Ana SayfaYazarlarGeriye dönülürse devlet Kürtleri kaybeder

Geriye dönülürse devlet Kürtleri kaybeder

 

Çözüm süreci, Kürtlerin altın tepside PKK'ya sunulması değildi ama PKK ve HDP, bu süreçte, fiili olarak Kürtlerin siyasi temsilcisi konumuna geldi. Örgüte mesafeli duran kesimler hızla örgüte yanaşmaya başladı. PKK ve HDP, son üç yılda Güneydoğu’ya hakim, silahlı-siyasi güce dönüştü. Çözüm sürecinin etkisiyle İstanbul sermayesi ve merkez medya bile zaman zaman, açıktan devlete karşı PKK ve HDP'yi destekleyebildi.

PKK’nın kendisi açısından bu elverişli ortamı devam ettirmesi beklenirken örgüt, anlaşılmaz bir şekilde, geçmişte yaptığı gibi yine teröre yöneldi. Kandil, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemeye girişti. PKK’nın savaşa yönelmesi, çözüm sürecinin de sonu oldu. Çözüm süreci, PKK'nın rasyonel bir aktör olacağı analizi üzerine bina edilmişti. Devlet demokratik açılımla PKK ve HDP’nin önünü açacak, örgüt de buna karşılık silahları terk ederek sivil-siyasi hayata entegre olacaktı. 

Her şey yolunda gider görünürken, PKK havadan sudan bahanelerle süreci tersine çevirdi. Hakim olan görüşe göre, bu değişikliğin sebebi Suriye’deki gelişmeler. Bölgedeki gelişmelerin PKK’yı strateji değiştirmeye ittiği savunuluyor. Ancak bu görüşü öne sürenlerin hiçbiri, Güneydoğu’ya hızla yerleşerek Türkiye’deki Kürtlerin “yasal” temsilcisi sıfatını kazanmaya başlayan, AK Parti’ye karşı İstanbul sermayesi ile Hürriyet gazetesinin bile desteğini alan, hatta yazar ve sanat çevrelerinin sempatisini üzerine çeken örgütün, Suriye politikasını neden Türkiye ile barış ve eşgüdüm halinde yürütmeye yönelmediğini bir türlü açıklayamıyor. 

PKK’nın “Daha fazlasını istediği için Türkiye ile çatıştığı” tezi mantıklı görünse de gerçekçi değil. Türkiye’deki Kürtlerin “meşru” temsilcisi olarak örgüt, Suriye’de daha güçlü ve etkili olmaz mıydı? “İyi de, ama Ankara buna yanaşmadı” diyenler de mevcut. Bu görüş, PKK’nın Kürtleri kandırmak için uydurduğu günlük argümanlardan biri. Irak’ta bağımsız Kürt devletini destekleyen ve düne kadar PYD liderini burada ağırlayan Ankara, daha baştan karşı çıkmadığı kantonlara neden sonradan tavır alsın? Durup dururken ülkeyi iç savaşa sürükleyecek bir süreci neden bile isteye tetiklesin? 

PKK’yı dünyadaki büyük güçlerden bağımsız değerlendirmeye tâbi tuttuğumuzda karşımıza, Kürtlerin ihtiyaçları üzerinden hareket eden, bunun için biraz sert yöntemlere yönelen ve silaha sarılan bir örgüt çıkıyor. 

PKK elbette anti-rasyonel bir aktör değil. Bize saçma görünen girişimlerinin arkasında bir tutarlılık ve stratejik bir akıl var. Fakat bu akıl, “Kürt davası”nın ihtiyaçlarına göre değil, örgüte hakim olan büyük güçlerin mantık ve tutarlılık kılıfına büründürülmüş çıkarlarına göre işliyor. 

PKK, Türkiye düşmanlığı üzerine kurgulanmış bir örgüt. PKK’nın ürettiği milliyetçi kimlik, Türkiye ile sürekli bir çatışma hali için kurgulanmış. PKK’nın “Barış” ve “Çözüm” gibi başvurduğu sivil yöntemler ise örgütün siyasal ve psikolojik açıdan kale kapısından içeri sızmak amacıyla içine saklandığı bir Truva atı sadece. Hükümeti, PKK’yla yeniden müzakereye çağıran devletler ve çevreler, aslında Ankara’yı kale kapılarını içeriden açması için teşvik ediyor. Bu güçler, ne yaptıklarının da gayet farkında.

Türkiye, bu aşamadan sonra elbette PKK’yı yok sayacak şansa sahip değil. 40 yıl öncesine istese de dönemez kimse. PKK’nın silahlı ve örgütsel varlığı, devletin bu yapıyla bir şekilde hep temas halinde olmasını gerektirebilir. Fakat devlet, örgütü yakın geçmişteki gibi “Kürt siyasi hareketi” veya “Kürtlerin temsilcisi” anlamına gelecek bir protokolda kabul etmeye yanaşırsa bin yıldır birlikte yaşadığı Kürtleri bu kez tümden kaybeder. Devletin boyun eğdiğine Kürt vatandaşlar hayli hayli boyun eğer!

- Advertisment -