Gezi davası ile ilgili en çok üzerinde durulan husus, Türkiye’de yargının siyasi etki altında, hukuktan bağımsız işlediğini göstermesidir. Bu özellik hemen bütün muhalif yayınlarda net bir şekilde ifade ediliyor. Gezi davasının birkaç kez beraatle sonuçlanmış olmasına rağmen ilave delil göstermeden yeniden yargılama yapılması, mahkemede yer alacak yargıçlarının ayarlanması, yargıçların diğer devlet memurlarından farklı olarak “tarafsız” olması gerekliliğinin ihlal edilmesi gibi skandal nitelikteki hususlar en azından muhalif basında son derece ayrıntılı bir şekilde işleniyor.
Ayrıca, bu dava için hukuki bir gerekçe bulunamaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili ifadeleri nedeniyle davanın siyasi yönünün öne çıkarılması da bu durumu benim bir kez daha ifade etmemi gereksiz kılıyor.
Ben bu dava ile ilgili olarak bu haklı infial karşısında biraz da sitem ederek, sosyal medya üzerinden ifade edilen eleştirileri dile getirmek istiyorum.
15 Temmuz darbe teşebbüsü suçlamasıyla müebbet hapis cezasına çarptırılan askeri öğrenci ve erlerin aileleriyle avukatları; muhalif basının ve kamuoyunun Gezi davası nedeniyle Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına gösterilen tepkinin kendilerinden esirgenmiş olmasına isyan ediyorlar. Benzer nitelikte hukuksuzlukların yaşandığı ancak yandaş yayın politikası nedeniyle ana akım medyada yer bulamayan bu davalara muhalif medyanın da ilgi göstermemesi nedeniyle yalnız bırakılan bu kesimin içinde bulunduğu hissiyatın fark edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Bilindiği üzere, darbe teşebbüsü sonrasında gözaltına alınan ancak henüz 18 yaşında olmayan askeri öğrenciler bile 18 yaşını doldurduklarında tutuklanarak haklarında dava açılmıştı. Bu durumla ilgili Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Birimine yapılan başvuru sonucu bu öğrencilerin derhal serbest bırakılması gerektiği kararı alındığı bir diğer bilinen gerçek. Ancak, bu çocukların müebbet hapis cezası alması ve halen cezaevinde bulunmalarıyla ilgili gelişmelerin muhalif basında bile işlenmemiş olması insanların kendilerine ayrımcılık yapıldığı izlenimi edinmelerine sebep oluyor.
Gerçekten de en sonuncusu birkaç hafta önce yaşanan ve darbe teşebbüsü sırasında 13, 14 yaşında olan askeri öğrenciler bu altı yıl içinde peyderpey cezaevine alındılar ve müebbet hapis cezası ile yargılandılar. Bu nedenle, Gezi olaylarına verilen haksız cezanın infiale yol açması karşısında bir twitter kullanıcısı “kundaktaki bebekten 18 yaşındaki askeri öğrencisine kadar birileri haksız yere dört duvar arasına hapsedildiğinde atılan adalet çığlıkları arasında dahi ayrım yapılmaya başlandığı gün, adaletle beraber insanlık da çoktan ölmüştü” diyerek sitemini belirtmişti. Aynı şekilde bu davalara kamuoyunun ilgisizliğinin sonunda Gezi davasındaki hukuksuzluğa sebep olduğunu bir başka tweeter mesajı şöyle belirtiyordu: “o sarı öküzü vermeyecektiniz, gezi duruşmasındaydım, tıklım tıklımdı, nefes alınmıyordu salonda, bir askeri öğrenci dosyalarında destek isterken neredeydi aklınız? 18 yaşındaki çocuğa müebbet verilirken susarsanız herkes devleti yıkmış olabilir tabi”
Gezi davasındaki verilen hükmün haksızlığını ispatlamak için “Cemaat davalarına bile müebbet verilmezken” Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmiştir gibi ifadeler de aslında hak arama gayreti içinde olan kesimler arasında mesafenin artmasına yol açıyor.
Gezi davasında karar veren mahkeme heyetinde bulunan, AK Partiden milletvekili aday adayı olmuş hakimin, “cemaat” ile iltisak nedeniyle etkin pişmanlıktan faydalanmış eşi ile ilgili durumun davadaki “FETÖ” etkisi üzerine vurgu yapması da durumu net görmemizi zorlaştırıyor. İktidarın kötü neticelenen hususlar için bulduğu “FETÖ”ye suçu atma pratiği, muhalifler tarafından da tekrar edilmiş oluyor. Aslında bu durum bir buçuk milyondan fazla insanın “FETÖ” ile iltisak, yani terörle yargılanmış ve etkin pişmanlıktan faydalanmaya zorlanmış olmanın nasıl yaygın ve AK Partililer de dahil herkesi nasıl kırılgan bir zemine ittiğini görmek ve göstermek için vesile olması gerekiyor. Bu itibarla söz konusu mahkemedeki hakimi, eşi üzerinden suçlamak ve bu şekilde hükmün kabul edilemezliğini ispatlamak yerine iltisak gibi hukukta yeri olmayan “cadı avı” kavramlarının hukuksuzluğuna işaret etmek ve insanları nasıl kırılgan, güvencesiz yaptığını görerek/göstererek sadece o konuyla sınırlı olmak üzere bizzat o hakimle empati yapmak hukuka giydirilmiş deli gömleğinden çıkmamıza yardım edebilir. Bu şekilde “FETÖ ile iltisak” gibi teşhisi son derece muğlak ve bazıları için en büyük cezaların çarptırılmasına sebep olurken bazıları için hiçbir sonuç doğurmayan yani son derece keyfi yorumlanan bir nedenle yargılanmış olan milyonlarca insanın “suçlu” değil tam tersine “mağdur” olarak görülmesinin hak arama mücadelesine vereceği sinerji de atlanmamış olur.