Amerika’nın Suriye’den çekileceğini ilân etmesinden sonra İdlib’de ilginç şeyler oluyor. Heyet Tahrir El Şam (HTŞ), kentte Türkiye’ye yakın duran ancak ÖSO kapsamında olmayan Nureddin Zengi ve Siqur El Şam örgütlerine karşı harekete geçti. HTŞ, iki örgütün elindeki stratejik yerleri ele geçirmekle kalmadı; her iki örgütü neredeyse tasfiye noktasına getirdi.
HTŞ’nin alan ve mevzi kazanmasının dur durak tanımaması, rotasını Afrin ve Bab'a çevirerek bu iki kente bağlı bazı köyleri ele geçirmesi üzerine, Türkiye İdlib çevresine ÖSO güçlerini sevketti.
Bölgede çatışmalar ve örgütlerin iç mücadeleleri sürüyor. HTŞ kaynakları kentin yüzde 70’inin ellerine geçtiğini iddia ediyor.
HTŞ’nin şu amaçlara yönelik bir çaba içinde olduğu anlaşılıyor.
(1) Astana’da İdlib için varılan mutabakatı işlevsiz hale getirerek Türkiye ile Rusya’nın arasını açmak;
(2) Türkiye’nin Suriye’de oyun kurma yeteneğine zarar vermek;
(3) PYD-YPG’nin üzerine toplanan dikkatlerin bu diğer örgütlere kaymasını sağlamak.
İki farklı çizgi
İdlib’de iki önemli çizgi var. İlk çizgiyi El Kaide’den ayrılarak 17 Ocak 2016’da kurulan HTŞ temsil ediyor. Bu çizgi kendisini Hurras El Din'i (Dinîn Muhafızları) olarak tanımlıyor ve çok sayıda örgütten oluşuyor.
Aralarında El Nusra, Ceyş el Sünne, Ensar el Din, Seraya Sahil, Cund-ul Aksa, Ensar el Hak, Seraya el Guraba, Ceyş el Melahim, Ceyş el Badiye, Ceyş el Sahil, Seyara el Kabul, Cund-ul Şeria, Ebna el Şeria, Ebû Ubeyde ve Ensar el Tevhid’in de olduğu, yüze yakın irili-ufaklı örgüt HTŞ içinde temsil ediliyor.
Ayrıca Uygur Türklerinden oluşan Türkistan İslam Partisi, Çeçen ağırlıklı Ceyşül Muhacirun, Ceyşül Ensar, Ecnad el Kavkaz (Kafkas kökenli grup) ile Özbek ve Kırgızlarından oluşan İmam Buhari Tugayları ve Tevhid ve Cihad Tugayları da HTŞ'ye yakın duruyor.
İkinci çizgiyi ise, 18 Şubat 2018’de kurulan Ulusal Kurtuluş Cephesi oluşturuyor. Türkiye’nin ön ayak olduğu bu oluşumda şu örgütler var:
Ehrar El Şam, Siqur el Şam, Nureddîn Zengi, Ceyş el Mücahidin, Liva el Hak, Ehrar el Şam, Cephet el Şamiye, Festaqim Kema Umirte, Suwar el Şam, Feyleq el Şam, Ceyş el Nasr, Ceyş İdlib Hur, Fevc el Evvel, Ceyş el Sani, Ceyş el Nukba, Şuheda el İslam Deraya, Birinci Sahil Tümeni, İkinci Sahil Tümeni, Fırka el Hurriye ve 23. Fırka.
Türkiye, İdlib’de rejim karşıtı olan tüm muhalif örgütlere eşit mesafede. Bu, yerinde bir pozisyon, çünkü aynı zamanda Rusya’nın ve rejimin saldırılarına karşı onlara hamilik yapma imkânı sunuyor. Biraz da buna mecbur, çünkü olası bir saldırı kendi ülkesine yüzbinlerce mülteci akınına sebep olabilir.
Türkiye bu hamilik görevinde yalnız değil. Amerika, AB ve Körfez ülkeleri tarafından da destekleniyor. Ancak hamilik, hem aktörlerin çok olması, hem aralarındaki rekabet, hem de tüm aktörlerin bir veya birkaç istihbarat örgütü ile ilişkisi nedeniyle çok zor bir görev. Sık sık örgütler arası anlaşmazlıklar çıkıyor, sorunlar doğuyor, fitne fesat dolaşıyor. Her defasında Türkiye bu zor ve karmaşık süreci yönetmek zorunda kalıyor.
Türkiye açısından zor olan, Ulusal Kurtuluş Cephesi değil. Zor olan, HTŞ ve ona tabi olan örgütler. Bunlar Körfez ülkeleri ile ilişkili görünüyor. Ancak perde arkasında asıl patron ABD ve İsrail. Bu da zaten HTŞ’nin neden Amerika’nın çekilmesiyle eş zamanlı olarak harekete geçtiğini açıklıyor.
HTŞ'nin geçerli denebilecek sebepler yokken muhalif örgütlerin elindeki yerlere göz dikmesi, birilerinin oradaki muhalif örgütleri HTŞ üzerinden Rusya’dan ziyade Türkiye’ye karşı pazarlık kartı ve vekâlet gücüne dönüştürme gayreti içine girdiğini gösteriyor. O yüzden Türkiye’nin bunu farketmesi ve buna uygun bir strateji geliştirmesi gerekiyor.
Türkiye ne yapabilir?
Türkiye öncelikle kendisine yakın duran muhalif örgütleri ne pahasına olursa olsun korumalı. Onlara dokunulmasının bir maliyeti olduğunu hissettirmeli. Ancak yine de tüm örgütlerle eşit ilişki kurmalı. Örgütler arası sorunların çözülmesi için arabuluculuk yapmayı da sürdürmeli.
Mümkün mertebe, Rusya ile örgütler arasında müzakere aktörü olma vasfını da korumaya çalışmalı. Ancak bu sürdürülemez bir noktaya gelirse, oyun bozanlık yapan aktörü veya aktörleri gözden çıkarmakta da tereddüt etmemeli. Bunu, ya kendisine bağlı örgütleri karşı örgütlere karşı destekleyerek veya Rusya’nın operasyonlarına yeşil ışık yakarak yapabilir. Ancak HTŞ ile mücadelenin bir göç dalgasını tetiklememesi için de dikkatli davranmalı. Aynı dikkati HTŞ’nin etki ve nüfuz alanı içinde kalan 12 kontrol noktasındaki askerleri için de göstermeli. Zira her an, bu noktalara yönelik bir saldırı ve provokasyon da yaşanabilir.
Türkiye, bugüne kadar Suriye’deki faaliyetini MİT üzerinden “kusursuz” götürdü. Muhalif örgütler üzerinde bu kadar etkili olamasaydı, “Fırat’ın batısı”nı Rusya ile müzakere edebilir bir konumda tutamayacaktı. Zira muhalif örgütler üzerinde etkili oldukça, Rusya da Türkiye’nin Suriye’de YPG aleyhine güç ve alan kazanmasına olanak sundu.
Türkiye’nin yeni dönemde de başarılı olması için, Amerika’nın karşı oyun tuzağına düşmeden Amerika ile işbirliği içinde olmayı başarması; muhalif örgütler üzerindeki etkisini koruması — ama Rusya’yı kaybetmemesi; Suriye’deki istikrarsızlığın daha da derinleşmesini önlemesi; gücünü abartıya kaçmadan bir kuyumcu titizliği ile kurgulaması gerekiyor.