Yardımlaşmanın, paylaşmanın ve ikramın her türünün gerçekleştiği güzel bir ay Ramazan. Yoksun haliyle komşularına bir şeyler ikram ederek paylaşmak isteyen Gurbet Hanım, üç çocuğuyla birlikte yaşıyor. En büyük çocuğu 26 yaşında zihinsel engelli bir MS hastası. Eve gelen yardım paketinden bir şeyler pişirip, bebe önlüğü takıp, oğlunu iftardan önce doyurmaya çalışıyor. Ağzı açık yardım paketinin içerisinde birkaç torba makarna, mercimek ve kocaman bir teneke endüstriyel sıvı yağ görünüyor…
Yıllar önce, bu tür gıda yardım paketlerinin nelerden oluşacağına kimler nasıl karar veriyor diye merak etmiş, yardım kuruluşlarından birinin başkanına bu içeriğin yerel ve gerçek gıda maddelerinden oluşturulması konusunda bir düşünceleri olup olmadığını sormuştum. Garip bir soru sormuşum gibi istihzalı bir biçimde “insanların karnını doyurmaya çalışıyoruz” diye cevap verdiğini hatırlıyorum. Bir insanın karnı herhangi bir şeyle doldurulduğunda gerçekten doyuyor mudur acaba?..
Dünyada en fazla gıda tüketen Amerikalılar arasında beslenme yetersizliği çeken obezler ve ölüm riski altında yaşayan şişman çocuklar var; belli ki karnı yiyecekle dolmuş bu insanların mideleri gerçekte doymuyor. Kaldı ki yılda bir kaç kez hazırlanan bu hediye paketleri, onların da alabileceği makarna ve bakliyatla mı doldurulmalı yoksa kendi bütçeleriyle asla alamayacakları gerçek bal, sızma zeytinyağı, fındık, badem gibi yemişler ve taze sebze meyvelerle mi onları sevindirmeli? Bu tadımlık lezzetlerle yılda bir kere de olsa midelerine ziyafet çekmeleri sağlansa güzel olmaz mı? Aslında saydığım bu gıdalar lüks değil, normal sağlığımızı sürdürmemiz için gerekli olan yiyecekler. Fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak sağlıklı olabilmemiz için bu gıdaları aşırı tüketmemize de gerek yok. Makul ölçülerde yediğimizde, paylaştığımızda ve onların yetiştirilmesi, üretilmesinde katkımız olduğu sürece dünyada herkese yetecek kadar iyi gıdanın mevcut olduğunu düşünüyorum.
Gerçek bir gıda, görüntüsündeki güzellik, etrafa yaydığı koku, içerdiği besleyici ögelerin zenginliği ve kendine has oranları ile sağlıklı olmamızdaki en büyük role sahip unsurdur. İşte size birkaç çarpıcı örnek:
Chris Walks 2003 yılında henüz 26 yaşındayken doktora gittiğinde, kolon kanserinin 3. fazında olduğunu ve hastalığın lenf bezlerine sıçradığını öğreniyor. Cerrahi müdahale sonrasında ise hastanede kendisine verilen yiyeceklerin kötülüğünden durumun vahametini fark ederek, kendi sağlığının kontrolünü ele alıp, hemen ani bir kararla diyetini değiştirmekle işe başlıyor. Sonrasında, gerçek gıdalar yanında toksik olmayan tedavileri de deneyerek sağlığına kavuştuktan sonra, bu iyileşme sürecini, kendine ait web sitesinde diğer kanserli hastalarla paylaşıyor. (www.chrisBeatcancer.com).
Sandro Ellix Kant da, 1980’den beri HIV virüsü taşıdığı halde, halen hayatta ve sağlıklı yaşayan biri. Fermente yiyeceklerin (turşu, ekşimayalı ekmek, kefir, yoğurt gibi) şifalanmasında önemli bir rol oynamasını fark ettikten sonra, evindeki mutfağında gerçekleştirdiği fermentasyonla ilgili yüzlerce denemesini kitaplaştırmış (The art of fermentation). Bir kitapla yetinmeyerek aynı konuda dört kitap daha yazmış.(www.wildfermentation.com) Bu başarı öykülerinin dışında, yiyeceklerinde yaptığı küçük iyileştirmelerle sağlıklarında kazandığı gözle görülür büyük etkiyi birebir sohbetlerimizde paylaşan insanlar da oldukça fazla.
Beslenmemiz sadece fiziksel sağlığımızı iyileştirmekle kalmıyor, zihinsel ve duygusal sağlığımızda da pek çok güzelliği ortaya çıkarıyor. Annem çok uzun yıllardır kendi tohumlarıyla sebze yetiştiriyor; “bebeklerim” dediği sebzeleri ve çiçekleriyle olan muhabbeti, onun olduğundan çok daha genç ve enerjik görünmesine neden oluyor. Her yaz, onun bu sürece sevinç, hayret ve neşeyle katılmasına tanıklık ediyorum ve çok mutlu oluyorum.
Sevaba girmek için yapacağımız yardımlar, bütün bunlar dikkate alınarak planlansa daha anlamlı olmaz mı?