Bugünlerde tv tartışmalarında en çok duyduğum söz “ekonomiden anlamam ama…”
Cümleye böyle başlayanlar, genellikle ekonomiyle ilgili rasyonel düşünceler savunuyorlar. Tasarruf açığının, sermaye yetersizliğinin yarattığı sorunlardan; faiz-enflasyon- kur ilişkisinin nasıl işlediğinden; yabancı yatırımcı açısından hukuk sisteminin güvenilirliği, şeffaflık gibi yapısal sorunların öneminden söz ediyorlar. Küresel sistemle, geleneksel siyasal ittifaklarıyla çatışma yaşayan; öngörülebilirliği zayıflamış bir siyasi iktidarın, bırakın yabancı sermayeyi, içerdeki varlıkları da kaçırabileceğinden bahsediyorlar.
Bir de kendinden emin olanlar var. Onlar ekonomi de dahil bütün olan biten hakkında çok “sağlam” yargılara sahipler. Şemaları gayet basit. Dünya kabaca ikiye ayrılıyor. Bir yanda küresel sermayeyi yöneten finans oligarşisi duruyor; öte yanda uluslar. Milli ve yerli çıkarlarının peşinde giden uluslar, finans oligarşisini temsil eden “üst aklın” saldırısına maruz kalmaktalar. Bu üst akıl, kontrol ettiği devletler– ki Avrupa böyle devletlerden geçilmiyor!- ,örgütler (PKK, FETÖ, DEAŞ vs), medya ve para ile “uyanan ulusları” cezalandırmaya; hizaya sokmaya çalışıyorlar. Örneğin İran gibi onca yıldan sonra gidip “küresel sermayenin kucağına oturmuş” ülkeler ise ödüllendiriliyor. Bu üst aklın karşısında kimler yok ki; Britanya’yı Brexit’e sürükleyen siyasetçiler, müesses nizama meydan okuyan Trump, Rusya’yı ağır silah gücüyle Esad’ın destekçisi olarak Ortadoğu’ya sokan Putin, herhalde onunla birlikte bütün Şanghay’cı ülkeler… En başta da Türkiye…
Olan biteni bu şema içinden okuyanlardan bazıları ise Türkiye’yi iyice ayırıp baş köşeye yerleştiriyor. Biz bir taraftayız bütün dünya öteki yanda. Herkes bizi yok etmeye çalışıyor. Onlara göre yeni bir Haçlı Seferi’ne maruz kalmaktayız. Döndük dolaştık aynı yere geldik: “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok”… (Müslüman’ın Müslüman’dan başka dostu yoktur diyemiyoruz, çünkü İslam dünyasının durumu ortada; kıran kırana savaşıyor kendi içinde)
Batı’dan, olağanüstü halin amacını aştığı, keyfilik ve hukuksuzluk ürettiğine dair eleştiriler mi geliyor; arkasında üçüncü köprü ve yeni havaalanından duydukları rahatsızlık var. Gazetecileri subliminal mesaj verdikleri için cezaevine göndermemiz sorun mu yaratmış; yükselen Türkiye’yi diz çökertmek için algı operasyonu yapıyorlar. Seçilmiş Belediye Başkanları’nı, parti yöneticileri ve milletvekillerini tutukladığımız için endişe mi belirtiyorlar; Ortadoğu’da etkimizin yayılmasından paniğe kapıldıkları için üstümüze geliyorlar. Hiç hadleri değilken idam cezası hakkında görüş mü açıklıyorlar; milli çıkarlarımıza göz diktiklerini anlıyoruz.
Sonunda, Dolar da meydanlarda yakılacak bir düşmana dönüştü. TL değer kaybında Meksika Peso’sunu da geride bıraktı. Çünkü silahla yapamadıklarını parayla yapmak istiyorlar!
“Ekonomiden anlamayanlar” a karşı, “her şeyden anlayanlar” ın tezleri böyle…
Ama sormak gerekir; bu söylem daha ne kadar idare eder?
Ak Parti’nin dış politikada eski paradigmanın dışına çıktığı; küresel güçlerle ilişkide daha kişilikli ve yerel çıkarları gözeten siyasetlere yöneldiği doğru. Fakat bu yeni bir şey değil ki. 2000’li yıllar boyunca böyle bir rota izlendi. Komşularla sıfır sorun politikası yeni çizgi ürünüydü. Arap ayaklanmalarının desteklenmesi de öyle. İran’a karşı Birleşmiş Milletlerin yaptırım oylamasında da kendi yolumuzu izledik.
Öte yandan AB ile ilişkileri güçlendirmeye yöneldik, reformlar gerçekleştirdik.
2001 krizinden sonra; şimdi “finans oligarşisi” diye baş düşman ilan ettiğimiz “küresel üst aklın” dayatmasıyla düzenlemeler yaptık ve finans sistemimizi bugün övündüğümüz sağlamlığa kavuşturduk. Mafyos yapıların cirit attığı kamu ihaleleri, aynı dönemde rasyonel yasalarla şeffaflaştırıldı. Kamulaştırma yasası değiştirildi. Merkez Bankası bağımsızlaştırıldı. Büyük özelleştirmeler gerçekleştirildi. Popülist ekonomi politikaları terk edildi. “Üst aklın” zorladığı bu reformlar sonucu likidite bolluğundan fazlasıyla yararlanabildik. Başta Avrupa, tüm dünyayla ticaret hacmimiz hızla arttı. Ortadoğu pazarına açıldık. 2008 krizi kapımızı çaldığında İMF’ye yüz vermedik. Buna rağmen faizler düştü; kur normal seyretti.
Bütün bunlar olurken Batı dünyasıyla makul bir denge ve uyum içinde yürümeyi başardık.
Bugün bu dengeden eser kalmadı ve kötü günler yaşıyoruz.
Ne oldu da 2013 yılına kadar bize düşman olmayan; geçinip gittiğimiz ve öyle olduğu için de yerli ve milli çıkarlarımız açısından büyük faydalar gördüğümüz dünya şimdi bizi “yok etmeye” çalışıyor?
Elbette küresel, bölgesel aktörler arasında çıkar farklılaşmaları, çatışmaları yaşanır. Bu sadece bugün değil, her zaman böyledir. Nitekim Türkiye’nin de bu çıkar çatışmalarına girmesi kaçınılmazdı. Öte yandan Batı dünyasındaki İslamofobik eğilimler ve Türkiye’ye karşı var olan önyargılar da meçhul değil. İkiyüzlü siyasetlerle karşı karşıyayız. Fakat sorun burada değil. Siyaset, zaten bu çatışmalar, gerilimler ortamını yönetmek işidir.
Siyaset son tahlilde yarattığı sonuçlarla ölçülür. İstemediğiniz sonuçlarla karşılaşmışsanız onun adı başarısızlıktır. “Herkes beni dövmeye çalışıyor” demek; “izlediğim siyaset herkesi rahatsız ediyor” demektir. Bunu “milli ve yerli” olmakla açıklayamazsınız. Açıklamaya kalkarsanız, 2002-2013 arasında on yılı aşkın süre boyunca “yerli ve milli değil miydin” diye sorarlar.
Ak Parti, doğru yaptığı işleri kendi eliyle bozmaya başladı. 17-25 Aralık da; 15 Temmuz da gerçekten büyük travmalardı. Ucu bazı küresel güçlere de dayandığı kuşku götürmez saldırılardı bunlar. Fakat buradan kalkıp bütün Batı’nın bize düşman olduğu; küresel sistemin de yıkım getirdiği sonucunu çıkartmak tek kelimeyle aşırılıktır. Şimdi izlenen; içeride “tek seçici başkanlık” ve otoriterleşme siyaseti ile dışarıda Batı’dan kopuş çizgisi bu travmalara verilmiş uygun cevaplar değildir.
Evet; geldiğimiz noktada iktidar sözcüleri her türlü kötülüğü hayali bir şemayla açıklıyorlar. İş geldi para hareketlerine de dayandı. Dünya piyasalarında her gün dolaşan trilyonlarca Dolar, kar rasyonalitesiyle değil de Türkiye’de iktidarı indirme motivasyonuyla yön belirliyor!
Bence bunu söyleyenler sadece ekonomiden anlamamakla kalmıyorlar.
Siyaseti de artık yanlış yerden okuyorlar.