabilir. Ama IŞİD'e karşı yürütülen savaşı ciddi şekilde baltalayacaktır. PKK ile PYD arasındaki lojistiği ve iletişimi engelleyerek Türkiye, IŞİD'le savaşan en etkin kara gücü olan Kürtleri zayıflatmaktadır.”
NYT’nin 27 Eylül 2015 tarihli nüshasında yayımlanan Raphael Minder imzalı ve “Ayrılıkçılar Katalunya bölgesel seçimlerinde az farkla çoğunluğa ulaştı” (Separatists in Catalonia Win Narrow Majority in Regional Elections) başlıklı haber analizden:
-“Sonuçlar Mariano Rajoy yönetimindeki İspanyol hükümetinin şiddetli muhalefetine karşın Katalunya’nın bağımsızlığa yönelimini güçlendiriyor. (…) Pazar günkü seçim İspanyol siyasetçileri karşı karşıya getirecek ulusal seçimlerden iki ay önce yapıldı. İki yeni parti (Podemos ve Ciutadans kastediliyor) Rajoy’u yerinden etmekle tehdit ediyor.”
NYT’nin 30 Eylül tarihli nüshasında yayımlanan “ Katalanların bir sonraki adımı” (The Next Move for Catalans) başlıklı başyazısından:
“Katalanlar İskoçya ve Québec’teki ayrılıkçılar gibi bir seçim yapamadılar. İspanyol anayasasında “bölünmez birlik” ilkesi var ve Rajoy bunu kullanarak Katalunya’nın kendi kaderini belirleme hakkıyla ilgili tartışmaları bloke ediyor. (…) Ayrılıkçıların aldığı yüzde 47.9 oy İspanya’dan kopmak için yeterli değil belki ama onlara hiçbir opsiyon bırakmamak da sadece milliyetçi duygularını pekiştirmeye yarar.”
Le Monde’da 20 Eylülde yayımlanan AFP kaynaklı “İstanbul’da Kürt asilerin ‘terörizmine’ karşı dev gösteri” (Manifestation monstre à Istanbul contre le « terrorisme » des rebelles kurdes) başlıklı haberden:
“Dev gösteri, 1 Kasım genel seçimlerinden 6 hafta önce muhafazakâr İslamcı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan lehine bir seçim buluşmasına dönüştü. (…) İki aydır orduyu Kürdistan İşçi Partisi’nin Kürt asileri ile karşı karşıya getiren kanlı çatışmalar devam ediyor. “
Le Monde’un 23 Eylül tarihli nüshasında yayımlanan “Türkiye’de Kürt yanlısı parti Sayın Erdoğan’la hesaplaşıyor” (En Turquie, le parti prokurde règle ses comptes avec M. Erdogan) başlıklı ve Marie Jégo imzalı haber analizden:
“HDP’nin başarısı Recep Tayyip Erdoğan’ın frensiz bir Süper Başkan olma hayalini suya düşürmüştü. Bunun için partisi 367 sandalye kazanmalıydı ama 258’de kaldı. Erdoğan 20 Eylülde Yenikapı’da “terörizmle mücadele” bayrağı altında toplanmış olan yandaşlarına şunları söyledi: ‘1 Kasım yaklaşıyor. Sizlerden son bir çaba daha bekliyoruz. Sizden milli ve yerli 400 değil 550 milletvekili istiyorum. Ne dediğimi anlıyorsunuz değil mi?”
Le Monde’da 28 Eylülde yayınlanan Sandrine Morel’in imzasını ve “Katalunya ayrılmaya doğru yöneliyor mu?” (La Catalogne se dirige-t-elle vers une sécession ?) başlıklı haber analizden:
“27 Eylülde Katalunya’da yapılan bölgesel seçimler (…) bağımsızlıkçıların geniş bir zaferiyle sonuçlandı. (…) Kimilerince olası bir ayrılmanın dayanağı olarak değerlendirilen bu oylama tartışılıyor. Bağımsızlıkçılar sandığın meşruiyetinin anayasal düzeninkinden üstün olduğunu savunuyorlar.
(…) Ama bağımsızlıkçılar sadece sandalyelerin çoğunluğunu kazandılar, oyların değil. Bu nedenle bağımsızlıkçıların geniş zaferi (…) kendi kaderini belirleme oylamasındaki “evet” oylarına tekabül etmiyor.”
Bu örnekler ne anlama geliyor?
Amerikan ve Fransız basınının bu seçkin gazeteleri Türkiye ile ilgili analizlerinde belirgin biçimde daha geçen yıl ilk turda yüzde 52 oyla seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alıyor. Olabilir kuşkusuz ama gazeteler bu duruşlarını pekiştirmek için gerçek dışı haberlere ve Büyükelçi Edelman’ın ABD çıkarları adına Türkiye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşı silah kullanmaya yönelen ve ülkesinin terör örgütleri listesinde yer alan PKK’ya arka çıkan yorumu gibi alışılagelmişin dışındaki değerlendirmelere dayanıyor.
Aslında gerek NYT, gerek Le Monde, terör örgütü olduğu halde “Kürt asiler” ya da Kürdistan İşçi Partisi olarak adlandırmayı yeğlediği PKK ile silahlı çatışmaları başlatanın Erdoğan olduğu, bu şekilde davranarak AK Parti’nin “Süper Başkan” olmasını sağlayacak kadar çok oy almasını hedeflediğini öne sürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık sisteminden yana olduğu belli ama terörü başlatan ve tırmandıranın PKK olduğu da öyle.
Burada örnek olarak iki gazeteyi aldım ama gerek Amerikan, gerek Fransız medyasında bu doğrultuda yayın yapan başka gazeteler de var. Aslında bu tür yayınlar Amerikan ve Fransız medyası ile sınırlı değil. İngiliz, Alman, hatta terörden çok çekmiş olan İspanyol basınında da başta El País’te olmak üzere benzer yayınlara rastlanıyor.
El País, konu milliyetçi Katalanların anayasayı zorlayan bağımsızlık girişimlerine gelince, başta NYT olmak üzere Türkiye’ye karşı aynı doğrultuda yayın yaptığı demokratik ülkelerin medyasından ayrışıyor. Sosyal demokrat bir çizgisi olan El País, Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) gibi Katalunya’nın bağımsızlığına karşı duruyor ve bu tutumunu da yeri geldikçe vurguluyor.
Fark edildiyse özellikle NYT Katalan seçimleriyle ilgili olarak partisi 2011’de salt çoğunluğa ulaşmış olan Rajoy’u ve mevcut iktidarı hedef alıyor. İspanya’da iktidardaki PP dışındaki ulusal siyasi partiler Katalunya’nın anayasaya aykırı bağımsızlık girişimlerine sanki olumlu bakıyormuş gibi. Yeni kurulan Ciutadans ve Podemos Katalunya’nın bağımsızlığından yanaymış gibi. Oysa bunlardan Katalan kökenli Ciutadans Katalunya’nın İspanya’dan ayrılmasına açık şekilde karşı ve son seçimlerde 25 sandalye kazanarak gövde gösterisi yaptı.
Bu gazetelerin Türkiye’ye bakışında da benzer bir pozisyon aldıkları görülüyor. Sanki PKK terörüne karşı olan sadece ve sadece Cumhurbaşkanı ve AK Parti’ymiş gibi. Terörle mücadele bağlamında Türkiye’de 90’ları çağrıştıran Olağanüstü Hal’i öneren ve anayasa çalışmalarında Kürtlerin farklılık haklarına açıkça karşı çıkmış bir parti yokmuş, muhalefet partileri çok daha ileri bir çözümden yanaymış gibi.
Görünen o ki demokratik ülkelerin medyası bugün Türkiye ve İspanya’da iktidar partilerini hedef alırken, Türkiye’de terör örgütü, İspanya’da ayrılıkçı Katalanlardan yana bir tutum izliyor. Her ne kadar Başbakan Rajoy ve partisine yönelik eleştiriler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye yönelik düşmanca yaklaşımla karşılaştırılamayacak ölçüde hafif kalıyorsa da.
Tuhaf olan bir şey daha var aslında: o da Türkiye medyasının Katalan seçimlerini hemen, hemen tümüyle bağımsızlık yanlılarının açısından görmüş olması. Hem de sürekli olarak öyle olmadığını söylediğim halde bölünmeye çanak tuttuğu kimilerince öne sürülen özerklik sistemine dayalı 1978 anayasasına aykırılığı göz önüne alınmadan. Türkiye’de iktidar yanlısı medya bile bu açıdan baktı konuya ne yazık ki.
Demokratik ülkelerin seçkin medyasının burada örnek verdiğim iki konuya yaklaşımı, her zaman olduğu gibi ifade özgürlüğü çerçevesinde dile getirilen aykırı görüşler mi? Öyleyse neden ülke farkı gözetilmeden gazeteciler aynı konulara, hep aynı çerçeveden bakıp aynı sonuçlara varıyor? Bu konularda farklı düşünceler yok mu? O zaman bir manipülasyondan söz edilebilir mi? Neden, hangi amaçla?
Bu kadar uzun yazdığım halde, hâlâ yanıtsız kalan ne kadar çok soru var değil mi?