Askeri darbeden nasıl haberdar oldunuz sorusuna, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bana eniştem söyledi ama başta inanmak istemedim, bunun bir istihbarat zaafı olduğu ne yazık ki ortada” diye cevap vermişti.
Eniştesi Ziya İlgen ise “Bir kardeşimiz telefonla aradı. Beylerbeyi civarında bir askeri hareketlenme olduğunu söyledi. Biraz bekledim, ikinci bir telefon aldım. Askerler tarafından köprünün kapatıldığını söyledi” diye açıklama yaptı.
Aynı soru Başbakan Binali Yıldırım’a soruldu. Yıldırım, “Dolmabahçe ofisinde saat 21:00 gibi çalışmalarımız tamamlandı ve Tuzla’ya hareket ettim. Köprüyü geçtikten sonra köprünün tutulduğunu öğrendim. Yakın korumama bu haber iletildi ve eşten dosttan duydum. İnsiyatif alarak bunun emir-komuta dışında bir olay olduğu kararını aldım” dedi.
Bu açıklamalardan çıkan şu:
Seçimle iktidara gelen hükümetin ve cumhurbaşkanının gücü, devletin kurumlarına yetmiyor. En azından bazılarına, bazı durumlarda yetmiyor.
Cumhurbaşkanı ve başbakan, darbe sokağa indikten sonra darbeden haberdar oluyorlar. Devletin istihbarat kanallarının başbakan ve cumhurbaşkanından bağımsız davrandığını anlıyoruz.
Sıradan insanlar kendi iletişim kanallarını kullanarak darbe girişimini cumhurbaşkanı ve başbakandan daha hızlı haber alıyor ve onlara iletiyor.
Başbakan, darbenin emir-komuta zinciri içinde olup olmadığını kendi tecrübesi ve insiyatifiyle tahmin ediyor. Bu bilgiyi alabileceği hiç bir devlet kurumu ve yetkilisine ulaşamıyor.
23 Temmuz akşamı Başbakan Binali Yıldırım, darbe gecesi yaşananları anlatmak üzere TV’de canlı yayına çıktı. Özetle, o akşama dair anlattıkları şöyle:
“İstihbarat Genelkurmaya aktarmış. Önlem alınamamış. Kuvvet komutanlarının tamamı, genelkurmay başkanımız dahil derdest edilmiş. Herkes düğüne gidiyor. Düğün basılıyor, o komutanlar derdest ediliyor. Garip olacak birçok olay arka arkaya geliyor. (…) Bana neden haber verilmedi? O sorunun cevabını ben de arıyorum. Bizim süreçten haberimiz olmadı. (…) Ben olanları anlatıyorum bunun yorumunu da vatandaş kendisi yapsın.”
Vatandaş olarak yorum yapabiliriz o zaman: Başbakanın, yönettiği devlet kurumları üzerinde yeterli gücü yok.
Cumhurbaşkanı ve başbakanın bir askeri darbe girişiminde halktan başka sığınacak ve güvenecek hiç bir yeri yok.
Her ikisi de bunu halk önünde açıklamaktan çekinmiyor.
Bu dürüstlük ve açıklık, önümüzü açacak bir potansiyel barındırıyor.
Aynı zamanda, çok açık bir yönetim zaafı görüyoruz.
Çok önemli bir yol ayrımındayız.
Bu zaafı nasıl kapatacağız? Bu potansiyeli nasıl kullanacağız?
Yaşananları bir daha yaşamamak için hangi yoldan yürüyeceğiz?
İlk akla gelen, geleneksel yol.
Eminim bu konuda çok parlak öneriler geliyordur.
“Daha dikkatli seçimler yapmak; sadakatinden şüphe duyulmayan, partiye yakın, güvenilir insanları işe almak. Doğru insanları doğru yerlere yerleştirmek, bunları bir üst istihbarat örgütüyle denetlemek. Daha güçlü kontrol, daha güçlü ve sadık istihbarat örgütü…”
Bu “parlak” fikirlerin arkasından, gelecekte kimin tarafına döneceği belli olmayan bu yapıyı güçlendirmekten yana giderseniz, bir gün yine halkı meydanlara çağırmaktan başka çareniz kalmaz.
Bu yoldan gitmek, “soğuk canavarların en soğuğunu” güçlendirmek, otorite balyozunu yine bu gizli yapının eline vermek demektir.
İkinci yol ise tek kelime: Açıklık.
Öncelikli sorun, yönetim erkinin sadece ve sadece meydanlara inen halkın içinde, saçınmış ve dağılmış bir güç olarak bulunması için, sistemi yeniden yapılandırmaktır.
Devlet aygıtı, hiç bir suçu olmayan vatandaşlar üzerinde, bir daha asla şiddet ve terör uygulayamayacak şekilde yeniden yapılanmalıdır.
Devlet, sivil denetime açık, şeffaf ve hesap veren bir yapıya kavuşmalıdır. Halk her istediği anda devletin her türlü kurumunun işleyişi, uygulamaları, atamaları, işe alım prosedürleri hakkında bilgi alabilmelidir.
Sakın çok gizli devlet sırları ve güvenliği demeyin! Kimlere teslim edildiğini gördük. Açıklık hiçbir zaman bu gizlilikten daha büyük tehlike ve ihanet yaratmaz.
Devlet, ayrıcalıksız insanların, hiç bir yapılanmaya, hiç bir tarafa, hiç bir partiye yakınlık göstermeden, sadece performanslarıyla, kendileri gibi davranarak yer alabileceği, yükselebileceği bir yapıya kavuşmak zorundadır.
Devlet, bu toplumun en parlak insanlarının çalışmak istediği bir cazibe merkezi olmak için uğraşmalıdır.
Personel alırken birbirine benzeyen insanlar değil, tam aksine birbirine hiç benzemeyen insanlar seçilmelidir. Devleti, içinde çete barındıran, çete üreten bir yapı olmaktan çıkaracak en önemli şey budur. Temel kriterler, sadakat, güven ve biat değil performans olmalıdır.
Öneri listesi uzar gider. Temel felsefeyi somutlayacak bir kaç alanla yetiniyorum. Gerekirse, tüm alanlarda, bu önerilerin devamını yazarız. Bunun için her türlü bilgi birikimi ve deneyime sahibiz.
Şimdilik bu yol ayrımında, bugüne kadar tutulan yolların sonucunda buraya geldiğimizi, aynı yollardan yürürsek başımıza aynı şeylerin geleceğini kabul edelim, yeter.
Yaşananlar, açıklıktan, şeffaflıktan, her bilgiyi halkla paylaşmaktan ve insanların hayatını etkileyen kararları insanlara sorarak almaktan başka yürünecek yol olmadığını gösteriyor.
Madem devlet ve aygıtları hayatımız tehlikeye girdiğinde bizi koruyamıyor; o zaman bırakın, devleti bizi koruyacak hale getirmek için biz yapılandıralım.
Büyüterek ve güçlendirerek değil, küçülterek, halka açarak, hesap verecek hale getirerek.
Bu, hem varlığınızı sürdürmek için bir zorunluluk, hem gelecek kuşaklar için bir görev, hem de meydanlara inen ve sizi koruyan halka karşı borcunuzdur.