Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDeniz’in 150 sterlini neden hesabına yatmamıştı?

Deniz’in 150 sterlini neden hesabına yatmamıştı?

Nedense Türkiye’deki din alimleri söz konusu olan devletin ihtiyaçları olduğunda bu ruhsatları vermekte çok bonkörken, aynı genişliği sıradan dindarların modern hayatta karşılaştıkları sorunlar karşısında pek gösteremiyorlar. Sıradan insanların küçük meseleleri karşısında kapattıkları içtihat kapılarını, iktidarın ihtiyaçları söz konusu olduğunda ardına kadar açmakta bir beis görmüyorlar.

Dün Yeni Şafak gazetesi “Örtülü faiz değil, hibe” manşetiyle çıktı.

Manşete çekilen gazetenin ünlü ilahiyatçı yazarı Hayrettin Karaman’ın “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat” ile ilgili verdiği fetvaydı.

Karaman, yazısında “Bazı hocalar, devletin ödemesinin faiz olduğu kanaatindeler. Ben bu kanaatte değilim, ‘devletin ödemesi hibedir’ diyorum” demiş ve daha sonra da başka fıkıh hocalarının konuyla ilgili benzer görüşlerine yer vermiş.

Onlar da özetle Karaman gibi kur farkını devletin ödemesinin faiz değil, hibe olduğunu söylüyor ama bunun klasik bankacılık sistemi üzerinden yapılmasına cevaz vermiyor.

Bunun faiz mi hibe mi olduğu tabii ki en iyi onların bileceği bir mesele.

Ne de olsa bunun bir vebali de var, bu vebali dini bütün bir alimden daha fazla kim dert edebilir?

Zaten sürpriz olmayan fetvalardaki esas dikkat çeken kısım girizgahları.

Mesela Hayrettin Karaman yazısına şöyle başlamış:

“İçeriden ve dışarıdan Erdoğan’ı düşürmeyi dava edinmiş olanların oyunları yüzünden altın ve döviz fiyatları çok hızlı bir şekilde yükselmeye başlayınca o çevreler ellerini ovuşturmaya; bir kısmı iktidar, bir kısmı intikam bir kısmı da sömürü hesapları yapmaya koyuldular. Alınan zamanında ve yerinde tedbir ile fiyatlar normalleşme yoluna girdi. Bu defa da devletin ödemesinin faiz olup olmadığı tartışması ortaya çıktı.”

Doların 18 TL’ye çıkmasını “içeriden ve dışarıdan Erdoğan’ı düşürmeyi dava edinmişlerin oyunları” olarak gören bir alimin fetva verirkenki önceliğinin siyaset mi din mi olduğuyla ilgili herhalde insanlar şüphelenmekte haklı olacaktır.

Yazıda görüşlerine yer verilen Prof. Dr. Faruk Beşer ve Kuveyt Türk’ün danışma kurulu üyesi Mehmet Odabaşı da fetvalarının girişinde siyasi mesajlar vermişler “zaruret” hatırlatması yapmışlar:

Faruk Beşer: “Devlet buna mecbur gözüküyor. Eğer öyleyse, akıllı diyemesek de rasyonel bir çözüm bulmuştur. Devlet adına bir zaruret vardır ve yapılanlara bu yönüyle bakmak gerekir.”

Mehmet Odabaşı: “Mevcut karar bir yangın yerinde acilen alınması gereken bir tedbirdi ve elhamdülillah gördüğümüz kadarıyla başarılı oldu.”

Zaruret hatırlatması kritik. Kuran ve hadislerde zaruri durumlarda haramlar için verilen ruhsatlar için Mecelle’de bir hüküm var: “Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar.”

Bu fıkhi tartışmaya daha fazla girmeyip, sadece bu zaruret ruhsatının geniş ve kıyıcı kullanımıyla ilgili yakın zamanlarda yaşanmış kötü hatıraları hatırlatmakla yetinelim.

Nedense Türkiye’deki din alimleri söz konusu olan devletin ihtiyaçları olduğunda bu ruhsatları vermekte çok bonkörken, aynı genişliği sıradan dindarların modern hayatta karşılaştıkları sorunlar karşısında pek gösteremiyorlar.

Sıradan insanların küçük meseleleri karşısında kapattıkları içtihat kapılarını, iktidarın ihtiyaçları söz konusu olduğunda ardına kadar açmakta bir beis görmüyorlar.

Halbuki, bunun tam tersi bir toplumun daha fazla menfaatine olurdu.

Alimler; kamu görevi yapan, devlet yöneten dindar insanlara sürekli cevaz verip, ellerini rahatlatmak yerine onları her konuda daha titiz olmaya, kılı kırk yarmaya çağırsa, bunun takipçiliğini yapsa belki, devlet için yaptığı uçuşun miliyle kendisine bilet aldığı için istifa eden Alman bakanlara bakıp kıskanmak zorunda kalmazdık.

Çünkü ahlak sadece kitabi bir bilgi değil esas olarak bir pratik.

Kalın ciltli kitapların olduğu bir kütüphanenin önünde oturarak ahlaklı, erdemli ya da kamil insan olunmuyor.

Zor zamanlarda, kritik dönemeçlerde, karar anlarında, sokakta, hayatın içindeki küçük görünen meselelerde ahlak kendini gösteriyor.

Mesela diyelim ki bir ülkede Hazine Müsteşarı’sınız. İki hafta sonra ülkede devalüasyon kararı alınacağını biliyorsunuz. Ama öncesinde yurtdışında okuyan kızınızın harç zamanı gelmiş. Harcını ödemese mezun olamayacak. Böyle bir durumda devalüasyondan önce kızınızın harcını gönderir misiniz, göndermez misiniz?

Burada bir ahlaki sorun olduğunu fark edecek insanların bile pek kalmadığı bu ikilemi 1979 yılında Türkiye’nin Hazine Müsteşarı yaşamış.

Üstelik bu ikilemi yaşayan kişi, öyle dindar, muhafazakar diye bilinen bir isim de değil.

ANAP’ın laik kanadından, yukarıdaki alimlere göre hayatı boyunca işi gücü haram olan faizle, bankalarla olmuş eski Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem.

Peki ne yapmış?

Hatıratından okuyalım:

“1979 yılında Hazine Müsteşarı olduğum dönemde kızım Deniz, Londra’da tahsildeydi. Yıllar sonra bana bir gün “Az daha senin yüzünden Cambridge Üniversitesi’nin ekonomi master programını bitiremiyordum” dedi, sonra da hikayeyi anlattı.

1979 Nisan ayında master programının son taksit okul ücreti olan 150 sterlinin, 30 Nisan 1979 tarihine kadar ödenmesi gerekiyordu. Mezuniyeti temmuz ayında olacak, Ağustos ayında da Citibank Londra’da işine başlayacaktı. Bana bunu Nisan ayında bildirmişti. Ben de ona “Merak etme, göndeririz” demiştim ama para transferi ancak 15 Mayıs’ta üstelik de 80 sterlin olarak gerçekleşmişti. Bunun üzerine okul yönetimi Deniz’e master programının diplomasının verilemeyeceğini bildirmiş. Citibank iş teklifinin de masterlı olmasına bağlı olduğu için işine de başlayamayacaktı. Kızım, Türkiye’de devalüasyon yapıldığı için ücretin gecikmeyle ve eksik olarak ulaştığını, paranın farkının ileride telafi edileceğini anlatmaya çalışmış ama üniversiteyi ikna edememiş. Sonunda babasının Hazine Müsteşarı olduğunu, Mayıs’ın ilk haftasında yüzde 80 oranında bir devalüasyonun yapılacağını bilen sayılı insanlardan biri olduğunu ve spekülasyonları önlemek amacıyla kızının parasını göndermek için kasten devalüasyonu beklediğini anlatmak zorunda kalmış. Bunu etik bir davranış olarak kabul eden üniversite yönetimi ısrarından vazgeçerek özel bir üniversite kararnamesiyle, Deniz’in mezun olmasına izin vermiş. (eksik olan parayı ilerideki Citibank maaşından ödemek şartıyla)”

Muhtemelen yukarıdaki alimlere artık böyle soruları olan siyasetçiler, bürokratlar başvurmuyor.

Anlaşılan onların da böyle incelikli dertleri yok.

Olsaydı, “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat” hesabına fetva yetiştirmek için gösterdikleri heyecanı başka konularda da gösterirlerdi.

Mesela aylarca ihracatı artıracağız, Çin modeli diyerek doları bilerek artırdıklarını söyleyip, sonra da pat diye düşürerek insanların zarar etmelerine neden olmanın dinen hükmüne, mevduat hesabının açıklanacağını önceden bilerek dolar satmış olan varsa bunun büyük bir haram olup olmadığına, irrasyonel kararlarla enflasyonu artırıp halkı zor şartlara mahkum ettirmenin vebaline de bir kaç paragraf değinirlerdi.

Adına laf getirmemek için çocuğunun mezuniyetini yakmayı göze alan, 80 sterlin denkleştiremeyen Deniz’in babası gibi bürokratların pek kalmadığı bir ülke için belki de lüks olurdu bu ahlaki standartları hatırlatmak.

Zaten Deniz’in babasına da kimse böyle yapması gerektiğini hatırlatmamıştı…

- Advertisment -