16 Nisan 2017 referandumunun üzerinden 4 yıl geçti. 4 yıl önce OHAL şartlarında, 15 Temmuz travmasının gölgesinde sandıktan yüzde 51.41’le kıl payı “Evet” çıkmıştı.
Rıdvan Dilmen’in startını verdiği, Arda Turan, Burak Yılmaz’ın hatta Murat Boz’un bile seferber edildiği “Çağrını aldım. Güçlü bir Türkiye için ben de varım. Sen de var mısın?” zincirlerini herhalde herkes hatırlıyordur.
Peki 4 yıl sonra o referandum kampanyasında vaat edilen Türkiye’nin neresindeyiz?
Vaatlere AK Parti’nin kampanya için hazırladığı “Kararımız Evet” kitapçığıyla başlayalım.
Kampanyanın en çok vurgulanan ve tekrarlanan sloganı “Güçlü Meclis, güçlü Türkiye”ydi.
Kitapçıkta “Güçlü Meclis, Güçlü Temsil” başlığı altında şunlar vaat edilmişti:
“Meclis asli işlevi olan yasa yapmaya odaklanacak ve hükümeti millet adına denetleyecek. Yasa teklifleri milletvekilleri tarafından verilecek, meclis aynı zamanda seçilmiş. Cumhurbaşkanı’nı ve kabinesini denetleyecek. Milletvekili, kendi seçmeniyle sürekli temas halinde olduğu için, halkın beklentileri kanunlara daha fazla yansıyacak. Kanun yapımında meclis iradesi ön plana çıkacak.”
Dört yıl sonra bu cümlelerde tek tek ne olduğuna bakalım.
Evet, yasa teklifleri milletvekilleri tarafından verildi ama komisyon tutanaklarından açıkça görüldüğü gibi teklifler yine bakanlıklarda, bürokratlar tarafından hazırlandı, milletvekilleri kendi hazırlamış gibi tekliflerin altına imza attı.
Komisyonlarda milletvekilleri kendi hazırladıkları tekliflerin ayrıntılarına vakıf olmadığı için muhalefet soruları bakanlık bürokratlarına sordu.
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=2302
Son dört yılda “Meclis’in Cumhurbaşkanı’nı ve kabinesini denetlediğinin” tek bir örneğine bile şahit olmadık.
Sözlü soru ve gensoruyu ortadan kaldıran yeni sistemde, milletvekillerine bırakılan tek yürütmeyi denetim aracı olan yazılı sorulara bile bakanlar zamanında cevap vermediler.
Gazetecilerin sorularına en açık bakan olarak görülen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bile kendisine sorulan soru önergelerinin yüzde 93’üne yanıt vermedi. Bin 868 soru önergesinden sadece 16’sına 15 günlük yasal süresi içinde cevap verdi.
Muhalefet iktidara soru sorduğunda karşısında Cumhurbaşkanı, bakanlar, iktidar milletvekillerinden önce Cumhurbaşkanlığı’nın bürokratlarını buldu.
Atanmış bakanlar, atanmış genel müdürler, atanmış valiler, kaymakamlar; seçilmiş milletvekillerine, Meclis’e hatta halka değil sadece Cumhurbaşkanı’na karşı sorumluluk ve bağlılık duyar hale geldi. Atanmışlar, seçilmişler karşısında güçlendi. Valiler partili Cumhurbaşkanlığı sisteminde ne yapacağını şaşırdı, pek çoğu partili gibi davranmaya başladı.
Meclis’te denetim bir tarafa, muhalefetin iktidara soru sorması bile suç haline gelebildi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde geçen üç yılın sonunda, bir CHP İl binasına asılan “128 Milyar Dolar Nerede?” afişi, Valilik ve Emniyet tarafından şu gerekçeyle gece yarısı vinçle söküldü:
“Söz konusu pankart ve içeriğinin bazı vatandaşlarımız tarafından farklı algılanarak tahrik edebileceği ve karşı görüşlü kişiler arasında istenmeyen sözlü ve fiziksel olayların meydana gelebileceği, kamu düzeni ile vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin korunmasını tehlikeye düşürülebileceği hatta bu hususta meydana gelebilecek provokasyonların ve yaşanması muhtemel toplumsal olayların önlenebilmesi için…”
“Milletvekilleri kendi seçmeniyle sürekli temas halinde olduğu için, halkın beklentileri kanunlara daha fazla” yansımadı.
Meclis’in etkinliği azalınca, TBMM’nin ziyaretçi sayıları da düştü, vatandaşlar sorunlarını çözmek için Beştepe’nin kapılarını zorlamaya başladı.
Kanun yapımında Meclis iradesi değil, Beştepe’nin iradesi ön plana çıktı.
Dört yıl sonunda Meclis TV’nin izlenme oranları düşerken, ülkenin en popüler gazetesi Resmi Gazete oldu.
Türkiye, gece yarıları Resmi Gazete’de hangi yeni kararnameler ve kararların yayınlandığını bekleme başladı.
Referandum kampanyası boyunca televizyon televizyon dolaşıp “İkisi de halk tarafından seçildiği için meşruiyet açısından eşit olan hükümet ve meclis ilişkisinde fonksiyon açısından meclisi üstün kılan bir model var. Meclisin; hükümete karşı bariz bir üstünlüğü var. Meclis bu üstünlüğünü Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanları soruşturma yetkisiyle pekiştiriyor. Bakanların dokunulmazlığını kaldırma yetkisine sahip olarak da bu üstünlük daha güçlü kılınıyor” diye garantiler veren başdanışman, dört yıl sonra televizyonlarda artık bunlardan hiç bahsetmiyor, referandum kampanyası sırasında kimsenin vaat etmediği Cumhurbaşkanı’nın tek imzayla Meclis’ten geçirilen uluslararası anlaşmalardan çekilme yetkisini savunuyor.
Meclis’in “Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanları soruşturma, bakanların dokunulmazlığını kaldırma yetkisi”nin ise dört yıl sonra adı bile geçmiyor, bugün Cumhurbaşkanı’nı soruşturmaktan, bakanların dokunulmazlığını kaldırmaktan bahseden hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaretten, anayasal düzene yönelik suçlardan soruşturma bile açılabilir.
Bakanların, valilerin, müdürlerin, büyükelçilerin bile “Cumhurbaşkanı’nın tensipleriyle” demeden cümle kuramadığı, Vali yardımcısının soğan kamyonlarını “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” karşıladığı, istifa kurumunun yerine görevden affını istemenin aldığı, Instagram’dan istifa eden Hazine ve Maliye Bakanı’nın “görevden af talebi” hakkında bile günlerce televizyonlarda haber yapılamayan bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Aynı kitapçıktan okumaya devam edelim:
“BİRLİK VE UZLAŞMA: Cumhurbaşkanı yüzde 50’nin üzerinde bir oy ile doğrudan halk tarafından seçileceği için, siyasette birliktelik artacak, kutuplaşma azalacak. Karşılıklı seçim yenileme yetkisi, hem Cumhurbaşkanı’nın hem meclisin birlikte seçimleri yenilemesi anlamına geliyor. Birlikte seçimleri yenileme ihtimali, krizlerin uzlaşma yolu ile çözümünün yolunu açacak. Geçmişteki hükümet krizleri tarihe karışacak. Siyasette daha sorumlu, daha akılcı, daha uyumlu bir anlayış hakim olacak.”
“Siyasette birliktelik artacak, kutuplaşma azalacak” cümlesinden sonrasını okumaya bile herhalde gerek yok.
“Birlikte seçimleri yenileme ihtimalinin” ise 4 milyon ışık yılı uzaktayız. Son dört yılda “Siyasette daha sorumlu, daha akılcı, daha uyumlu bir anlayış hakim oldu” cümlesini troll hesaplara bile yazdırmak zor olur.
Kitapçıktan başka bir paragraf:
“HIZLI VE ETKİLİ İCRAAT: Hızlı ve etkili yönetim; ekonomik büyüme, refah ve kalkınmanın garantisi olacak. Hızlı karar alan, hızlı icraat ve reform yapan, etkin bir yönetim modeli oluşacak. Vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılayan, gelişmelere ayak uyduran, kurumların hızlı çalışmalarını sağlayan bir işleyiş hakim olacak. Bürokrasi azalacak, büyüme hızlanacak. 2023 ve ötesine uzanan hedeflerimiz ivme kazanacak.”
Ekonomi ile ilgili bu iddialı vaatlere referandum kampanyası sırasında ekonomi ile ilgili daha da iddialı bir kaç vaadi daha ekleyelim:
“Pazar günü sandıktan evet çıkarsa ekonomide çok ciddi bir sıçrama olacak. Çünkü Türkiye prangalarından kurtulacak. 2023’de hedef 25 bin dolar milli gelire ulaşmaktır. Biz biraz daha mütevazi davranıyoruz 22 bin dolar diyoruz.”
“16 Nisan’daki referandumda ‘Evet’ kararı çıkması ile yeni sistem ekonomiyi de uçuracak. Kişi başı milli gelir 25 bin dolar olacak”
https://www.yeniakit.com.tr/haber/evet-cikarsa-ekonomide-ucusa-gececegiz-286942.html
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) araç bağımsızlığı en yüksek dünyadaki merkez bankalarından biri.16 Nisan’dan sonra bunun daha da pekişecek. Geçen gün bir Alman iş adamı bana ‘Referandumda evet çıkarsa 16 Nisan’dan sonra Türkiye’yi kimse tutamaz. 16 Nisan’dan sonra Almanya’dan çok Türkiye’de ikamet edeceğim’ dedi. Referandumdan güçlü bir ‘evet’ çıkar ve reformları yaparsak Türkiye 2018 yılından başlamak üzere yüzde 7 ila yüzde 10 arasında bir büyümeyi yakalar.”
“Evet ile faiz iner, TL kanatlanır”
“Referandumdan “evet” çıkması durumunda dolar/TL’de 3,55 seviyelerinin söz konusu olabilecek.”
Fazla söze gerek yok.
2017 Nisan’ında Dolar 3.7 TL, kişi başına düşen milli gelir 10.597 dolar, enflasyon yüzde 11’di.
Dört yıl sonra bugün Dolar 8 TL, kişi başı milli gelir 8599 dolar, enflasyon yüzde 16.
Ayrıca bu dört yıl içinde dört Merkez Bankası, beş TÜİK başkanı değişti. Faiz rakamları ikiye katlandı.
Bu dört yıl içinde enflasyonla mücadele için Tanzim Satış Mağazaları kurulduğunu, soğan depolarına, marketlere baskınlar yapıldığını, Konya’dan İstanbul’a doğru halka dağıtılmak üzere yola çıkan patates ve soğan kamyonlarının il girişinde valilik tarafından resmi törenle karşılandığını gördük.
Fersah fersah ötesinde olduğumuz 2023 hedefleri ise iki kere revize edilip düşürüldü.
Ve son olarak referandumun hukuk ve adalet vaatleri.
Referandumda “Evet” kampanyasının sloganı “Bağımsız ve tarafsız yargı için Evet”ti.
Yine bir kaç vaadi hatırlayalım:
“Yargının bağımsızlığını/tarafsızlığını güçlendirdiği, hukuk devletini tahkim ettiği için Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine “evet” diyorum.”
“Önerilen değişiklikte yargının idaresinden sorumlu HSK üye seçimi halkın doğrudan seçtiği organlara bırakılarak demokratik meşruiyet sorunu çözülmüştür. 4 üye doğrudan, 7 üye dolaylı meşruiyet alanından geliyor. Her ikisi aynı mecradan gelen Meclis ile cumhurbaşkanı benzer anlayışta insanları seçebilir mi? Buna karşı da önlem var. Meclis’te üçte iki, beşte üç gibi uzlaşmaya zorlayan sayı şartı vardır. Yargının idaresiyle halkın iradesi arasında bağ kuran bir sistem yargı erkini bir başka erkin kontrolüne sokmaz. Tam tersine yargının millet adına yargılama yapması ve halkın demokratik yargısı olması ilkesini hayata geçirir. Yani mahkemeler işini yaparken bağımsız ve tarafsız davranma yükümlülüğü altındadır. Sistem buna ilişkin güvencelere fazlasıyla sahiptir.”
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/mehmet-ucum/2017/04/15/10-soruda-16-nisan-referandumu
“Tam bağımsız HSYK adaleti uçuracak”
Dört yıl sonunda adalet gerçekten uçtu. Ama galiba havaya uçtu.
Yargının tarafsız ve bağımsızlığı hakkında sadece “Rahip Brunson” demek bile yeterli bir cevap.
“Evet” diyerek yargının tarafsız ve bağımsız olmadığını iktidar bile kabul edip peş peşe adalet, yargı, insan hakları reformu paketleri açıkladı.
Zaten referandum kampanyası boyunca HSK’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin tarafsız ve bağımsız olacağının garantisini verenler bugün AİHM kararlarının bile bizi bağlamadığını iddia etmekle meşgul.
Konan engeller işe yaramadı, HSK’ya Meclis ile cumhurbaşkanı benzer anlayışta insanları seçti. Öyle ki bırakın Cumhurbaşkanı’nı, Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı ve eşinin beğenmediği karar veren hakimler için bile soruşturma açacak bir HSK var.
Mahkemelerin tahliye ettiklerinin iktidardan gelen açıklamalarla akşamında tutuklanacağını, Yargıtay’da tek dosya açmamış üyenin Yargıtay tarafından Anayasa Mahkemesi’ne üye seçileceğini, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmakla tehdit edileceğini, yerel mahkemelerin AYM ve AİHM kararlarını uygulamayacağını, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın iktidara destek açıklamaları yaptığını referandumda “Evet” verenler bile hayal etmemişlerdir.
Daha fazla uzatmaya gerek yok.
Bitirmeden son bir kaç vaadi daha hatırlayalım.
Referandum kampanyası sırasında “Evet verin Meclis’e gelsin” denen idam, dört yıldır Meclis’e gelmedi.
Yine referandum kampanyasının üzerine kurulduğu Avrupa karşıtlığı dört yıl sonra yerini “kendimizi ve geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz” bıraktı, meydanlarda vaad edilen “AB adaylığından çıkış için gerekirse referandum yaparız” da neyse ki dört yıldır gerekmedi.
Sonuç olarak 16 nisan referandumundan dört yıl sonra, referandum kampanyasında “Yarınlar güzel olacak, çok daha güzel, büyük bir Türkiye’ye uyanacağız inşallah” diyen bakanın bile Pazar günü Instagram’dan “At izi it izine karıştı. Rabbim sonumuzu hayreylesin” diyerek kayıplara karıştığı bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Bu sistemle sonumuzun hayırlara çıkacağına inanan herhalde kimse kalmadı.
Ama referandum paketindeki maddelerden sonumuzun böyle olacağı belliydi.
Hatta bunları yazdığı için gazetesinden bir SMS ile kovulanlar bile oldu.
Ama hayır verenler bile bu kadarını tahmin edemezdi.
Ama dört yıl önce 16 Nisan günü halkın yüzde 51.4’ü Rıdvan Dilmen’e uydu bir kere…