Geçen yazım AKP iktidarının niçin Ermeni meselesini Türkiye içinde tartışmaktan gocunmayacağına işaret etmekteydi. Bunun insani bağlamda birçok yararının olacağı açık. Ermeniler de, ‘karşı’ taraftaki Türkler ve Kürtler de aslında bu mesele yüzünden ruh sağlıklarını epeyce yitirmiş durumdalar. Soykırım kavramı her iki tarafta da tarihten kopmaya, yabancılaşmaya neden oldu. Diyalogun artması doğal olarak normalleşmeyi de getirecek ve her iki tarafın dilini daha nesnel kılacak.
Ancak Ermeni meselesinin konuşulmasının AKP hükümetine bunun ötesinde yararları var. Öncelikle AKP’nin temsil ettiği kimliğin ‘soykırım’ baskısından kurtulması yönünde önemli bir imkân. Çünkü bilindiği üzere 1915’de katliamlara karışan her türlü insan olmasına karşın, Ermenileri koruyanların hemen hepsi Müslüman dindarlardı. Ayrıca Ermeni mallarının hemen hepsi de İttihatçı ailelerin eline geçti. Diğer bir deyişle tartışmalar bugünün Müslüman dindarlarının kendilerini İttihatçılardan ayrıştırmaları için bir vesile olacaktır. İttihatçılığın askerî darbeler üzerinden sürekli kılındığı ve 28 Şubat 1997 darbesinde dindarlar aleyhine uç noktalara vardığı düşünülürse, muhafazakârların bu adımı atmaları pek zor gözükmüyor.
Bu ayrışma önümüzdeki dönemde AKP’nin önüne yeni bir meşruiyet yolu açacak. Eğer Kemalist otoriter laiklikten ve Türk kimliğinin dayandığı devletçi ve kısır milliyetçilikten kurtulmak isteniyorsa, söz konusu tarihsel kopuşun sağlayacağı yeni psikolojiye ihtiyaç var. Bu tespit bizi ilginç bir noktaya getiriyor: Ermeni meselesi sadece kimlikler arası bir gerilim değil, aynı zamanda Türkiye’de rejimin niteliğini de belirleyen bir etken. Nasıl AKP bugün bu meselenin konuşulması sayesinde siyasi sistemi değiştirme gücü üretebilecekse, 1920’li yılların Kemalist kadrosu da aynı meselenin konuşulmaması sayesinde otoriter bir rejimi yerleştirebildi. 1918-19 yıllarında açıkça konuşulan, medyada yer alan Ermeni meselesi bir anda tabu haline getirilerek bir ‘devlet meselesi’ olarak tanımlandı. Devlet bu konuyu ‘makbul’ vatandaş üretmek için kullandı. Ermeni meselesinin Türkiye’nin bekası için tehdit oluşturduğu tezi sayesinde, vatandaşlara bu konuda ne söyleyecekleri, hatta nasıl düşünecekleri empoze edildi. Kısacası Ermeni meselesi Türkiye’de devletin otoriter rejimi sürdürmesinin aracı oldu. Ermenilerin soykırım kavramını öne çıkarmaları da sonraki yıllarda bu tutumu meşrulaştıracak şekilde kullanıldı…
Şimdi biraz daha geriye gidelim. İttihatçılar ile Ermeni ihtilalci partisi Taşnakların çok yakın çalıştıklarını, Sultanlık rejimiyle ilgili aynı görüşleri paylaştıklarını biliyoruz… Acaba aralarının bozulması sadece kimliksel bir mesele miydi? Yoksa kurulacak yeni rejimle bağlantılı mıydı? Amerikalı Ermeni tarihçi Gerard Libaridian’ın bundan otuz yıl önce ortaya attığı, pek popüler olmayan ama derin bir içgörü taşıyan analizi bu noktaya parmak basıyor: Eğer İttihatçılar ile Taşnaklar anlaşsa, Ermenilerin göreceli özerk olabilecekleri bir rejime geçilseydi, bu kaçınılmaz olarak demokratik yönü güçlü bir siyasi sistemi gerektirecekti. Yani İttihatçıların siyasi gücü paylaştıkları ademi merkezi bir yapı doğacak, merkezin ağırlığı azalacaktı. İttihatçıların jakobenizme çok yakın olan siyasi görüşleri veri alındığında böyle bir geleceğin çok da cazip olmayacağını tahmin edebiliriz.
Sonuçta dün olduğu gibi bugün de Ermeni meselesi aynı zamanda bir siyasi rejim meselesi olmayı sürdürüyor. Ermenilerle barış geçmişte korkulan bir geleceğe işaret ediyordu. Bugün ise belki de arzu edilen bir geleceğin parçası…