Kim hangi tahlili yaparsa yapsın hiç kimsenin reddedemeyeceği gerçek, geleceğin Türkiye’sinin ana aktörlerinin AKP ve HDP olduğu gerçeğidir.
Bu durumda tarafların şu stratejik sorulara net yanıt vermesi gerekiyor:
AKP ve dolaysıyla Türk devlet mekanizması için Kürtler yani HDP- KCK-Öcalan düşman mı müttefik mi?
Öyle, “Kürtler ayrı PKK ayrı, PKK ayrı Öcalan ayrı” safsatasına prim vermeden bu soruya net bir yanıt verilmelidir.
Elbette aynı soru Kürtler için de geçerlidir.
Türk devletinin düşman mı müttefik mi olduğu sorusuna bütün bileşenleriyle Kürt siyaseti de net bir yanıt vermelidir.
Tarafların bu soruya hiçbir şart öne sürmeden ve sözü eğip bükmeden cesurca bir yanıt vermeleri; tarihin hızlandığı kritik bu süreçte bu belirsizliği gidermeleri gerekiyor.
Zira, bu sorunun cevabı iki taraf açısından da “düşman” ise şayet, siyaset sahnesindeki bu oyuna artık bir son verilmelidir.
Kimse kimseyi aldatmamalı, oyalamamalı ve halklarımızı boş beklentilerin ardına takmamalıdır.
Öyle değilse; yani taraflar birbirini yok edilmesi gereken düşmanlar olarak değil de, siyaseten alt etmek istedikleri rakipler olarak ve bazı noktalarda işbirliği yapabilecek müttefikler olarak görüyorlarsa, o zaman da oturup mevcut politikalarını acilen gözden geçirmeleri gerekiyor.
Her şeyden önce AKP ve Türk devleti, 7 Haziran öncesi KCK’nin HDP için oy istemesini, HDP’nin barajı aşıp Meclis’e girmesi için bütün güçlerini seferber etmesini demokratik siyasete ve Türkiye’nin birliğine, büyümesine büyük bir katkı olarak değerlendirmelidir.
Dolayısıyla hükümet seçim sürecinde izlediği siyasetten ötürü özeleştiri vermeli ve uzlaşmayı esas alan yeni bir sayfa açmalı; bu eksende yeni öneriler geliştirmelidir.
Çünkü sonuçta KCK, Kürtlere elinize silah alıp dağa çıkın değil, gidin oy verin diye çağrı yapmıştır.
Bu yüzden sadece ülkede değil, diyasporada da Kürtler kitleler halinde sandığa gitmiş, demokratik siyasetin güçlenmesine anlamlı bir katkı yapmıştır.
(Diyaspora Kürtleri eskiden Türk konsolosluklarına yalnızca protesto amaçlı taş atmak için giderlerdi ; şimdi oy atmak için gidiyorlar!)
Silahın yerini oy’un alması aslında KCK’nin stratejik olarak demokratik siyaseti benimsediğinin bir ifadesidir ve bundan dönüş pek mümkün görünmüyor.
Kürt siyasetinin Türkiye’ye bakışındaki bu yenilenmeyi gözden kaçırmamak gerekiyor. Yeni bakış açısı Kürt siyasetinin 'düşman' yerine, 'müttefik' gördüğünü gösteriyor.
HDP’si, KCK’si ve Öcalan’ıyla Kürt siyaseti Türkiye’yle ortak bir gelecek inşa etmek amacıyla ortaya güçlü bir irade koymuş ve buna uygun davranıyor.
Kürt tarafı Türkiye’de, ‘demokratik ulus’ ve ‘demokratik özerklik’ ekseninde, Ortadoğu’daysa Türk-Kürt ittifakı temelinde birlikte yaşamak istiyor.
Bunu her fırsatta deklere de ediyor.
Ne var ki AKP Hükümeti Kürt siyasetindeki bu samimi değişimi önemsemiyor ve dikkate almıyor.
AKP’nin dar siyasi hesapları ve ülkenin kısır iç siyasi çekişmeler yüzünden Kürtlerdeki bu stratejik değişimin ne anlama geldiği pek fark edilmiyor.
Bu da Kürtlerle ilgili her gelişmede belirsizliğe, PYD örneğinde olduğu gibi tepkilere neden oluyor.
Bu durum netleşmediği için Türkiye Kürtlerle işbirliği yapacağı yerde, onları dıştalamaya; PYD örneğinde olduğu gibi hedef tahtasına oturmaya devam ediyor.
Bunun artık netleşmesi gerekiyor.
Kürtlerle ‘düşman’ iseler şayet bilsinler. Düşman değil, müttefiklerse onu da bilsinler.
Müttefiklerse şayet o zaman bunun gerekleri yerine getirmeli; Kürtlerle işbirliğine gidimelidir.
Böyle bir durumda hem içerideki hem de Rojava’daki krizler kısa erimde çözülecektir.
İçeride Çözüm Süreci ilerleyecek, özgürlükler gelişecek ve ülke demokratikleşecektir.
Demokratik tahammül ve hoşgörü içinde demokratik yeni bir anayasa, toplum devlet ilişkisini devleti preferiye kaydırarak küçülten,yurttaşı güçlendiren katılımcılığı gözeten yeni bir idari sistemden başlayarak hayatın her alanında birçok yeni düzenlemeye gidilecek, yaşanası bir geleceğin inşası mümkün hale gelecektir.
İçeride bunlar olurken bölgede de PYD Türkiye’nin doğal müttefiki haline gelecektir. Irak’ta Barzani ile kurulan ilişkinin benzeri Suriye’de PYD ile de kurulabilecektir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin Güney’den bazı güçlerce kuşatılıyor olmasının –varsa böyle bir şey- önüne de geçilecektir.
Türkiye, tüm güney bölgesinde yüzünü kendisine dönmüş dost ve müttefik bir güç kazanacaktır.
KCK-PKK açısından da artık stratejik bir düşman olmaktan çıkmış Türkiye’de silahlı güç bulundurmanın bir anlamı kalmayacaktır.
40 yıllık ölümüne bir mücadelenin yarattığı 100’ü aşkın belediye, Türkiye’de HDP, Kürdistan’da DBP, 6 milyonu aşkın oy, Meclis’te 80 milletvekili, televizyonlar, gazeteler, dergiler, internet siteleri vs. mücadeleyle yaratılmış devasa bir güç var artık.
Kürt halkının haklarının teminatı bizzat PKK’nin yarattığı bu güçtür.
KCK de bir biçimde gelip bu gücün içinde yer almalıdır.
Türkiye ona da bu yolu biran önce açmalıdır. KCK’nin siyaset yapmasının önündeki engellerin de artık kaldırılması gerekiyor.
KCK legalleşir ve siyaset normalleşirse birçok şey gibi HDP- KCK ilişkileri de bundan olumlu etkilenir.
İşler yolunda gider.Sorunlara, krizlere ve ayar vermelere gerek kalmaz…
Aslında günümüz Türkiye’sinde artık aşılamayacak sorun yok ama, önce bir karar vermek gerekiyor:
Dost muyuz, düşman mıyız?
Her şeyden önce bunu bilmemiz gerekiyor..