Putin’in Ulusa Sesleniş Konuşması, ortak tarih ve kültür çerçevesinde emperyalliğin temellendirildiği bir manifesto niteliğindeydi. Bölgede zaten mevcut olan siyasi nüfûz ile yetinilemeyeceğini, hem Rusya’nın güvenliği hem de etki alanlarında düzen açısından hâkimiyetin gerekliliğini dile getirdi. Putin’le özdeşleşen Kremlin otokrasisi Rusya’nın ancak bir imparatorluk hüviyetinde var olabileceğini (varlığını koruyabileceğini) düşünmekte. Manifestoda da hesaplaştığı üzere, Çarlığın ve Sovyetler’in çöküşü -dolayısıyla emperyal siyasetten uzaklaşılması- sonrası Rusya’nın çözülüşe ve dünyanın da adaletsizliğe sürüklendiğine inanıyor.
Ukrayna işgalinin nasıl sonuçlanacağını bilemiyoruz, fakat kurumsallaşmış, emperyal ihtirasın bir toplumdan kolaylıkla silinemeyeceğini biliyoruz. Hatta gerçekleşmeyen tutkuların -20. Yüzyıl Almanya’sında olduğu gibi- intiharla sonuçlandığını da. İki dünya savaşındaki felaketi Rusya bizatihi tecrübe etti, buna rağmen Kremlin emperyalliği bir talep değil bir zaruret olarak görüyor. Putin’in coğrafya kaderdir gibi bir iddiası yok, daha çok böyle buyurdu tarih demeyi tercih ediyor.
(I) Bir ülkenin farklı coğrafyalar üzerindeki hâkimiyetini gerekçelendirmek için geçmiş en işlevsel malzeme. Bir tarafta eğitim ve kültür sayesinde kollektif bilinci, diğer tarafta bireyin “damarlarında akan” his ile aidiyeti oluşturuyor. Tarih, toplumsal olaylarda kolaylıkla gözlemleyebileceğimiz siyasi bir araç olduğu gibi, tüm süreçlerden bağımsız olarak bireylerin kimliklerini anlamlandırdıkları bir kaynak. Bu bakımdan diğer tüm bilgi alanları karşısında, toplum ve birey için geçerli anlamlar bahşeden bir etkiye sahip.
Tarih anlatısının neden olduğu bir başka şey de bilginin hisse dönüşme kabiliyeti. Hatta tarih metafiziğinin neredeyse dini düşünceyle boy ölçüşebilecek seviyeye ulaştığı dahi söylenebilir. Çünkü anlatı, bireyler için inanç derecesinde kabul görür; karşı anlatı ise bir tür heretizmle yaftalanır. Bireysel kimliğe dair soru, atalar anlatısıyla ilişkili bir değerler birliğinden cevap bulur. Belirli bir tarih kurgusuna aidiyet, geçmişten miras alınan değerin korunmasını sağlar. Neticede tarih inancın konusu haline gelir. Her inanç gibi akıldaki etkinin yanında duygularda kendini belli eder. Yine farklı disiplinlerden çok daha farklı olarak biliş ile duyuşu bir araya getirme imkânına sahiptir.
Toplum ve birey, bilgi ve inanç, düşünce ve duygu arasında kurduğu yetkin bağ sayesinde tarih kurgusu, toplumsal birlik için vazgeçilmezdir. Şimdinin anlamlandırılması için geçmişin tasarlanmasına ihtiyaç duyulur. Tarihi olayın nasıl anlatılacağı aktüel gerçeklik perspektifinden şekillendirilir. Bu bakımdan her türlü toplumsal meseleyi omuzlayabilecek bir kabiliyete sahip. Neticede emperyal tarih okuması, bireyin topluma aidiyetini bilgi ve duygu düzeylerinde kurabilir.
(II) 19. yüzyıla tarih yüzyılı denmesinin nedeni, genellikle sosyal ve beşeri bilimlerin eşzamanlı gelişimiyle açıklanıyor. Bununla birlikte, eski imparatorlukların çözülüşü, yeni toplumsal hareketler gibi pek çok neden, geçmişe dair bilgiyi halkların öncelikli gündemlerinden birisi haline getirdi. Ortaçağ toplumlarının dayandığı destansı anlatı “büyü bozumuna” uğramıştı, fakat hala iktidar ile kendisi arasında manevi bir aidiyete imkân sağlayan tarih anlayışı etkindi. Yeni milliyetçilik formları, muzaffer kahramanlık öyküleri veya toplumsal çilelerin tasviri gibi çelişkilere dayansa da, ulus inşası için muhayyel bir anlatıya mecbur kaldı. Diğer taraftaysa sosyalizm doğrudan bir tarih tenkidi üzerinden gelişti. Yani modern toplumların kuruluşunda tarihin rolü klasik çağlarda mitolojinin etkisinden daha büyük oldu. Büyüsünü kaybeden dini kurumların bireyler üzerindeki etkisinin yerini tarihe duyulan coşku, özlem ve bazen de hüzün aldı. Farklı duygular tek bir şeye hizmet etti: aidiyet.
Tarihi bilgideki içkin etkiyi en iyi fark edenlerden birisi de kuşkusuz Hegel: her şeyden önce geçmiş olayın mevcut gerçeklikle doğrudan ilişkisini (veya ilişkili olarak yeniden kurgulanabileceğini). “Milletlerin” uzun zamanda edindikleri kimlikler ve kimliğe dayalı adet ve tutumlar, tarihte ortaya çıktığı gibi süregelen olaylarda da tezahür etmekte. Öyleyse geçmiş ile şimdinin dayandığı ortak bir zemin olmalı. Aşkın akıl gibi bir şeydir tarihin bilinç oluşu. Bir toplum tarihe dönmeye ihtiyaç hissediyorsa, bu onda mündemiç bir ruha işaret eder. Hâlihazırdaki gerekliliklere toplumu sevk eden etkenlerle, geçmişte olaylarda tezahür eden bilinç birbiriyle örtüşür.
Marx, tarih metafiziğinde dışsal unsur aranma sorununu ve neden olabileceği tehlikeleri fark etti. İnsan ve doğa arasındaki ilişkiye fizik dışı bir anlam yüklemek yerine, tarihi sürecin gerçekte nasıl işlediğini anlamaya çalıştı. Fakat (daha sonra Weber’in eleştireceği üzere) tarihi olayları belirli (iktisadi) nedenlere indirgeme sorununun ve dolayısıyla determinist yaklaşımın neden olduğu başka problemler ortaya çıktı. Bilimsel tarihçiliğin gelişimiyle şunu gördük ki, tarihe farklı yönelişlerin buluştuğu ortak bir mesele var: günümüz anlamlandırmasının ve tabii gelecek endişesinin neden olduğu zaruri kurgular. Evet, bunu insanlık Nasyonal Sosyalizm ve Sovyetler ile tecrübe etti. Fakat tarihi kurgunun yerini başka ne doldurabilirdi ki. Toplum ile birey arasındaki bağı eleştirel tarih verileri kuramayacağına göre, milletlere anlam yükleyen tarihsel imkân kolaylıkla terk edilebilir değil. Zafer günlerinin coşkusunun, yenilgilerin hüznünün, kahramanlara aşkın ve hainlere nefretin bireylerde oluşturduğu ortak hissi ancak tarih meydana getirebiliyor.
(III) Fransız düşünür Michel Eltchaninoff Putin’in zihin dünyasını inşa eden isimlerin başında Iwan A. Iljin ile Nikolai A. Berdjajew’in geldiğini belirtiyor. Hatta eserlerinden bir kısmını zorunlu olarak bürokratlara okutmaktaymış. Putin’in Bolşevizm eleştirisinin kökleri Iljin’e dayanıyor. Aynı zamanda Iljin, demokrasinin Rusya ile uyumlu olmadığına ve bir “eğitim ve üretim diktatörlüğünün” kurtarıcılığına inanıyor. Iljin’in “milli eğitim” programı tarih ve dinin harmanlandığı bir içeriğe sahip. Berdjajew ise pozitivizm ve (yeni ortaçağ olarak nitelediği) uygarlık eleştirileriyle öne çıkan varoluşçu bir düşünür. Dolayısıyla Putin’in dünya görüşü bir modernizm eleştirisine dayanıyor ve bu nedenle sıklıkla dini geleneğe atıf yapıyor. Putin’in Lenin eleştirisi de bu bağlamda değerlendirilebilir, değer ekseninde anlam ve aidiyet veren kutsallığın kaynaklarının terk edilmesi.
Buna eşlik eden tarih görüşü ise, geçmişte olduğu gibi Rusya’nın ancak batı sömürgeciliği karşısında alternatif bir emperyal güç olarak varolması gerekliliğini destekliyor. Emperyal tarih anlatısı, farklı etnik kökenlere dayanan vatandaşlar için ortak aidiyet bağını sağlayabilir. Bununla birlikte tarih, Rusluğun (her geçen gün düşmana dönüşen) ötekilerden neden farklı bir değere sahip olduğunu da açıklıyor. Bu ortak değerin Kievan Rusya’da, geçmişte (Osmanlı karşısında olduğu gibi) ve şimdi Amerika karşısında korunması gerekli. Kremlin’e göre, Ukrayna’da birileri yalnız düşmana hizmet etmiyor, aynı zamanda ortak aidiyet bağına ve tarihsel değere ihanet ediyor. Bu bakımdan oldukça bilinçli bir düşman tanımı icat edilmiş: Neonazi. Neonazi yalnız siyasi karşıtlığın değil, tarihi bir hesaplaşmanın tanımı. Güce başvurmak, siyasi kararın ötesinde tarihi bir sorumluluk.
Rusya’nın emperyal ruhu, milletinde içkin bir öz olarak tarihte tezahür ettiği gibi şimdi de ortaya çıkmak zorunda. Bu Kremlin’e göre Rus milletinin karakteri ve varoluş meselesi. Tarih ve dini anlatının harmanlandığı dünya görüşü, Rusya’nın ancak emperyal güç olarak tarihte kaldığını ve kalabileceğini düşünüyor. Yani ortodoksi, otokrasi ve nasyonalizmi birleyen bir Çarlık doktrini devamlı hayat bulmak zorunda. Elbette emperyal zihniyeti de öncelikle tarih temellendiriyor.