Hükümet ülkedeki bütün olumsuzlukların kaynağı olarak “Dış Güçler”i gösteriyor. Bence de öyle. Fakat madem durum buysa neden kimse bir şey yapmıyor?
Eğer evimizin camına her gün taş atılıyorsa, yapmamız gereken bu taşı kimin attığını tespit edip onunla konuşmaktır, öyle değil mi? İşte ben de tam olarak bunu yaptım. Dün öğleden sonra tek başıma inisiyatif alıp dış güçlerle konuştum.
Elbette bu görüşmeyi ayarlamak kolay olmadı. Önce dış güçlerin ilgisini çekebilecek bir proje yazdım. “Türkiye Üzerinde Oynanabilecek Oyunlar” isimli çalışmamı power pointte sunum haline getirdim ve internette paylaştım. Projem ilgilerini çekmiş olacak ki hemen iletişime geçtiler.
Dış güçlerle Taksim Meydanı’na bakan bir otelin lobisinde bir araya geldik. Bir İngiliz, bir Amerikan ve bir Fransız gelmişti. “Ben de Temel oluyorum herhalde” diyerek ortamı ısıtmak istedim. Oldukça iyi bir şakaydı ama gülmediler.
Garson gelip ne alacağımızı sordu. İngiliz dış güç, garsona Alevi mi Sünni mi olduğunu sorunca müdahale ettim.
“Hocam iki dakika durun rica ediyorum,” dedim, “daha çay söylemedik, hemen nifak tohumları ekmeye çalışıyorsunuz.”
Alışkanlıkla böyle yaptığını söyleyerek özür diledikten sonra konuya girdik.
Projemi çok beğendiklerini, bunun için ne kadar bütçe istediğimi sordular. Laf olsun diye 100.000 Euro dedim. İngiliz hemen çantasına uzandı ama elini tutarak onu durdurdum. “Ben milli bir insanım beyefendi” dedim. “1 milyon Euro da verseniz ülkeme yanlış yapmam.”
“5 milyon?” diye sordu.
Bir an kalakaldım.
“Son çıkacağınız rakam ne olur” diye sordum.
Birbirlerine bakıp gözleriyle anlaştılar. “Projeniz çok güzel, 10 milyon Euro’ya çıkabiliriz” dedi.
“Kusura bakmayın ama,” dedim, “ülkem aleyhine bir şey yapmam.”
O zaman neden bu projeyi hazırladığımı, neden bu buluşmayı yaptığımızı sordular.
“Hep siz mi oyun oynayacaksınız,” dedim, “ben de size oyun oynadım.”
Onlar şaşkınlık ve hayranlık dolu gözlerle bana bakarken kendileriyle görüşebilmek için böyle bir plan yaptığımı anlattım. Öte yandan verdikleri paraların çok fazla olduğunu da dürüstçe ifade ettim.
“Hocam kimlerle çalışıyorsunuz bilmiyorum ama bu verdiğiniz paralar yüksek, çok daha azına halledilebilir bu işler,” dedim. “Kazık yiyorsunuz.”
“Adam doğru söylüyor” der gibi birbirlerine baktılar. Sonra onlara en can alıcı soruyu sordum:
“Bütün dünya ekonomileri birbirine entegre olmuş durumda. Türkiye mahvolsa Avrupa’nın ekonomisi de bundan zarar görmez mi? Niye bizle bu kadar uğraşıyorsunuz?”
Birbirlerine baktılar. “Hiç böyle düşünmemiştik” dediler. Üçünün de gözleri dolmuştu.
“O zaman gelin helalleşelim,” dedim.
Hep beraber ayağa kalktık.
“Hakkınızı helal edin,” dedi İngiliz ellerimi sıkarken.
“Helal olsun,” dedim. “Bizim de bi hakkımız geçtiyse siz de helal edin. Bazen millet olarak birlik olup işinizi zorlaştırmışızdır,” diye ekledim.
“Helal olsun,” dedi.
Sonra aklına bir şey gelmiş gibi elini kaldırdı.
“Bir tek ricamız var. Lütfen Çankırı’nın bilmemne ilçesinin belediye başkanı da başı sıkışınca bizi hedef göstermesin. İnanın ben Çankırı’nın nerede olduğunu bile bilmiyorum,” dedi.
“İnanın ben de bilmiyorum,” dedim.
Tekrar bir araya gelme konusunda sözleştik ve birbirimize telefonlarımızı verdik. Beni “Sünni Tayfun” diye kaydetmiş. Sorduğumda şaka amaçlı olduğunu söyledi.
Emin değilim.