Ana SayfaYazarlarEylül’de bayram

Eylül’de bayram

 

Bab-ı Âli yokuşunda yaşamını çiçek satarak ve ayakkabı boyacılığı yaparak kazanan yaşlı bir adam vardı. Bir işhanında bekçilik yapıyordu aynı zamanda. Yanında gide gele dost olmuştum onunla. Gençliğinde iki kez Milli Piyango’dan büyük ikramiyeyi kazanmış kısa sürede kazandığı parayı bitirmişti. Bir keresinde sormuştum ona: “Hadi ilkini anladım da ikincisinde niye aynı hataya düştün?” Adam acı dolu gülümsemeyle yüzüme bakmış ve “Para ve güzel kadın insanı mutsuz yapar. Çünkü ikisini de senden çalmaya çalışırlar…” demişti.

 

Dünyanın en güzel ülkelerinden birinde yaşadığımı düşünüyorum. Başka bir ülkede yaşamayı aklımın ucundan bile geçirmedim. Gençliğimde bu isteği elimin tersiyle ittim. İyi ki de öyle yapmışım. Gel gör ki bu cennet gibi memleket mutsuz, huzursuz insanların ülkesi aynı zamanda. O mutsuzluk ister istemez sana da yansıyor bir şekilde. Hep birilerinin çalma isteğinden olmalı ki, memleket bir türlü güzelliğine yakışır huzuru bir türlü yakalayamıyor. En son 15 Temmuz’da çalmak istediler ülkeyi. Alçakça katlettiler insanları, ülkenin kendilerinin olması adına… Pek çok darbe geçirmiş memleket halkı bu kez çıplak elleriyle, bedenleriyle dur dedi alçaklara ve biz göremedik ama yarınlarda bu ülkede yaşayacak olanlar; darbesiz bir ülkede yaşayacaklar umudu doğdu içimde… Umarım öyle olur.

 

Her yönüyle çok sıcak kavurucu bir yazdan geceleri hafif üşümelerin yaşandığı Eylül ayına geçtik. Memleket bir hesaplaşma içinde, yazın kavuruculuğu devam ediyor hâlâ. Bu yakma hali bize de yansıyor, nobranlaşıyoruz farkında olmadan. En çok da yakımızdakilere yansıyor nobranlık. İnciniyor ve aynı sertlikte incitiyoruz. Ki, Eylül ayı aynı zamanda bir hesaplaşma ayıdır insanın iç yolculuğuna çıktığı.

 

İnsan yaşamını rüzgarda sallanan yaprağa benzetirim. Mart’ta tomurcuklanır Nisan’da yaprak olur, sallanır yaz boyunca ve Eylül ayı gelince rüzgarın etkisiyle yavaşça düşer toprağa. İnsan hayatı da bu kadar kısa işte… Bu kısacık hayatı ‘karıncayı incitmeden’ yaşayabiliyoruz ama karıncanın dışında kalan her şeye hoyrat davranabiliyoruz. Sorgusuz sualsiz.

 

Bir keresinde, haber takibi için iki kişiyi öldüren bir adamın yaşadığı mahalleye gitmiştim. Cinayetin nedenini araştırıyordum. Adam ofisine gelenleri gözünü kırpmadan öldürmüştü. Alacak verecek meselesiydi. Komşusuna sordum gece işlenen cinayeti. “Çok iyi bir adamdı, biz de çok şaşırdık, karıncayı bile incitmezdi’’ diye konuşunca ben, “Zaten karıncayı incitmedi, iki insanı öldürdü’’ cevabını vermiştim. Şimdi düşünüyorum da anlamadan etmeden ne kadar vahşi bir cevaptı bu…

 

Oysa yıllar önce bir Eylül günü çalıştığım gazetenin Kadıköy Bürosu’na bir kadın gelmişti. Akşam vaktiydi, saçları dağınık, yüzünde morluklar vardı. Orta yaşlı güzel bir kadındı, öyle çat kapı gelmişti işte. Oturdu, "Necisin?’’ diye sormaya gerek kalmadan anlatmaya başladı hikayesini. Bir adama sevdalanmıştı. Önceleri her şey iyi gidiyordu. Aileden zengindi kadın. Kadıköy civarında daireleri vardı. Adamın borçları için bir iki daireyi satmışlardı ama önemli değildi. Fakat zaman geçtikçe para isteği bitmiyordu adamın. Adam kumar oynuyordu, ayrıca başka kadınlar da vardı hayatında. Kurtulmak istiyordu kadın ama yüreği kal diyordu. Böyle sürdü gitti bir süre. Bir süre sonra adamın doymaz bilmeyen para isteğine karşılık vermeyince bu kez şiddetle tanıştı kadın.  Birdi ikiydi derken karakola başvurmuş, polisler sadece ifadesini alıp göndermişlerdi. Hikayesini dinledikten sonra “Benden ne yapmamı istiyorsun, haber mi yapayım. İstersen polise birlikte gidelim, o zaman ilgilenirler” dedim.

 

“Sadece anlatıp rahatlamak istedim” diye cevap verdi. Sonra ayağa kalktı, yavaş adımlarla kapıya yönelirken geri döndü, “Biliyor musun ben bu adamı öldüreceğim’’ dedi kendinden emin bir şekilde… “Hiçbir neden bir insanın canını alma nedeni olamaz’’ diyecek oldum ona. Duydu mu duymadı mı emin değilim.  Çıkıp gitti ofisten, tıpkı geldiği gibi.

 

Birkaç gün sonra polis telsizinden bir cinayet anonsu geçti. Katil teslim olmuştu. Kadıköy Cinayet Büro Amirliği’ne gittim. Büro amirinin ofisinde oturan o kadındı. Nezarete atmamışlardı, sürekli ağlıyordu. Beni görür görmez dizginleyemedi kendisini. “Sana demiştim bu adamı öldüreceğim diye…”  Sustum. O gün anlamıştım her insanın bir gün katil olabileceğini…

 

İnsanız işte; tomurcuk oluyor yeşeriyoruz, sallanıyoruz rüzgarda ve bir gün hafif bir darbede savuruluyoruz toprağa. İşte bu kadar kısa sürede hayata dair ortaya ne koyduğumuz önemli. Kötülük ve iyilikler birbirinin kardeşidir. Aynı pınardan beslenir. Bu Eylül ve bayram gününde bir iç hesaplaşma yolculuğuna çıkarken bunları düşündüm çokça…

 

Evet, bugün bayram. Aynı zamanda bu ülkede insanların hayatını çalan 12 Eylül darbesinin de yıldönümü. Darbeleri artık geride bırakıp bayrama odaklanmalı, iyilikleri çoğaltma adına. Hem ne der halk ozanı Erzurumlu Emrah, “Bir dağ ne kadar yüceyse, bir kenarı yol olur. Buna bayram günü derler, dostla düşman bir olur.”

 

İyi bayramlar…                    

- Advertisment -