Türkiye’de sağ siyasetin yarı kutsal kavramlarından “milli irade” aslında göründüğü kadar yerli ve milli bir kavram değildir.
Kökleri, Rousseau’nun Fransız jakobenlerine ilham veren, halk için halka rağmen otoriterliğine kapılar açmış “genel irade” kavramına dayanır.
1908’den itibaren padişahın otoritesine karşı “hakimiyet-i milliye” anlamında kullanılmaya başlanan kavram, 1920’de Meclis’in açılışıyla cumhuriyetçi bir meydan okuma olan “egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” düsturuna dönüştü.
“Milli İrade” olarak bugünkü anlamına ise 1950’de çok partili parlamenter demokrasiye geçtikten sonra, ama esas olarak 27 Mayıs darbesinin ardından kavuştu.
Özetle şu demekti: Seçimlerin sonucunda ortaya çıkan halkın tercihlerine ve temsilcilerine saygı gösterin.
Bu serzenişin muhatabı da devletin seçimlerin sonuçlarıyla değişmeyen esas sahipleriydi.
Türkiye siyaseti yıllarca “müesses nizam”, “iyi sıhhatte olsunlar”, “derin devlet”, “statüko”, “jakoben elitler”, “askeri vesayet” ile seçilmiş sağ iktidarlar arasında “milli irade” kavgalarına şahit oldu.
Sandıktan çıkan sonuçlardan memnun olmayanlar yıllarca sandığın meşruiyetini sorguladılar, seçilmiş iktidarların tepsindeki askeri vesayeti bir güvence olarak gördüler.
Seçimle iktidara gelenler ise demokrasi profillerini sandıktan öteye taşıyamadılar.
O anlamda sağ siyasetin “milli iradeciliğine” yapılan “çoğunlukçuluk” eleştirisi haklı bir eleştiriydi.
Gerçekten de demokraside sandık her şey değil. Kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, insan hakları, fikir, medya özgürlüğü olmadan sadece iktidar sandıktan çıktığı için bir rejim demokrasi olmuyor.
Ama “milli iradecilik” de durup dururken ortaya çıkmadı. Demokrasi iktidarın kaynağı ve meşruiyeti sorununu adil seçimlerle sandıkta çözen bir rejim. “Milli iradecilik” eleştirilerini getirenler de bunu bir türlü içine sindiremeyenlerin direncini görmediler.
Bu kısır döngü içinde en yakın hatıralarımızda, Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesine karşı Cumhuriyet mitingleri, muhtıra, 367 kararı ve AK Parti kapatma davası olan sayısız kriz yaşandı.
Fakat bütün bu krizler içinde bir şey bozulmadan kendi rutininde devam etti.
Seçimler…
Seçilmiş iktidarlarla atanmış bürokrasi arasındaki çetin güç mücadeleleri içerisinde bile 69 yıl boyunca seçimler adil bir şekilde yapıldı. İktidarlar el değiştirdi, koltuklar bırakıldı.
Bu yüzden 27 Mayıs darbesinden bir yıl sonra sandıktan darbecilerin yargıladığı Demokrat Parti’nin devamı iddiasındaki partiler, darbeye hala devrim denen 1965’de DP’nin devamı olan Adalet Partisi, 1983’de darbecilere rağmen Özal, 1994’de belediyelerde Refah Partili adaylar, 27 Nisan muhtırasından dört ay sonra 22 Temmuz’dan sandıktan AK Parti çıkabildi.
Tabii ki tartışmalı kararlar, itirazların yükseldiği, iptal edilen seçimler hep oldu.
1963 yerel seçimlerinde İstanbul belediye başkanlığını kazanan Adalet Partili Nuri Erdoğan’ın başkanlığını YSK iptal etti.
Ama Erdoğan, resmi görevinden istifa etmeden aday olmuştu. Açık bir yasa ihlali vardı. Partisinden bile yüksek sesli itirazlar yükselmedi.
1968’de YSK bu kez İstanbul’da AP’li belediye meclis üyeliklerini iptal edip, yeniden seçim kararı aldı. İktidardaki AP karara çok öfkelendi, YSK’nın yetkilerini budamayı bile tartıştı ama meclis üyelerini aday gösteren parti yöneticilerinin bu yetkisinin olmadığı ortaya çıkmıştı, yine açık bir kural ihlali vardı.
1994 yerel seçimlerinde Fatih’te seçim iptal edildi ve mazbata seçilmiş başkan Mehmet Ali Şahin’den alındı. Ama burada da sebep pusulada İşçi Partisi ve Sosyalist Birlik Partisi’nin yanlışlıkla yer almamasıydı. Telafisi mümkün olmayan, seçim sonuçlarını doğrudan etkileyen bir hataydı bu.
2014 Yalova yerel seçimlerinin iptal edilmesinin sebebi de bir ile altı arasında gidip gelen cüzi farktı. Kısıtlı olmasına rağmen oy kullanmışların sayısı farkı kapatmaya yetiyordu, seçim yenilendi.
Bütün bu kararlarda YSK, halkın iradesini doğru yansıtmak, sadece sonucu değiştirecek itirazlara bakmak, adil seçim anlayışını zedelememek gibi kriterleri esas aldı.
Aldığı kararlarla da kendisini bağlayan bir içtihatlar külliyatı ve seçimlerin oraya buraya çekilemeyecek matematiği ortaya çıktı.
İşte bu yüzden 14 Mayıs 1950’den başlayan ve 69 yıldır iyi işleyen bu sistemde 6 Mayıs 2019’da verilen karar büyük bir kırılmaya işaret ediyor.
Seçim gecesi verileri nereden aldığı hala belirsiz Anadolu Ajansı’nın, Ekrem İmamoğlu’nun Binali Yıldırım’la arasındaki farkı kapatmaya başladığı anda veri akışını kesmesiyle başlayan skandallar serisi, ertesi gün bütün İstanbul’a AK Parti’nin zafer afişlerini asmasıyla sürdü.
Ardından bir medya bombardımanıyla seçimde hile iddiaları başladı. Sandıkta darbe manşetleri atıldı. Elle sayılan ve tasnif edilen her seçimde olan maddi hataların yapıldığı tutanaklar, sistemde düzeltilmiş olmalarına rağmen kasıtlı ve organize bir seçim hilesinin delilleri olarak sunuldu.
Sandık kurulları başkanlarının gözaltına alındığı, seçimin iptal edildiği, seçim kurullarında kavgalar çıktığıyla ilgili yalan haberler yapıldı.
Aradaki farkı kapatmak için bütün geçersiz oylar yeniden sayıldı, beş ilçede bütün oylar yeniden sayıldı.
Hangi seçimde ve ilde yeniden sayılırsa sayılsın, bir miktar geçersiz oyun geçerli hale geleceği bu sayımların sonuçları bile hilenin delili olarak sunuldu.
Ama fark yine kapanmadı.
Bu kez televizyonlardan saatlerce yayınlanan basın toplantılarında eski Başbakanlar, parti kurmayları Büyükçekmece’de büyük usulsüzlükler yapıldığını anlattılar.
Ama oradan da istenen sonuç çıkmadı.
Bu kez oy vermemesi gereken 41 bin kısıtlı veya mahkumun oy verdiği iddia edilerek YSK’ya seçim iptali için başvuruldu.
Ama yapılan tespitlerde bu sayının 800’ü bile bulmadığı ortaya çıktı.
Kısıtlı ve hükümlü oy kullananların sayısı 14 binlerdeki farkı kapatmaya yetmediği ve bu yüzden seçim sonucunun iptaline gerekçe olamayacağı için 14 bin KHK’lının oy kullanma hakkı iki kez itiraz dilekçesinde YSK’nın önüne taşındı.
YSK’nın kararından bir gün önce Anadolu Ajansı, sandık kurulu üye ve başkanlarından 43’ünün FETÖ’yle irtibatının tespit edildiğini haber yaptı. İki sandık görevlisinin bylock kullanıcısı, 41’inin ise Bank Asya’ya para yatırıldığı tespit edilmiş. Ne zaman yatırmışlar, belirsiz. Bu yüzden haklarında soruşturma açılmış mı? Nasıl tekrar sigortalı çalışan olabilmişler, belirsiz.
Ve nihayet önceki akşam karar çıktı.
YSK ne haftalarca manşetlerde dolaştırılan büyük organize şebekelerin yaptığı iddia edilen oy kaydırmaları, geçerli oyları geçersiz yapmış bilinmeyen güçleri, Büyükçekmece’de oynanan kirli oyunları, organize bir şekilde oy verdirilen kısıtlı ve hükümlüleri, ne de son dakika FETÖ iddialarını ciddi buldu.
Seçimi iptal ettiren gerekçe, her seçimden önce kaymakam ve valiler tarafından ilçe seçim kurullarına bildirilen, ilçe seçim kurullarının kurayla seçtiği, ilan ettiği ve bir haftalık itiraz hakkı sonucunda kesinleşen sandık kurullarındaki başkan ve üyelerden bir kısmının memur olmaması oldu.
İlçe seçim kurulları, sandık kurulları için yeterli sayıda memur bulamayınca, 2018’de kanun değişmeden önce yaptıkları gibi bazı bankalar ve belediye şirketlerine yazı yazarak personel istemişti. Muhtemelen son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yaptıkları gibi.
Tümüyle devletin memurlarının yaptığı, hakimlerinin atadığı, siyasi partilerin sadece itiraz hakkı olan kesinleşmiş bir listenin faturası 8.5 milyon İstanbulluya çıkarıldı.
Bir fatura da devlete güvenip, zorunlu olarak sandıklarda görev yapmış ama şimdi adları kriminal bir soruşturmada geçen sandık görevlilerine çıkarılacak. Üstelik tam olarak ne yaptıkları bile söylenmeden.
Çünkü, bu sandık başkanları ve üyelerinin, partilerin temsilcilerinin de olduğu o sandıklarda, YSK’ya göre seçim sonucunu etkileyecek ne yaptıkları da belirsiz.
AK Parti’nin itirazında sandık kurullarında ne olduğuyla ilgili somut bir tespit ve suçlama yok.
Ama YSK’nın yedi hakimi, AK Parti’den gelen “Birileri kesin bir şeyler yapmış” izahını yeterli buldu.
Kısa bir süre önce Bursa Mustafakemalpaşa’da yapılan aynı itirazı “Sandık kurulları kesinleştikten sonra itiraz edilemez” diye reddettiğini de unutarak.
Üstelik seçimin sonucunu değiştirecek işler yaptıklarına kani oldukları sandık kurullarının, aynı sandıklarda aynı zarfın içine atılan pusularla ilçe belediye başkanı, meclis üyesi ve muhtar seçerken bir usulsüzlük yapıp yapmadıklarına bakma gereği bile duymadan.
Başka şehirlerde de bu yapıldı mı diye de bakmadan.
“Kimse başvurmadı ne yapalım” bahanesinin arkasına saklanarak, kendi hatalarından, seçim iptali mazereti üretilmesine seyirci kalarak…
Ortada neresinden tutsanız elinizde kalan, 69 yıllık YSK ve demokrasi tarihinin en keyfi, en hukuksuz kararı var.
Ama 6 Mayıs 2019, sadece YSK’nın ve 69 yıllık demokrasi tecrübemizin üzerine düşen bir gölge değil aynı zamanda milli irade diskurunun da el değiştirdiği gün.
Artık devletin başka sahipleri var. Askeri/sivil bürokrasi ve yargı bu yeni duruma göre izalanmış durumda. Sandık ise yıllar sonra elde edilmiş iktidarın kaybedilebileceği bir risk haline geldi.
Tarihin bir ironisi, muhafazakarların yeni devletine karşı milli irade bayrağı da yıllarca milli irade düşmanlığıyla suçlanan CHP’nin eline geçti.
Kararı İstanbullular duyduğunda Ramazan’ın ilk iftar sofrası için hazırlıklar yapıyorlardı.
Altyazılarında seçimin iptal edildiği haberlerini geçen televizyonlarda, orucun sadece aç kalmak demek olmadığından, kul hakkından, nefis terbiyesinden bahseden hocalar konuşuyordu.
Ama yıllarca milli irade bayrağını sallamış olanlar bir iftar vakti, milyonlarca insanın milli iradesini afiyetle yedi.
Allah kabul etsin, herkese hayırlı Ramazanlar….