Ana SayfaYazarlarDoğumdan sonra hayat var mıdır?(*)

Doğumdan sonra hayat var mıdır?(*)

 

            – Anne sen FBI ajanı mısın?

– Hayır.

– FBI ajanı var mıdır gerçekte?

– Vardır.

– Senin tanıdığın FBI ajanı var mı?

– Yok.

– Kızlar FBI ajanı olabilir mi?

– Olabilir

– FBI ajanlarına havva kızı denir mi?

– Denebilir.

– Ben adem oğlu muyum?

– Öyle de denebilir.

– Herkes adem oğlu ya da havva kızı mıdır?

– Bir inanışa göre öyle.

– Adem oğlu havva kızı ne demek?

– Bir inanışa göre bütün insanlar adem ile havvadan gelmiştir, işte bizim çok çok önceki dedelerimiz, annelerimiz onlarmış.

– Peki hayvanlar da adem ile havvadan mı geliyormuş?

– Hayır, sadece insanlar.

– Ama insanlar da hayvan sayılmaz mı?

– Sayılır canım.

– Hayvanlar da ölür mü?

– Evet.

– Bir kısmı da uyur di mi?

– Uyumak başka, ölmek başka. Hem insanlar hem hayvanlar hem uyurlar hem de ölürler.

– Uyumakla ölmek arasındaki fark nedir?

– Birinde nefes almaya devam edersin, diğerinde nefes almazsın.

– Ölenler nefes almamaya nasıl başlarlar?

– Öyle değil de, öldükleri için nefes almazlar.

– Peki öldüklerini nerden anlarlar?

– Bilmiyorum güzel oğlum.

            ….

 

Bütün bu gerçeküstü konuşmalar, hepsi 5 dakika içinde banyoda ana sınıfı öğrencisi oğlumla aramızda geçiyor. Hepsi hepsi oğlumu yıkıyorum, o arada bir yandan da bunları konuşuyoruz. Bu böyle sonsuza kadar uzayabilecek olan bir seri, tanıyorum bu konuşmaları. Her an derin konulara bağlanıp en derin ezberlerinizi bozabilirsiniz. Ezber bozmak ne ki? Bildiğiniz her şeyi unutabilir, düşünmeye başlamak için tek bir mihenk noktası bulamayabilirsiniz.

 

“Benim oğlum bir harika” demek için yazmıyorum. Bu bakış açısıyla bakmadığımı içtenlikle söyleyebilirim. Zaten benzer hikayeleri -bir kısmının anne/baba hayal gücüne ait olduğu rezervini koruyarak- bir çok anne/babadan dinliyorum. Herkesin kendi çocuğunu nasıl da harika bulduğunu bilmeyecek kadar şuursuz değilim, çok şükür.

 

Ama aynı şuurum kafamda birçok sorunun dönüp dolaşmasına da neden oluyor sürekli:

 

– Bu çocukların her sorduğunu cevaplamak zorunda mıyız?

– Acaba bizden cesaret alarak mı soruyorlar? (Acaba daha önceki sorularına verdiğimiz cevaplar mı onları bu soruları sormaya itiyor?)

– Çok soru sormak bir nevi zihin tembelliğine işaret ediyor olabilir mi? (Bu çocuklar, her şeye böyle hazırdan mı konacaklar?)

– Aslında ben de çok eğlenmiyor muyum? (Bu duruma bayılmıyor muyum?)

– Bu durum beni çok zorlamıyor mu? (Peki, anneler bu gücü nereden buluyorlar?)

 

Sabah kalkıp işe gitmek üzere hazırlanıyorum önce. Sonraki adım oğlumu uyandırmak. Oğlumu uyandırırken aynı anda çorabını giydiriyorum. Elini yüzünü yıkaması için banyoya sürükleyip mutfağa girip kahvaltısını hazırlıyorum. Kahvaltısını yaptırırken bir yandan da giysilerini giydiriyorum. Akşamdan çantasını hazırlamış, ertesi gün “oyuncak” günüyse oyuncağını “kitap” günüyse kitabını ve “beden” dersi varsa yedek atletini ve de günlük pet su şişesini koymuş oluyoruz. Yani çanta hazır, içim(iz) rahat. Öğretmene iletilecek bir not varsa, onu da yazmışımdır muhtemelen akşamdan. Tuvalet işi de tamamlandığında evden çıkıyoruz ya da kendimizi dışarı atıyoruz.

 

Durağa kadar birkaç dakika yürümemiz gerek. Bu birkaç dakikalık yürüyüş çok güzel. Sabahın en güzel saatlerinde çok sevdiğim biri var yanımda, belki rüyasını anlatıyor, belki çok saf bir heyecanla başka başka konularda konuşup duruyor. En güzel kelimeleri seçmiş yine.

 

Durakta beklerken de memnunuz hayatımızdan, oğlum yerinde duramıyor, bütün caddede bir telaş, bende bir şükretme hali. Servisi uzaktan görünce hemen eğilip yanaklarını öpüyorum, içime bir kaygı ve rahatlama aynı anda yerleşiyor, oğlum servise biniyor, gidiyor. Bu noktada, hem ağlamak istiyorum biraz, hem de içim içime sığmıyor.

 

Çocuğunun babasından ayrı yaşayan biri olarak haftanın iki akşamı düzenli olarak oğlumu görmemeye alışığım. Aynı nedenle ama, oğlumla olduğum zamanlarda birebir ve büyülü bir zaman geçirmeye de alışığım. Okula gönderme işini başarıyla tamamladıktan sonra içimde oluşan kaygı tabii ki benden bağımsız bir insan olduğunu anlamakla, büyüdüğünü görmekle ilgili. Bir gün daha büyüdü ve işte karşımda iyi kötü her şeyiyle bir insan olarak duruyor.

 

Sevinç kısmı daha kolay anlaşılabilir. Oğlumu servise bindirdikten sonra işe ulaşana kadar geçen o yarım saatlik zamanda, altı üstü arabaya binip radyoda haberleri dinleyerek işe gidiyorum ama, tam yarım saat kesintisiz benim olan durağan bir zamanla karşı karşıyayım. İstersem radyoyu kapatır, U2 koyarım cd çalara. Bağıra bağıra şarkı söylerim (trafikte bunu akşam dönerken karanlıkta yapmak daha iyi oluyor, diğer şoförlerin bakışlarına katlanmak istemiyorsanız). İstersem bir önceki akşam aramak isteyip de arayamadığım bir arkadaşımı ararım telefonla (erken kalkanlar arasından birini seçmek gerek, trafik polislerine görünmemek gerek). Vakit benim, seçenekler önümde, ne anneyim bu süreçte, ne çalışan, ne de boşanmış bir kadın.

 

Şehirli, çalışan, az-çok okumuş kadınların anne olduktan sonra kafasını kemirip duran soru şudur belki de: “Doğumdan sonra hayat var mıdır?” Çocuk için değil tabii, baba için hiç değil. Ama anne için, doğumdan sonra hayat var mıdır gerçekten? Herhangi bir an, anne olmadan önceki halinizi hayal edebilir misiniz? Artık o kadın bunca fiziksel ve psikolojik değişimden sonra eski haliyle karşılaştırılabilecek biri midir? Acaba çocukla birlikte anne olmayan yanımız var olabilecek midir? Hele ki sadece anne olmaktan dolayı kutsal olduğumuza dair bir inancımız yoksa? Modern çocuk büyütme öğretilerini ciddiye alamayacak kadar saçma buluyorsanız, üstüne bir de geleneksel bir anne olmanız da doğanız gereği imkansız görünüyorsa?

 

Hayır, doğumdan sonra hayat yoktur: Doğumdan sonra artık eski siz değilsinizdir. Hayattaki tüm öncelikleriniz değişmiştir. En önemlisi, o güne kadar ne kadar çocuk kalmış/kalabilmiş olursanız olun, artık çocuk olma ve hatta genç olma şansınız kalmamıştır. Bunlara ilişkin uçarılıkları kaldırmayacak denli size muhtaç bir canlı vardır yanınızda. Artık onunla ilgili sorumluluğun emrindesinizdir. En azından bir beş-on yıllığına.

 

Evet, doğumdan sonra hayat vardır: Her doğum aslında, çocukla beraber anne formunda yeni bir varlığın doğumunu müjdeler bize. Anne denen bu varlık çocuk gibi hayattan umutlu, çocuk gibi kırılgan, çocuk gibi geleceğe dair olmakla birlikte her zaman biraz endişeli, biraz soluk bir o kadar da bulanıktır. Anne ve çocuk olarak yepyeni iki insan doğmuştur birlikte. Anne eski haliyle bağlantısını en azından bir süre hiçbir şekilde kuramaz. Anne olmadan önce bu iki ruh halini (hem umutlu-kırılgan-geleceğe dair hem de endişeli-soluk-bulanık olmak) birlikte yaşamak imkansız görünür.

 

Bütün bu karmaşık ve en azından ikili olan yapıya rağmen, “anne” hayatımızdaki en basmakalıp kavramlardan biridir. Annelerin sadece “anne” olmaları nedeniyle her şeyi yapabiliyor olması beklenir sanki. “Çocuğa bakar anne / evine tapar anne / gece gündüz çalışır / yarını yapar anne”. Hepsi birden mi? Bu kadar göz üstünüzdeyken? Peki örneğin evine tapmazsa? Ya da yarını yapamayacaksa?

 

Anne olarak ya da bir insana, davaya, esere “anne gibi” emek vererek, onları sevip okşayan, büyütmeye çalışırken tökezleyen, tökezleyip durmasına rağmen bıkmayan, bıkmamasına şaşırıp duran tüm kadınların (okyanusların bu güzel-çirkin, narin-heybetli, komik-korkunç, neşeli-hüzünlü balinalarının http://www.youtube.com/watch?v=Z81k6u7pc4Y&feature=dir) anneler günü kutlu olsun.

 

(*) 07/05/2007 diye tarih atmışım bu yazıya. Yani tam 12 yıl önce “Anne 2007” versiyonum böyleymiş. O zaman ana sınıfında olan oğlum şimdi 18 yaşında, evden ayrılmaya hazırlanıyor. “Anne 2019” versiyonum, karşımda artık büyük bir çocuk olduğu için epey farklı. Ama ana fikir değişmemiş, bunu da fark ediyorum. Ben çok sevdim bu işi…

- Advertisment -