Doğan Grubu, her zaman Türkiye üzerinde emelleri olan iç ve dış çıkar gruplarının ilgisini çekmiştir. Bu ilgi Doğan Grubu’nun ülke kamuoyunun algısını ve tahayyülünü belirleme gücünü elinde bulundurmasından kaynaklanıyor. Kanaatimce Doğan Grubu, kamuoyunun yüzde 35’ini etkileme ve formatlama kapasitesine sahiptir. Biz bu gücü Gezi olayları sürecinde yakından gözlemleyebildik. Eğer Doğan Grubu ve yazarlarının halkı “bilgilendiren, yönlendiren ve harekete geçiren” yayın çizgisi olmasaydı, Gezi bu kadar kitlesel bir etkinliğe bürünemeyecekti.
Doğan Grubu’nun etkileme gücüne 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye verdiği destekle de yakından tanık olabildik. Eğer Doğan Grubu’nun HDP’ye sistematik desteği olmasaydı HDP yüzde 6’lık bir oy artışı sergileyemezdi. Ayrıca Kobani’nin işgali sırasında yaptığı canlı yayınlar, gazete sayfalarında ayırdığı geniş sütunlar olmasaydı, Kobani ne Türkiye içinde kitlesel şiddet eylemleri doğururdu, ne de Rojava, çözüm sürecini negatif etkileyebilecek bir çarpan gücüne dönüşebilirdi.
Seçim sonrası strateji değiştirdi
Ancak 1 Kasım 2015 genel seçimlerinden sonra AK Parti’nin halka dayalı hegemonyasının kalıcı olduğunun anlaşılması, akabinde Aydın Doğan hakkında akaryakıt kaçakçılığı iddiasıyla açılan dâvânın belirli bir olgunluğa erişmesi, Doğan Grubu’nda hesapların yeniden görülmesini zorunlu kıldı. Hükümetle vuruşursa Paralel Medya benzeri bir tasfiye süreciyle karşı karşıya kalacağını anlayan grup, 15 Temmuz işgal darbesine kadar hükümete nötr kalma, 15 Temmuz darbesinden sonra ise pozitif destek verme kararı aldı. Doğan Grubu böylece devletin, spesifik olarak da hükümetin gazabından kurtulmayı amaçladı.
Doğan Grubu’nun özellikle darbeden sonra hükümete verdiği destek etkili de oldu. Bu destek olmasaydı, CHP Yenikapı ruhuna katılmazdı. Seküler ve Kemalist cephe, darbeden sonra hükümetle yakın çalışma işbirlikleri geliştiremezdi. Ayrıca, grubun paralel yapı konusunda hükümete açık destek vermesi, paralel yapıya yönelik çalışmaları motive etmekle kalmadı; ülkede paralel yapıya yönelik yüzde yüz konsensus oluşmasına sebep oldu. Grubun Kürt sorununda kayıtsız şartsız hükümetin yanında yer alması da, özellikle devletin daha sonra hükümetin hem moral hem operasyonel açıdan elini güçlendirdi. Kısacası, Doğan Grubu’nun 15 Temmuz’dan sonra Yenikapı ruhunun ve devlet aklının yanında yer alması, dışarıdan ülkenin başına büyük belalar ören ülke ve çıkar gruplarının amaçlarının kadük olmasına yol açtı.
Yalçındağ çok önemli bir isimdi
Tüm bu gelişmelerde, Doğan Grubu Yayın Politikaları Koordinatörlüğü’ne terfi ettirilen, çocukluğunu ve gençliğini kasap dükkanında geçirerek hayatı yakından tanıma imkanı edinen Mehmet Ali Yalçındağ’ın büyük etkisi olduğunu vurgulamamız gerekir. Yalçındağ, grubun içinde kendisine yöneltilen itirazlara rağmen ülke çıkarlarının yanında saf tutma çizgisinden tâviz vermedi. 15 Temmuz darbesinden sonra izlediği sorumlu yayıncılık çizgisi ile ülkenin çabuk derlenip toplanmasında çok önemli görevler ifa etti. Yalçındağ, bu yönüyle hem Doğan Grubu hem de ülke için çok stratejik bir isimdi. Ama bu stratejik isim, hiç ummadığı yerden büyük bir darbe aldı. Bulunduğu konum gereği pek çok yer ve pozisyonla yaptığı görüşmeler, tuttuğu notlar, kendisini sol çizgide yayın yapmakla tanıtan Redhack isimli bir hacker grubu tarafından hacklendi.
Doğrusu ben Yalçındağ’ın çalışmaları ve emaillerinin amatör bir sol hacker grubu tarafından hacklendiği kanaatinde değilim. Redhack, bize gösterilen kullanışlı bir enstrüman. Bu hacklenme ve sunumun çok daha profesyonel bir el tarafından yapıldığı, Redhack’i aşan bir boyutu olduğu, operasyonun her aşamasından belli. Redhack’e bu servisi, Doğan Grubu’nun değişen yayın çizgisinden rahatsızlık duyan gizli servis ve çıkar gruplarının yaptıkları anlaşılıyor. Bu da ülkeye yönelik örtülü operasyonların, durmak şöyle dursun, daha büyük bir stratejik vuruş gücü kazandığını gösteriyor.
Yalçındağ istifa etmemeliydi
Yalçındağ’ın bu operasyon sebebiyle istifa etmesi gerekmiyordu. Yerinde kalıp çalışmalarını sürdürmesi hem grubun hem ülkenin daha yararınaydı. Ancak gerek kendisinin, gerekse Aydın Doğan’ın açıklamalarından anlaşılıyor ki Doğan Ailesi ve Doğan Grubu’nun bütünlüğünü koruma arzusu ve kaygısı bu istifayı doğuran en büyük sebep olmuş. Özellikle Aydın Doğan’ın yazılı açıklaması, hem grubun içinde bulunduğu psikolojiyi, hem de grubun gelecekteki pozisyonunu anlamak açısından çok önemli.
Aydın Doğan açıklamasında üç hususun altını çiziyor. Emaillerin hacklenmesini, Doğan ailesi ve grubunun birlik-beraberliğine yönelik bir saldırı olarak tanımlıyor. İkinci husus, “milletimiz ve devletimizin çıkarlarını savunmaya devam edeceğiz” vurgusunu yapmak ihtiyacını duyması. Üçüncü husus, açıklamasının doğrudan hükümete bir mesaj içermesi. Aydın Doğan, isim belirtmeden hükümete “ailemizin, grubumuzun bütünlüğünü, milletimiz ile devletimizin çıkarlarına hizmet etmeyi sekteye uğratmayı amaçlayan saldırı amacına ulaşmayacak” mesajını veriyor.
Grubun önündeki iki yol
Yalçındağ’ın istifasının grup içi dengelerin hassasiyetine binaen kabul edilmesi, bize Doğan Grubu’nun çok ciddi yapısal ve zihinsel sorunlarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Türkiye’de yaklaşık her gün 3 milyon civarında günlük gazete satılmakta. Bu satışın yüzde 70’i seküler okuyucuya gidiyor. Aynı oran kitap, dergi, sinema gibi kültür yayınları için de geçerli. Doğan Grubu’nun en büyük kaygısı, elinde tuttuğu okur kitlesinin diğer seküler yayın gruplarına gitme korkusu. Özellikle seküler camiada etki ve okunurluk gücü olan bazı kalemlerin kendisinden ayrılıp Sözcü gazetesini kurmasından sonra bu korku daha da arttı. O yüzden Doğan Grubu, evvelâ kendi okur kitlesinin elinde kalmasını, bu kitleyi küstürmemeyi amaçlıyor. Bu, her yayın grubu için anlaşılabilir bir şey. 15 Temmuz darbesi, elindeki okur kitlesini küstürmeden hükümete destek vermesi için uygun bir zemin yarattı.
Şimdi Doğan Grubu’nun önünde iki seçenek var. Ya bu okur kitlesini yeniden formatlayacak, yeni yayın çizgisine rıza gösterecek bir hale sokacak. Ya da okur kitlesinin gideceği kaygısını paranoya boyutlarına tırmandırarak hükümetle arayı yeniden bozacak. Şahsen ben birinci durumda okur kitlesinden ülke ve millet çıkarlarına yönelik sorumlu yayıncılığa karşı bir tepki geleceğini zannetmiyorum. Okurlarda bu çizgiyi içselleştirecek, okurları ve izleyicileri rehabilite edebilecek, hem seküler hem muhafazakâr cephede tepki çekmeyecek isimlerin ekranlara çıkarılması, bu isimlere köşe yazdırılması bu handikapın aşılmasını sağlar.
Nüfuz adaları problemi
Ancak bu açılıma grubun içinde kendisini etkili ve yetkili bir çizgide gören bazı yüksek profilli yazar ve yöneticilerden tepki gelecek olması olasılığı daha yüksek. Bu isimlerin Sözcü benzeri mecralara gidebilme ihtimali, belki Aydın Doğan’ın endişelerinin esas kaynağı. Ancak, bu isimlere angaje bir yayıncılığın hem ülkeye hem gruba büyük maliyet yarattığını Aydın Doğan’ın artık anlaması gerekiyor. Bu mantık, elde avuçta mevcut olanı muhafaza edici bir mantık. Bu mantığın grubu daha geniş okur kitlelerine taşıması, grubu finansal ve mali açıdan büyütecek bir programa evrilmesi beklenmemeli. Bu da bizi Doğan Grubu’nun bünyesindeki yapısal ve zihinsel problemlerle yüzleşmesi zaruretine götürüyor.
Yalçındağ’ın istifaya zorlanması, özelde Doğan Grubu’nun, genelde de ülke kamu çıkarlarının hedef alındığını gösteriyor. Doğan Grubu’nu zor günler bekliyor. Yalçındağ’ın bu süreçte geminin kaptanlık köşkünde olmaması daha büyük zafiyetlerin dahi kapısını aralayabilir.