Din, inananlara göre hakikatin ve kurtuluşun yegane rehberi, inanmayanlara göre ise metafiziksel bir yanılsamadır. İster “hakikat ölçütü”, ister “yanılsama” olarak kabul edilsin, dinin hem bireylerin kendilerini tanımlamada hem de toplumsal ve siyasal yaşamın şekillenmesinde önemli bir işlev gördüğü tarihsel bir realitedir.
Bireylerin bu derece önem atfettikleri bir değere serbestçe inanma, inanmama ve inandığı gibi yaşama haklarına sahip olmaları doğaldır. Din özgürlüğü, bu minvalde bireylerin sadece insan olmaları hasebiyle sahip oldukları evrensel haklardan biridir. Diğer yandan, din ile özgürlüğü bir araya getirmekte zorlananlar vardır.
Ancak, burada söz konusu olan dinlerin özgürlüklere yer verip vermedikleri değildir. Nasıl ki, ifade edilen görüşlerin içeriklerinden bağımsız olarak bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduklarını iddia ediyorsak, dinlerin özgürlük karşısındaki konumlarından bağımsız olarak da bireylerin belli ölçüler içerisinde din ve inanç özgürlüğüne sahip olduklarının kabul edilmesi gerekir.
Hatırlayacağımız üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Leyla Şahin davasını, üniversitelerdeki başörtüsü yasağının insan hakları ihlali oluşturmadığı kararıyla sonuçlandırması ülkemizde büyük bir yankı uyandırmıştı. Aynı tarihlerde Human Rights Watch (HRW) da bir rapor yayınlayarak, aynı yasağın kabul edilemez bir hak ihlali yarattığını savunmuştu.
AİHM kararıyla HRW raporu arasındaki çelişkinin özü şuydu aslında: AİHM de, HRW da başörtüsü konusunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi kapsamında ele alınmasında hemfikirdi. Her iki kurum da bu maddenin, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alan ilk fıkrasını esas alıyordu.
Bu kertede iki kurum arasındaki görüş ihtilafının sebebi ise, yine 9. maddenin temel özgürlüklerin kısıtlanabileceği durumlara ilişkin ikinci fıkrasının yorumuydu: Yani zorunlu bir dini vecibe olarak sunulan ya da algılanan böylesi bir ‘sembolü’ takmanın onu takmamayı tercih edenlerin üzerinde yapacağı etkinin dikkate alınması gerektiği.
Bu fıkra, düşünce ve din özgürlüğünün kamu güvenliği, kamu düzeni ve başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma adına sınırlandırılabileceğine hükmediyor. AİHM bu fıkraya dayanarak, üniversitelerdeki başörtüsü yasağını meşru bir özgürlük kısıtlaması olarak yorumladı. HRW ise başörtüsü takmanın kamu düzenini bozmadığı gibi, başkalarının hak ve özgürlüklerini de tehdit altına almadığını belirtiyor.
Öncelikle şunun altına çizmem gerekli: Bir dini sembolün onu kullananlar açısından “zorunlu” olarak addedilmesinden daha normal-doğal bir şey olamaz. Özellikle bu sembol, onu üzerinde taşıyan bazı kişiler tarafından öğrenim hayatlarına mal olacak kadar önemli görülüyorsa, bu sembolün “zorunlu bir dini vazife” olarak sunulması veya algılanması anlaşılabilir durumdur. Burada, böyle bir sunuş veya algılamanın başkaları üzerinde nasıl bir baskı oluşturabileceğinin araştırılması gerekir.