Edremit’in Yunan işgalinden kurtuluşunun 99. yılında sergilenen saçma bir müsamere tartışmalara neden oldu.
Anadolu ilçelerinde böyle günlerde komik ve manasızlıklarla yüklü gösterilere hayli sık rastlanıyor.
Fakat Edremit’teki törenin içeriğinden ve denetiminden, kaymakamın başında olduğu heyet sorumlu. Denetimsiz, boş bir alan söz konusu değil.
İşgalin, üstüne kara çarşaf örtülen ve zincirlenen genç bir kadınla tasvir edilmesi, iktidar partisinden bir belediye meclisi üyesinin ve bazı izleyicilerin tepkisine neden oluyor.
Olay duyulunca Kaymakam merkeze alınmış, İçişleri Bakanlığı müfettiş görevlendirmiş. Belediye Başkanı “o müsamere bizim bilgimiz dışında sergilendi” derken, hazırlayan dernek “birlikte çalıştık, haberleri vardı” diyor.
Mesaj verme hevesi
Konu süratle iktidar medyasına sıçradı; ağır mı ağır yazıların ardı arkası kesilmiyor.
Mealen “Müslüman Türk kadını tarihte hiçbir zaman esir olmadı”, “Çarşaf mukaddes dinimizin sembolüdür”, “CHP değişmedi ve asla değişmez; Edremit’te Müslümanlara karşı yine nefretini gösterdi”, “Kurtuluş savaşının kahraman kadınlarını zincirleyip, çarşaflarını parçalamak, düşmanın yapmadığını yapmaktır” filan deniliyor.
Muhafazakâr medya, neredeyse Edremit’in ikinci kurtuluş savaşını başlatmış gibi.
Evet, müsamere baştan sona yanlış; bilgisizlikle, sığlıkla ve düşüncesizlikle yüklü; kaş yapayım derken, göz çıkarma hadisesi söz konusu.
Seçime giderken her tartışma mubah
Edremit vakası başka iki olayla aynı zamana denk gelince siyaset arenasında harareti yüksek bir laiklik tartışması patladı.
Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Ali Erbaş’ın, son dönemde şeyhülislam edalı hamleleriyle, Meclis başkanını, muhalefet liderlerini ve bakanları kenara itip neredeyse Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra iki numaralı siyasal aktör haline gelmesi, doğal olarak “ne oluyoruz yahu” dedirtti.
AK Parti eski milletvekili ve yazar Resul Tosun ise, “Herkes laikliği tuttuğu yerden tarif ediyor. En iyisi onu anayasadan çıkarıp temelli rahatlayalım” tadında bir öneriyle, mevzuun üzerine tüy dikti.
İkinciliğe oynayan Erbaş’ı ve laiklikten kurtulmak isteyen Tosun’u bırakıp, Edremit vakasına daha yakından bakmak istiyorum.
Edremit, Edremit olalı böyle müsamere görmedi!
Milli günlerin mana ve ehemmiyetine uygun gösteriler yapma isteği anlaşılır bir durum. Çoğu zaman abartmalar, duygunun ve öfkenin ölçüsünün kaçırıldığı, tarihsel gerçeklikten kopmalar oluyor. Yaşananların değil, mitolojiye dönüşmüş anlatıların peşinden koşuluyor.
Tarihin bilgisinden, birikiminden ve kültürel kuşatıcılığından uzak, sığ ve hatta bazen tamamen yanlış ve komik işler sergileniyor. Siyasal rekabet ve araçsallaştırma da işin içine giriyor. Kurtuluş Savaşı yılları yakın bir tarih olmasına karşın, doğru dürüst aktarılamadığı ortada.
Yunan askerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktığını ve 22 Haziran 1919 itibariyle de Balıkesir, Edremit ve çevresini işgale başladığını biliyoruz. Buralar, işgale karşı sivil direnişin ilk örgütlendiği ve üç yıl boyunca sürdürüldüğü yerlerden. Yunanlılar yenilip İzmir’e doğru çekilirken, Edremit de 9 Eylül 1922’de işgalden kurtuldu.
Bu anlatılmak istenmiş. Direnişçi efelerden biri gelip üzerine kara çarşaf örtülmüş ve zincirlenmiş genç Müslüman kadını kurtarıp, ilçedeki 3 yıllık işgali sona erdirmiş. Lakin seçilen sembollerde ve tarihsel imalarda bazı problemler var.
Milli duyguyu çarşafa dolamak
Dünyanın her tarafında zincir esareti, işgali, filan anlatır. Ondan kurtulmak hürriyet, özgürlük ve bağımsızlık anlamına gelir.
Peki, kara çarşafla Yunan işgali arasında nasıl bir bağlantı var? Karanlık işgal yıllarını simgelemek için kara çarşaf uygun bulunmuşsa, yanlış, isabetsiz ve düşüncesiz bir seçim olmuştur. Zincirin yeterince anlattığı şeyi bir de kara çarşafla pekiştirme çabası, aslında zihinlerin arkasında modernlikle muhafazakârlık arasındaki tarihsel kavgayı bu mevzunun içine sıkıştırma çabası olduğunu gösterir.
Eğer “Kurtuluş Savaşı’na muhafazakârlar ilgi göstermediler” denilmek istendiyse, bu tarihi gerçeklikle taban tabana zıttır. Yine, o toplum kesimindeki İstanbul Hükümeti ve Hilafet’e bakışlar ima ediliyorsa, bu da tamamen toptancı bir yaklaşım olur. Çünkü, Kurtuluş Savaşı birlikte verilmiştir; hem yerel direnişin beslendiği kaynaklar, hem de Meclis’in bileşimi bunu gösteriyor.
Ayrıca adları efsanelere konu olan çok sayıda çarşaflı Müslüman kadın, işgale karşı verilen savaşın değişik merhalelerinde yer aldığından, kara çarşaftan kurtulma mesajı gerçeklere karşı kılıç sallamaktır.
Tarihi bilmekten kimseye zarar gelmez
Bunun yanısıra, o dönemde çarşafın önemli bir yer işgal ettiği, onu giymenin gericilik anlamına gelmediği, Osmanlı’da geçerli olan yasa ve uygulamaların hükmünü sürdürdüğü de dikkate alınmamış.
Bilindiği gibi, Şapka Kanunu 25 Kasım 1925’te çıktı ve şapka zorunlu hale getirildi, buna karşılık zamanın hükümeti çarşafın kadınlara yasaklanması yönünde herhangi bir karar almadı.
Kılık Kıyafet Yasası ise 3 Aralık 1934’te çıktı ve daha çok memurların, erkeklerin ve din adamlarının giyim kuşamlarını düzenledi. Yine çarşaf hususunda herhangi bir maddeye yer verilmedi. Şüphesiz Kemalist rejim, kadınlara Batılı giyim tarzını teşvikte istekli ve kimi zaman ciddi ölçüde zorlayıcıydı. Ama, Şapka Devrimi’ne gösterilen tepkileri dikkate alarak, çarşaf konusunda yasa getirmeyi hiç denemedi.
İşin sonunda, Edremit Belediyesi CHP’li ve müsamereyi hazırlayan dernek de partinin çizgisine çok yakın. Parti merkezindeki değişim ve dindarlarla buluşma çabası ya yerellere henüz ulaşmadı, ya da ciddi bir ideolojik ve politik direnç söz konusu. CHP’nin bunu bir alarm durumu olarak okuması gerektiği ortadadır.
İktidar medyası maden bulmuş gibi
Meselenin diğer yüzünde iktidar yanlısı medyanın konuyu olağanüstü köpürtmesi yer alıyor. “Müslüman Türk kadını tarihte hiçbir zaman esir düşmemiştir” diyerek, kadının zincirlenmiş olmasını ve “çarşafın (tesettürün) İslam dinindeki yerini” öne çıkararak tartışmayı sürdürüyorlar.
Çarşafın İslamiyet’teki yeri hakkında söz söyleyecek durumda değilim. Osmanlı’da renkleri farklı olmakla beraber, hangi dinden olursa olsun bütün kadınların genellikle kapalı giyindikleri bilinir. Çarşaf dediğimiz örtünme tarzının ise 19. Yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında Suriye’den Anadolu topraklarına yayıldığı söylenir.
Kadının zincirlenmesi sahnesi ise, özel olarak Müslüman kadının esaret altına alınmasını değil, Anadolu topraklarında yaşayan, genci yaşlısı, kadını ve erkeğiyle hürriyeti kısıtlanan halkı simgeliyor. Yani, kadın cinsiyetinden sıyrılıp, bütünü temsil eden noktaya taşınmış.
Buna rağmen, konuyu illa “Müslüman kadın zincire vurulamaz” noktasından sürdürmek ikna edici olmadığı gibi, yaklaşan seçimleri gözeten ideolojik kamplaştırma stratejisinin bir parçası olma ihtimalini güçlendiriyor ve niyetlerin sorgulanmasına yol açıyor. Hele bu zincir sahnesinin hem HDP’den esinlenildiğinin, hem de seçime giderken onu etkileme amacıyla hazırlandığının ileri sürülmesi, her tartışmanın seçime bağlandığını gösteriyor.
Seçim uğruna görmezden gelinenler
Vurgulamak istediğim son husus, özellikle iktidar ve çevresinin, bazı gel-gitler yaşasa da, CHP’nin ideolojisi ve siyasal pratiğinde gerçekleştirmeye çalıştığı değişimi görmemek ve anlamamaktaki ısrarıdır. Yerel hadiseleri ve gündelik polemiği öne çıkarıp görmezden gelmeleri anlaşılır gibi değil. Bu değişimin beklenen sonucuna ulaşması, Türkiye’deki iki büyük sosyolojinin, dindarlar ve laikler arasındaki gerilimin azalması bakımından hayati önem taşıyor. Seçime giderken iktidarın benimsediği kamplaştırma siyaseti nedeniyle, CHP merkezinin değişim olgusunu görse bile, hakkını vermeye yanaşmayacağını seziyorum.
Sonuç olarak bugün, devletin giyim kuşam alanından artık büyük ölçüde elini çektiğini söyleyebiliriz. Zaten, yaşam tarzına devlet ve siyaset eliyle müdahale hep ters tepmiştir. İsteyen istediğini giymelidir. Çarşafın belli bölgelerde ve bazı tarikat mensupları arasında halen kullanıldığını görüyoruz. Günümüzün kültür ve yaşam tarzı çeşitliliği ve dinamiği içinde folklorik bir unsur gibi görünmesi ise başka bir husustur.
Türkiye’nin büyük dertleri var; ortak değerleri sığ siyasetin aracı haline getirerek işleri daha zora sokmanın kimseye faydası yok.