12 Eylül 1980 darbesinden önceki günlerdi. Hemen her gün, sağ-sol çatışmasında, 15-20 kişi yaşamını yitiriyordu. Meclis aylardır Cumhurbaşkanı seçemiyordu. Tam bir kaos içindeydik… İki büyük partinin (CHP-AP) liderleri, birbirlerini en ağır dille suçlamayı sürdürüyordu. Darbe olduğunda kimsenin sesi çıkamadı. Darbeciler, fark gözetmeksizin, dört partinin liderini de tutukladılar, siyasetten yasakladılar.
Aşırı kutuplaşmadan beslendiler
15 Temmuz’a gelirsek… “Fethullahçı” darbe girişimine ilişkin ortaya çıkan bilgiler, yaşadığımız tehlikenin derinlik ve karmaşıklığını gösteriyor. Siyaset, özlemini duyduğumuz bir uzlaşma ve ortak hareket etme kültürü ortaya koymaya çalışıyor. Kutuplaşma ve ötekileştirmenin, ortalığı karıştırmak isteyen darbecilere yaradığını, hep birlikte gördük. Çevremiz, uzun bir süredir ateş çemberi. İçeride ise, “silahlı şiddet”ten, “öteki kutbun yok olmasını isteyen öfkeli kitleler”e kadar uzanan, çok bilinmeyenli bir denklemden söz edilebilir. 15 Temmuz kalkışması, bu ortamdan yararlanmaya çalıştı. Darbe kalkışmasına, muhalif çevrelerin de olumlu bakabileceği düşünüldü. Darbe gecesi, CHP ve MHP liderlerini arayan darbeciler, onların desteğini istemişler. Ortamın gerilmesi, rekabetin yerini hınç ve öfkenin alması, en çok darbecileri heyecanlandırmış belli ki. Ancak, siyasi partilerden, bu hesapları bozan bir tutum, bir ortak bilinç geldi. Darbenin püskürtülmesinde, “ortak bilinç”in ciddi katkısı oldu. Kutuplaşma ve düşmanlığa dönüşebilen toplumsal kopuşların, ne büyük tehlikeler yaratabildiğini, şimdi hepimiz daha iyi anlıyoruz.