Ali Rânâ Atılgan
Ön not. Bu yazının içinde hiç nokta [.] görmeyeceksiniz. Cümlelerin sonu boşlukla bitti. Bir cümle bitse de; diğerinden ayrılsa da; her cümlenin tamamen farklı bir karakteri, anlayışı, inancı olsa da; cümlelerin tümüne gereksinimimiz var bir anlam üretebilmek için. Anlam, aklımızın bir yerinde sıkışmışsa, cem-i cümleyi toplamamız lâzım bir araya. Kolay mı, bu kadar farklılığı bir araya toplamak! “Arayüz”lere ihtiyacımız var. En kolay “arayüz”ler kayboluyor. Özdemir Asaf’ın malûm dizelerini uyarlamaya kalksam “bireyi yok etmeye karar verdiler/birinciliği arayüzler aldı” derdim. Özdemir Asaf beni bağışlasın. Hrant Dink ve Tahir Elçi eksikliğini duyduğum iki güzel arayüzdü. İşte bu yazıdaki cümleleri bir araya getirecek nokta [.], 24 yüzyıl boyunca bütün diller için cümlelerin arayüzü olan nokta [.], bu iki kıymetli arayüz kaybolunca, ortaya çıkan boşluğa düştü. Bu nedenle, cümlelerim bağlanamadı. Her bir cümlemin sonunda bir boşluk var; hepimizin boşluğu…
“Kiminle anlaşalım” diye sordu noktalı virgül “Tamam; nokta, tire ve aç parantez bir araya geldiğinde,” diyordu ki, tire “haydi, haydi; yapalım yine” diye haykırdı heyecanla Kırmadılar [:-)] Tenha bir gecede, açık bir pencereden gelip, arnavut kaldırımlarında yankılanarak, yolda yürüyenin yalnızlığını unutturan bir kahkaha etkisi yaptı toplantıda Noktalı virgül devam etmek istedi Noktanın altındaki virgülün kuyruğunu, iştahı kabarmış bir kamçı gibi iyice kaldırdı havaya: “Steve dedikleri bir adam varmış bir zamanlar Apple’dan ayrılmak zorunda kaldığında gidip bir firma satın almış Şimdi o firmanın, Pixar sanıyorum adı, yapamadığı yokmuş diye duydum”
Dikkatleri üzerinde toplamıştı “Bir araya geldiğimizde, insanın gözü, meselâ yukarıdaki takımı hemen gülen bir yüze tamamlıyor” Virgülün kuyruğunu önündeki mayiye daldırdı; noktanın içini dolduran kocaman bir yudum aldı Devam etti: “Biz, diyorum ki; insanın aklına bırakmasak bu işi!” Ünlem sırasının geldiğini gördü “Ne demek istiyorsun” diye sordu Sorusunu kendisi yeni sorularla yanıtladı: “Maske takmamızı mı istiyorsun? Nasıl, meselâ, mağara duvarlarında çizildiği gibi mi?” Soru işareti, konuşma başladığından beri hem ilk kez, hem de ardı ardına aldığı davete icâbet etti: “Yok” dedi “Başka bir şey sezdim” Soru işaretinin merakı, herkesin merakına körükle giderek alevlendirebilen sezgisi meşhurdu Devam etti: “Yok, kendimizi saklamayacağız; anlaşalım bir grup yazılımcı ile, gülme, ağlama, kızma takımlarımızı oluşturduğumuzda, hemen onları bir resme tamamlasın”
“O-soft” diye bağırdı Bir sürü küçük küre yuvarlanarak yanlarına geldi “Bir deneme yapalım” dedi İki nokta üst üste ve aç parantez tireyi arıyorlardı ki, o küçük küreler bir anda [:)]’yı [J] yapıverdiler Tirenin eli ayağı boşaldı “Ama” dedi “Nasıl oldu bu?” Hemen iki nokta üst üste ve kapa parantezin arasına girdi: [:-(] ve anında küçük küreler işlerini ustalıkla tamamladı: [L] Tireyle de oluyordu, tiresiz de Küçük kürelerin sözcüsü, “bize en az noktalama işareti ile yapabilir misiniz, diye sordular” dedi Artık tamamlamaya alışmışlardı bir kere; [:|]’u göremeden, [K] peydâh oldu
Bir taraftan, tire için üzülüyordu noktalama işaretleri; ama diğer taraftan, hem takım halinde, hem de kelimelerin yetişemediği minik boşlukları doldurmaya başlamışlardı İnsanoğlunun isteklerine yetişemez oldular kısa zamanda Salgın bir hastalık gibi yayılıyordu yüz işaretlerinin kullanımı Biri kullandığında, bir diğeri hemen uyarlıyor, hemen yanındaki kopyalıyordu Artık cümle sonu, başı, ortası farketmiyordu Yorgunluktan helâk oldular Az kullanılmasına rağmen, tire bile incelmiş, solmuş, satır altına doğru düşmeye başlamıştı
Shigetaka Kurita hızır gibi yetişti Artık noktalama işaretleri olmadan, mini mini yüz ifadeleri kurtlarını döküyordu etrafta Soğuk algınlığınız mı var, ağzına beyaz bant takılmış bir yüz; utandınız, yok yok mahçup mu oldunuz, yanakları hafif kızarmış, kaşları gözlerinin üzerinde kapanmış bir yüz Bir ad bulundu elbette hemen: “emoji” Kurita durmuyordu; beyaz, siyah, sarı renklerle çeşitler sunuyordu Yetmedi; öpücük veren dudaklar, onay veren parmaklar, yağmurun ardından gökkuşağı Daha da ötesi geliyordu Kurita’dan, terleyen veya ağlayan yüzlerden sıçrayan damlalar “Gülmekten gözünden yaş gelen yüz” ifadesi “Oxford sözlüğü” tarafından 2015 yılının “kelimesi” seçildi; evet yanlış okumadınız, ke-li-me-si (Malûmatfurûşluk yapayım; 2013 senesinin kelimesi “selfie” olmuştu )
Emojisini tasarlayabilirsen, sonsuz bir ifade özgürlüğün vardı Daha ne isterdi insanoğlu Harfler avlanma korkusu olmadan korkusuzca dolaşıyordu etrafta Noktalama işaretleri kendilerini mi, kelimeleri mi düşüneceklerini bilemediler Tire arada sırada heyecanlandırmaya çalışıyordu herkesi: “Haydi, haydi, yine yapalım” Gülen, ağlayan, kızan yüz oldular; ama ne onları hemen yüze çeviren küçük, sevimli “O-soft” kürecikleri vardı etrafta; ne de zarfa gereksinimi olan fiilimsiler
Noktalı virgül bir şafak vakti topladı herkesi Derin bir yudum aldı kamçısı yine, hemen üzerindeki nokta için Ama ağzını açtırmadı klavyedeki adam Bütün noktalama işaretlerine toplanmaları için bilgisayar klavyesindeki tüm tuşlara sırayla basarak haber uçurdu İşareti alan herkes bir çember oldu
Anlatmaya başladı klavyenin hükümdarı: “Gözün tamamlayacak oğlum orayı” diye ünleyen sese renklerimi açtım O tarihteki ismiyle ortaokulda olmalıyım Resim dersi Hakikaten resim yapıyoruz Erdem yanımda Bir akşam önce karşı komşusundan öğrendiklerini anlatmak için çırpınıyor Kümelenmişiz etrafında Belli belirsiz bir kafa var; boyun yok; kolun üst kısmı var gibi; ama ne dirsek var altında, ne de üstünde omuz Resim kâğıdında kara kalem yapılmış, insan olduğunu sezebilmek için her birimizin bir tanesini işaret ettiği vücud kısımları var Biz o bölümleri işaret ettikçe, Erdem’in sağ kolu, sağındaki sandalyenin sağ kanadını kavramış, sol eli ile pat pat solundaki Mûnise’nin sol omuzuna vuruyor; göğsü genişledikçe genişliyor Kasılıyor diyeceğim, arkadaşım can ciğer, utanıyorum
Bana kalsa, parça parça damlalardan oluşmuş bir büyük leke bu “resimceğiz” İşte bir kelime ve bir takı ile yapabileceğimi yaptım ruhumu rahatlatmak için “Ceğiz” tam oturmadı ama; leke hedefte “Bu teknik” diyorum, “ilginç; daha çok teste benziyor ” Ceketimin göğüs cebinden çıkardığım, Ayhan Işık’ın giydiklerine benzesin diye kolalanmış mendilin içine, kalemtraş kutusunda birikmiş talaşla birlikte kara kalemin tozunu sıkıştırıp yerleştiriyorum Sonra mendili ters çevirerek açıyorum ve pamuk oranı hallice olan kallavî kağıdın üzerine hızlıca yapıştırırken, elimi üzerinde hafifçe gezdirmeyi ihmâl etmiyorum “İşte Erdem, gözün bunu tamamlayabillir mi?” Öylesine söylüyorum ki, “resim öyle yapılmaz, böyle yapılır” der gibi Eline aldığı kağıdı kendisinden uzaklaştırıyor bir yandan, diğer yandan gözünün ferini ayarlıyor “Evet” diyor; “şurasını siliyor gözüm, burasını ekliyor; hiç fena değil, Ortaköy’den görünen Kız Kulesi bu!” Mûnise bütün içtenliğiyle haykırıyor: “Yok, yok; mutluluğun resmi bu Babam,” diyor, “akşam söyledi bana Öğretmeniniz hikâyesini anla…”
Noktalı virgül ve soru işareti aynı anda harekete geçtiler Nokta “cntrl,” hemen altındaki virgül, “alt,” soru işareti ise “del” tuşuna bastılar Klavyeye hükmeden “niye tekrar sormuyor kapatmak isteyip istemediğimi” diyemeden, bilgisayar kapanmak için harekete geçmişti bile Noktalı virgül ve soru işareti yılın kelimesi ödülü ile klavye kullananın boşluklarını birleştiren yüzyıllık bir kavram ile ortaya çıkmışlardı Resmin içine, içindeki boşluklara dinamizm getireceklerdi “Bir yüzün, hattâ bir vücudun hareketli halini idrâk ederken hafızamızda kalanlardan tek bir imaj yaratmamız gerekiyor” dedi soru işareti Noktalı virgül “bir atölye çalışması başlatmamız gerekiyor” dedi “Georges Braque’ı mercek altına alalım” “Neysek, oyuz; ama hareketliyiz” diyerek atölyeye koştular
(*) Profesör Cevdet Koçak’ı hürmetle anıyorum Cennet Bahçesi’ni “kırıp” derse girdiğimizde, Hoca’mızın “nerede hareket, orada diferansiyel denklem” diyerek başladığı derslerle karşılaşırdık Damağımızdaki çayın lezzetini, Kız Kulesi manzarası yerine kargacık burgacık sembollerle paylaşsak da, yüzümüzden tebessüm eksik olmazdı 😉