Bayılıyorum özel anlamla damgalanmış günlere.
Kimsenin bilmediği, yazılı görsel basında geçiştirilen, daha esaslı mühür vurulabilecekken, vurulmayıp, ziyan olan günlere…
1 Ekim dünya yaşlılar günü, misal… Kimse kendine yakıştırmaz, ben de yakıştıramıyorum, es geçiyorum. Eve yurda koyulacak marifet değil, derdi rahmetli kayınvalidem.Annemin de anlatmaya doyamadığı bir söylencesi vardı, hani Tanrı insanoğluna kırk yıl ömür biçmiş de, yetinmeyen inat insan bu ömrü azımsamış, Tanrı da gözü doysun diye her on yılı bir hayvandan ödünç alıp, insan ömrüne eklemiş; ellisinde eşek olmuş, altmışında maymun olmuş, böyle gide gide, sekseninde ‘koy çuvala, vur duvara’ rütbesine erişmiş hani, o hesap…
Ülkemizde çuvala koyup duvara vurulacak yaşa gelmeden, hatta elden ayaktan düşmeden kurum bakımını düşünen çok insan olduğunu biliyorum.
Mahalle Yaşlı Evi, büyük kurumların yeknesak havasındansa, alışılmış ortamda, eski dostların bir kapı tık’ı uzaklığında olduğu çözüm, ya da bir örneği, iyi işleyen örneği Adana Kurttepe huzurevi bünyesinde yeralan yaşlı mahallesi, tek odalı prefabrik ev çözümünün çoğalacağı modellere yenilerinin müjdesini verse, Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı, ne güzel olur.
Ekimin ilk Pazartesisi, dünya konut, mimarlık, çocuk günleri, aynı zamanda. Bizde olmayan, yahut az olan, hasarlı olan, daha iyisi olabilse ne güzel olacak olan…Üçünün de sonradan onarımı sözkonusu olmayan…Çürük ve çirkin konut/bina şehirlerin yüzüne basılan bulanık mühür, ne düzelir, ne silinir…Mimari de öyle…Bir dönem mimari, müzik ve matematiğin çocuk gelişimindeki rolü, üstüne kafa yorup, yazmıştım, bu üç M, çocuğun kişiliğini oluşturmakla kalmayıp, devletlerin yarınlarına iyi temel oluyor.Ama çakması hepimizin belini büküyor…
13’ü Ankara’nın başkent oluşu…Ankara’da Kaptan’ın yanına gelip giderken, Nimet Arzık’tan dinlediydim, Atatürk henüz yalnızca Gazi iken, Ahmed Ağaoğlu’nun Keçiören’deki evine, orman çiftliğinde traktör sürüp, yorgun bitap gelir, yaptıklarını anlatır, sonra coşku ile “bak Ahmed bak, bak Ankara nasıl da pırıl pırıl” dermiş, gözleri ışıl ışıl…Ankara sırtlarında o yıllar, in cin top oynarken, tepeden tepeye birkaç lüks lambanın ışığı parlarken, paşa karanlığı gözler, bu birkaç ışığı , ışıksız, kör karanlık Ankara’yı öyle görmek istediği için öyle, yani pırıl pırıl görürmüş çünkü… İnsanların gönlüne ve büyük hayallere zaman ayırabildiği, gönül yaresinin önemsendiği, zor da olsa az da olsa hasarın onarılabildiği, en azından gönül hasarını onarmaya niyet edildiği , dilde ayarın kaçmadığı günler de bir dem’miş, geçti gitti, dünyanın yüzünden pek hızlı silindi.
Vardık hoyratlık çağına, kin ve ille ben çağına, şişik ego’lar çağına.
Bu şirazesi kaymış dünyanın ve çağın ruh sağlığı günü olsa ne yazar, edep günü olsa ne yazar?
Akıl olmadıktan ve kin hepimizi boğduktan sonra…
Ekim ayı şenlikli, en esaslı günü de 10 Ekim.Dünya ruh sağlığı günü.
Bu güne mim koy ey okur.
Ayarı kaçan dünyada, siyasetçisinden sanatçısına, herkesin kendi başındaki huniyi unutup, karşısındakine ayar vermeye kalkıştığı gündür, bu gün…
Sanal alemde dürtmek serbest, gerçek alemde vurmak serbest, korkak ve daha deli olanların sahte ad ve kimliklerle siyasetçisine yazarına ayar vermesi, sen’li benli olması, küfretmesi, boş konuşması, her şeyi bildiğin sanması serbest… Ödül töreni sunmakla sınırlı işinin haddini aşıp, ödül alana elini uzatmayıp, arsızca sırıtması, ham’fendinin tekinin, kimi ham’fendinin ‘kesinlikle darbe karşıtı olsam da Yenikapı showunda bulunmam’ dediği, prof bi ham’fendinin, darbe şehitleri için ‘ ne şahidi canım, ölü onlar, sivil ölü’ demesini unut, unutabilirsen …
Önyargı ve kendi kör kibirlerinin tutsağı olmaları, kin kusmaları… Sırıtırken, yahut salınırken, ego’larına sarılırken, gülünç olmaları.
Selam alıp vermek büyük iş, tıpkı sahiden hanımefendi olabilmek gibi…
Nice Ekim’lerimiz olsun, şenlikli günleri ve anmalarıyla, barış içinde, huzurla, öfkeyi gömelim, dengeyi yeşertelim, başka türlüsüne hem hakkımız yok, hem öyle bir lüksümüz yok, olmasın da zaten. Ekiminiz biçiminiz insanca olsun…