Ana SayfaYazarlarKördüğüm ve Öcalan

Kördüğüm ve Öcalan

YPG’nin Gre Spi’yi (Tel Abyad) IŞİD’den temizlemesiyle birlikte, İslamcı medyada akla ziyan komplo teorileri uçuşmaya başladı.

 

Ümmetçi olduğunu iddia edegelen bu kalemler, ruhlarının derinliklerine nüfuz etmiş Türk milliyetçiliğini bu vesileyle ırkçılık düzeyine taşımaktan bile imtina etmediler.

 

Derinlerdeki ilkel milliyetçi zehir görünür hale geldi.

 

İnsaniyet ve İslamiyet adına ne hüzünlü bir tablo!

 

PKK düşmanlığında somutlaşan Kürt korkusu, İslamcı medyanın zihinsel melekelerini felç etmiş görünüyor.

 

Oysa Oslo’dan beri PKK ile yürütülen barış görüşmeleri, Öcalan’ın 2013 Newroz’unda yaptığı çağrıyla birlikte yeni bir evreye girmiş; önümüzdeki asırları belirleyecek bir Türk-Kürt ittifakının temelleri atılmıştı.

 

(O gün Öcalan’ın çağrısını alkışlayanlar, Türk-Kürt ittifakını coşkuyla selamlayanlar, bugün Kürtlere karşı savaş naraları atıyor!)

 

2015 Newroz’unda ise Öcalan, daha önceki sözlerini tekrarlamıştı:

 

 “…hem bölgemiz için hem de uluslararası dünya için büyük anlamı olan Kobani direnişini ve zaferini selamlıyorum. Bu temelde gelişen ‘Eşme ruhunu’ halklarımız arasında yeni tarihin sembolü olarak selamlıyorum. Yukarıda belirlemeye çalıştığım tüm bu saptamalar tek cümleyle tarihimizin ve güncelliğimizin toplum olarak yeniden revizyonu, restorasyonu ve yeniden inşası için değerli bir çağrıdır…”

 

PKK lideri bunları demiş ve “Eşme ruhu”ndan övgüyle söz etmişti ama, Genelkurmay da onu ânında reddetmişti.

 

Türk ordusunun yüksek komuta kademesinden şu açıklama gelmişti:

 

 “…Bazı basın yayın organlarında; hiçbir zaman muhatabımız olmayan ve olmayacak olan terörist başının ‘EŞME RUHU’ açıklamasına atfen, Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun SURİYE toprakları içinde yer değiştirmesi ile ilgili olarak ‘TSK ile PYD/PKK’nın işbirliği yaptığı’ yolundaki yayın ve haberler tamamen gerçek dışı olup; 31 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasal düzenini değiştirmeyi hedefleyen bir terör örgütü ile silahlı mücadele eden ve bu uğurda binlerce şehit ve gazi vermiş olan şerefli, haysiyetli ve onurlu Millî Ordu Türk Silahlı Kuvvetlerine bu yakıştırmayı yapan kişileri ve yayın organlarını Yüce Türk Milleti önünde şiddetle kınıyoruz…”

 

Genelkurmay’ın bu açıklamasına hükümet ise sessiz kalmıştı. Buna rağmen Çözüm Süreci devam etmiş ve Dolmabahçe Mutabakatı‘yla önemli bir aşama da kaydetmişti.

 

Ancak devlet içindeki kanatların mücadelesi de tam bu süreçte — sona doğru gidilirken — keskinleşmişti.

 

Türk-Kürt barışını sadece PKK’nin tasfiyesi olarak gören Ordu, yanına çektiği Cumhurbaşkanı Erdoğan aracılığıyla masayı devirmişti.

 

Ve süreç kesilmişti.

 

Çözüm Süreci‘nin önemli aktörlerinden Hakan Fidan’ın milletvekili adayı olmak için MİT’ten ayrılmaya karar vermesi de aslında devlet katındaki bu derin yarılmanın bir sonucuydu.

Erdoğan’ın karşı çıkmasına rağmen aday adayı olan Fidan, Cumhurbaşkanının bastırması ve Ahmet Davutoğlu’nun da Fidan’ın aday adaylığında ısrar etmemesi sonucu MİT’e geri dönmüştü…

 

Devlet’te kazanan çizgi, Erdoğan’ın teslim olduğu Orducu çizgiydi ama bu, içerideki mücadelenin bittiği, Ordu’nun kesin zafer kazandığı anlamına gelmiyordu.

 

İki çizgi arasındaki mücadele, olayların da gösterdiği gibi o günden bu yana sürüyor.

Üstelik günümüzde de sert bir biçimde devam ediyor.

 

Her yol ve yöntemin mubah sayıldığı bu acımasız mücadelenin izlerini Lice’de, Bingöl’de, Ağrı’da, Mersin ve Adana’da, Eruh’ta, Diyarbakır’da, Kobani‘de vs. defalarca gördük.

 

Bu yarılmanın izlerini Türkiye-ABD, Türkiye-AB,  Türkiye-Ortadoğu, Türkiye-Rusya,

Türkiye-Kıbrıs ilişkilerinde de görmek mümkün.

 

Paralelci ve ulusalcı darbeci kesimin 17-25 Aralık süreciyle Erdoğan’ın kellesini istemesi, Erdoğan’ı Ordu’ya itme ve yaklaştırma sonucunu doğursa da, bunun geçici bir savrulma olduğu anlaşılıyor.

 

Türkiye gibi Erdoğan’ın da girdiği yoldan dönmesi artık mümkün görünmüyor.

 

Nesnel süreç, Türkiye gibi Erdoğan’a da girdiği yolda yürümekten başka bir gelecek sunmuyor.

Öte yandan Erdoğan’daki bu savrulmada Öcalan dışındaki Kürt siyasetinin de bir payı olduğunu görmek gerekiyor.

 

Kürt siyaseti, Erdoğan’ın onlarca hatâsına rağmen Türkiye’de mevcutlar içindeki tek partneri olduğunu görüyor; ancak, onunla işbirliğini geliştirme yerine, onun içine çekildiği Orducu çukuru — ne yazık ki — derinleştirme politikası izliyor.

 

Mevcut bu tablonun Türkiye halklarına kaybettireceği görülmekle birlikte, bundan bir çıkış yolu da bulunamıyor.

 

7 Haziran seçimleri sonrasında yaşananlar bunu gösteriyor ve görüldüğü kadarıyla sorun bir kördüğüm halini almış durumda.

 

Kördüğümü çözecek aktör ise İmralı’da, kapısının yeniden çalınmasını bekliyor.

 

 PKK lideri Öcalan, tarihin kritik bu anında yine tarihi bir çıkış yaparak kördüğümü çözebilir.

Hükümetin bunu görmesi ve KCK’nin de talep ettiği gibi Öcalan’ın “özgür yaşam ve çalışma koşullarını sağlaması” gerekiyor.

 

AKP Hükümeti’nin ve elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İslamcı medyada seçim sonuçlarının tetiklediği akla ziyan komplo teorilerine değil, Öcalan‘a kulak vermesi; herkese kazandıracak olan barışçıl çözümde ısrar etmesi gerekiyor.

 

Türk-Kürt herkes için kurtuluşun yolu buradan geçiyor…

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik