Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBir zatla ilgili verilen karar…

Bir zatla ilgili verilen karar…

Israrla meselenin Gezi olduğunu söyleyen hem iktidar çevreleri hem de muhalifler siyaseten kendileri için doğru olanı yapıyor olabilir ama bu davayı toplumu ikiye bölen Gezi üzerinden yeni bir siyasi mücadele alanına çevirmenin bu haksız davada haksız suçlamalarla hapis cezası alan insanlara bir faydası yok. Karşımızda Gezi ile ilgili kim ne düşünürse düşünsün herkesin çıplak gözle görebileceği dört dörtlük bir hukuk skandalı var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kaşıkçı cinayeti dosyasının gönderildiği Suudi Arabistan’a gitmeden önce katıldığı son iftarda Gezi Olayları davasındaki karar üzerine konuştu ve şöyle dedi:

“En son malum, bir zat ile ilgili verilen karar bazı çevreleri çok rahatsız etti. Kimdi bu adam? Bu adam Türkiye’nin Soros’uydu ve bu adam Gezi olaylarının perde arkası koordinatörüydü. Yargımız onunla ilgili nihai kararını verdi ve bu karar da belli çevreleri, ciddi manada rahatsız etti. Kusura bakmasınlar, bu ülkede hukuk var, bu ülkede yargı var ve bu yargı da kendi inandıklarını, bildiklerini hakkın egemen olması için bu kararı verdiler, vereceklerdir.”

Peki neden Cumhurbaşkanı, “Gezi Olayları davasında verilen karar” yerine, “bir zatla ilgili verilen karar”, “onunla ilgili verilen karar” dedi?

Halbuki günlerdir aralarında Meral Akşener’in olduğu muhalefet karara Gezi’yi savunarak tepki gösteriyor?

Yoksa bu davada o meşhur tweetteki gibi söylersek mesele sadece Gezi değil miydi?

Hatta bu davada mesele aslında hiçbir zaman Gezi olmadı mı?

Bu kritik sorunun cevabı avukatlarının bile sık sık kronoloji yayınlayarak gerçeğin ucunu kaçırmamaya çalıştığı davanın uzun ve karmaşık hikayesinde…

Özellikle de ceza alan Kavala dışındaki diğer 7 kişinin hikayesinde…

Davada Kavala dışında ceza alan yedi kişiden biri İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Dr. Tayfun Karaman’dı.

Karaman’a dokuz yıl önce işlediği iddia edilen “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçu için 18 yıl hapis cezası verildi.

Kararın ardından kızıyla vedalaştığı trajik görüntüler ana haber kanallarında yayınlandı.

Aslında bu Tayfun Karaman’ı ana haber kanallarında ilk görüşümüz değildi.

Bundan dokuz yıl önce televizyon kanallarının canlı yayınladığı açıklamalarda onu sık sık görmüştük.

Çünkü Karaman, Gezi Parkı’na kışla yapılmasına karşı 2012 yılında kurulan Taksim Dayanışma Platformu’nun sözcüsüydü.

Aynı zamanda TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı’ydı.

Bir lideri olmayan Gezi olaylarındaki protestocuları temsil etmeye en yakın grup Taksim Dayanışma Platformu’ydu.

Gezi’deki kurumsal çağrıları onlar yapmıştı.

Bu yüzden iktidar da protestocuları temsilen platformla görüşmüştü.

Platform bu görüşmelerden ilkini 5 Haziran’da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la yaptı.

Görüşmenin ardından kameraların karşısına Tayfun Karaman çıktı.

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-08-1-copy.jpg

Arınç’a ilettikleri taleplerini kamuoyuna açıkladı.

Karaman ikinci kez dokuz gün sonra kameraların karşısına 14 Haziran gecesi çıktı.

Aralarında protestolara katılan sanatçıların da olduğu bir grupla birlikte Taksim Dayanışma Platformu adına Ankara’da Başbakanlık Konutu’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmüştü.

Gece yarısı başlayan görüşme, 3,5 saat sürmüş, görüşmenin ardından sabaha karşı yine sözcü olarak Karaman basının karşısına çıkmıştı.

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-46-50-copy.jpg

Üstelik iyi haberlerle:

“Öncelikle sayın Başbakan’a ve heyette yer alan ilgili bakanlara bizleri davet ettikleri için teşekkür ederiz. 17 gündür Gezi Parkı’yla başlayan çevre hakkı ve demokrasi mücadelesi ülkemizde büyük bir iz bıraktı.

Sayın Başbakan’a günlerden bu yana ifade ettiğimiz değerlendirmelerimizi bugün yeniden ifade ettik. Başbakan yargı sürecinin sonucunu bekleyeceklerini ve ardından halk oylamasına gitmek istediklerini belirttiler. Oylama sonucunda park olarak kalmasının tercih edilmesi halinde bu karara uyacaklarını söylediler.

Bu aşamada öncelikle yargı nihai kararını verene kadar, Başbakan’ın projenin uygulamaya geçirilmeyeceğini ifade etmesi bu gecenin olumlu sonucudur.

Güvenlik kuvvetlerinin ölçüsüz ve kuralsız güç kullanımı konusunda soruşturmaların süreceğini gereken önlemlerin alınacağını kendileri bildirmiştir. Başbakanımızın tarafımıza yapılan açıklamalarını ülkemizin tüm kamuoyunun, Gezi sakinlerinin takdirine bırakıyoruz. Buradan çıkan pozitif yönlü yaklaşımı değerlendirmelerini bekliyoruz.

Biz bugün burada halen de süren bu sürecin ve sayın Başbakan’ın söylediği sözlerinin takipçisi olacağız.

Buradan çıkıp Gezi Parkı’na gidiyoruz. Konu tamamen parka, yaşam alanına saygı olarak başladı. Oradaki duyarlı insanlar bu süreci değerlendireceklerdir. Kendilerine olumlu yaklaşımı onlar da aynı seviyede değerlendireceklerdir. Ve kendi kararlarını vereceklerdir.

Yarın bir etkinlik yapacağız. Bu süreçte maalesef 4 ölüm gerçekleşti. Bu acıyı halen içimizde yaşıyoruz. Yarınki etkinlik bir şenlik değil ağıt, üzüntü, onları anma şeklinde olacaktır. Herkesi bekliyoruz.”

Konuşan kişi “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” eden birine pek benzemiyordu.

Bu görüşmelerden sonra Gezi Parkı olayları iki ay daha devam etti.

Ama Tayfun Karaman hakkında herhangi bir dava açılmadı.

Daha sonra Taksim Dayanışma Platformu’ndan ve son davanın sanıklarından dönemin Mimarlar Odası Çevre Etki Değerlendirme Kurulu 2. Başkanı Ayşe Mücella Yapıcı’nın da sanıkları arasında olduğu 26 kişinin yargılandığı Gezi davasının sanıkları arasında Karaman yoktu.

Zaten o 26 kişi de 2015 yılında beraat etmişti.

Karaman, 35 kişinin yargılandığı ve 2015’de yine toplu beraatla biten Gezi Çarşı Davası’nın da sanıkları arasında değildi.

Tayfun Karaman, Gezi olayları sırasında İstanbul Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nda görevli bir memurdu. Gezi Olayları sürerken tayini Gaziantep’e çıkmıştı.

Ama dokuz yıl boyunca önceki gün “ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım”dan 18 yıl hapis cezası alacağı hükümetin yönettiği devlette memurluğa devam etti.

Gezi olaylarını başlatan çağrıları yapan ve protestocular adına hükümetle görüşen Taksim Dayanışma Platformu’nun sözcüsü olarak, Gezi olaylarına “darbe” diyen AK Parti iktidarının yönettiği ülkede dokuz yıl rutin bir aile hayatı yaşadı.

Ta ki 28 Kasım 2018 gününe kadar..

O gün Taksim Dayanışma Platformu’ndan avukat Can Atalay ve Mücella Yapıcı’nın da aralarında isimlerle birlikte Emniyet’e ifadeye çağrıldı.

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-46-49-copy.jpg

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şube Müdürlüğü’ne giderek ifadesini verdi.

Aslında bu davet ifadenin alındığı soruşturmanın geneli için hukuki standartları hayli yüksek olan bir yöntemdi.

Çünkü Karaman’ın ifade verdiği soruşturmada Osman Kavala 13 aydır iddianamesiz tutukluydu.

Yine aynı soruşturmada 12 gün önce 16 Kasım 2018 günü Osman Kavala’nın yönetim kurulu başkanı olduğu Anadolu Kültür AŞ’ye yönelik sabaha karşı operasyonlar yapılmıştı.

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Betül Tanbay, sivil toplum çalışanı Yiğit Aksakoğlu ve son Gezi davasında “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım”dan 18 yıl hapis cezası alan Çiğdem Mater, Yiğit Ekmekçi ve Hakan Altınay’ın aralarında olduğu 13 kişi evleri basılarak gözaltına alınmışlardı.

Haklarında gözaltı kararı verilen, aralarında Memet Ali Alabora ve Can Dündar’ın da olduğu 7 kişi hakkında ise tutuklama kararları çıkarılmıştı.

screenshot-4-copy.jpg

Birbirilerinden farklı bütün bu isimleri bir araya getiren kişi; Osman Kavala’ydı.

Emniyet’ten yapılan açıklamaya göre; bütün bu isimler Gezi Parkı Olayları’nda Osman Kavala ile hiyerarşik düzen içerisinde hareket etmişlerdi:

“Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Anadolu Kültür A.Ş. isimli şirketin sahibi Mehmet Osman Kavala isimli şahsın 27.05.2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı Olaylarını Türkiye geneline yaymak ve yurt genelinde kaos ve kargaşa ortamı meydana getirmek ve bu şekilde Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeyi amaçladığı, Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür A.Ş. isimli vakıf ve şirketi kullanarak olayları finanse ve organize ettiği tespit edilmiştir.

* Mehmet Osman Kavala ile hiyerarşik bir düzen içerisinde şüphelilerin;

– Gezi Parkı olaylarını derinleştirmek ve yaygınlaştırmak için Anadolu Kültür AŞ’ye ait DEPO isimli yerde toplantılar düzenledikleri,

– Sivil İtaatsizlik ve Şiddetsiz Eylem başlıkları altında Gezi Parkı olaylarının devamlılığını sağlamak için yurt dışından aktivizm eğiticileri, kolaylaştırıcılar ve profesyonel eylemciler getirttikleri (Duran Adam, Piyano Çalan Adam, Kırmızılı Kadın vs.),

– Yeni medya oluşturma faaliyetleri içerisine girerek Gezi Parkı sürecinin devamı ve yaşanması muhtemel Gezi benzeri olayların kendi medyaları üzerinden gündem oluşturulmasının amaçladıkları,

– Mehmet Osman Kavala’nın Avrupa’da birçok kurum ve şahısla görüşme yaparak, Gezi Parkı olaylarında gündeme gelen biber gazının Türkiye’ye ithalinin durdurularak, yasaklanması için çalışmalar yaptıkları tespit edilmiştir.”

Gözaltına alınanların 12’si daha sonra serbest bırakıldı.

Sadece sivil toplum çalışanı Yiğit Aksakoğlu tutuklandı.

Böylece beş yıl önce “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeye” çalıştıkları gerekçesiyle bu soruşturmada tutuklanan kişi sayısı ikiye yükselmişti.

Osman Kavala, bundan 13 ay önce 19 Ekim 2017 günü Antep’ten İstanbul’a gelen uçağın kapısında gözaltına alınmıştı.

Türkiye hala 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı atmosferin içindeydi.

Bir Ülker reklamının bile darbe paranoyasını tetikleyebildiği, OHAL’in sürdüğü günlerdi.

Kavala’nın gözaltına alınmasının ilk ve manşetlere çıkan nedeni de Gezi olayları değildi, bundan bir yıl önce darbe günü Büyükada’da yapılan bir toplantıydı:

“15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle ilgili 15-16 Temmuz 2016’da Büyükada Splendid Otel’de yapılan darbe teşebbüsü sürecinde, darbenin organizatörlerinden Henry Jack Barkey ile yabancı uyruklu kişi ve kişilerle olağanın ötesinde yoğun irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle Anayasal düzeni cebir ve şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçunu işlediğine dair bulgu ve delillere ulaşıldığı.”

Ama üzerinden 1.5 yıl geçen Büyükada’daki toplantıyla ilgili o güne kadar adli bir soruşturma yapılmamıştı.

Hatta Emniyet açıklamasında ‘baş şüpheli’ Henri Barkey’in adı bile yanlış yazılmıştı.

Kavala’nın gözaltında alınmasından sonraki gün toplantıyla ilgili soruşturmada bir adım daha atılmış, 1.5 yıl önceki toplantının katılımcılarından ORSAM Başkanı Şaban Kardaş da gözaltına alınmıştı.

Ama daha da tuhafı, Kavala iki hafta önce gözaltına alınan ABD İstanbul Konsolosluğu’nda uyuşturucuyla mücadele birimi DEA görevlisi olarak çalışan Metin Topuz’la aynı soruşturmadan gözaltına alınmış gibi görünüyordu.

Ama Kavala ile Topuz arasında herhangi bir ilişki de kurulmamıştı.

Gezi olayları Kavala gözaltına alınırken yöneltilen ikinci suçlamaydı ama ortada henüz Soroslu iddialar yoktu:

“Hükümeti ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye yönelik ayaklanma olan ve tüm terör örgütlerinin (FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKP/C, MLKP) aktif katıldığı ve destek verdikleri, kamuoyunda ‘Gezi olayları’ olarak bilinen eylemlerin yöneticisi ve organizatörü olmak.”

Peki, neydi 1.5 yıl önceki Büyükada toplantısı ve Kavala’nın “darbenin organizatörlerinden Henry Jack Barkey ile olağanın ötesinde yoğun irtibatı?”

Önce bu köşede hakkında çokça yazılmış meşhur Büyükada’daki toplantıyı hatırlayalım.

https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/devam-filmi-buyukada-2-5361
https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/kavala-o-kuyuya-nasil-atildi-12879
https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/bir-el-caniyla-anayasal-duzeni-devirmeye-tesebbus-1587367

ABD’den Woodrow Wilson Enstitüsü ile Türkiye’den Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi’nin “2015 Temmuz ayında İran ile varılan nükleer anlaşmanın birinci yıldönümünde İran ve bölgedeki gelişmeleri konuşmak” amacıyla düzenlediği, programı aylar önceden belli olmuş, tarihi bir kez ertelenmiş, yapılacağı internet sitesinde ilan edilmiş gizli saklı olmayan “İran ve Komşuları” adlı program dünyadan ve Türkiye’den bir grup İran uzmanının katılımıyla Büyükada’da yapılmıştı.

Tek bir sorun vardı: İran nükleer anlaşmasının yıldönümüne denk getirilen toplantı için konukların Büyükada’ya geldiği gece 15 Temmuz darbe girişimine denk gelmişti.

Yabancı uzmanlar olayı anlamaya çalışmış, bazıları darbeyle ilgili İngilizce tweetler atmış, bazıları yabancı kanallara bağlanıp yorum yapmıştı.

Ertesi gün toplantıya devam kararı alınmış, toplantı darbeyi kınayan bir açılış konuşmasıyla başlamış, programda belirlenen başlıklar tartışılmış, iki gün sonra da herkes evlerine geri dönmüştü.

Hatta İzmir doğumlu Henri Barkey gibi Amerika’dan gelen bazı konuklar toplantının ardından birkaç gün de daha Türkiye’de kalıp tatil bile yapmıştı.

Fakat gözün gözü görmediği, havada türlü iddianın uçuştuğu günlerdi.

Toplantıdan beş gün sonra 20 Temmuz 2016’da Sözcü Gazetesi’nde çıkan bir köşe yazısıyla atılan işaret fişeğiyle toplantı bir anda “Graham Füller Büyükada’dan darbeyi yönetti” komplo teorilerine dönüp, gazetelerin manşetlerine çıkmıştı.

İddialar o kadar uçuk kaçıktı ki 3 Ağustos 2016 günü “15 Temmuz gecesinin 10 karanlık yabancısı” manşetiyle çıkan Akşam gazetesi toplantıya eş durumundan katılan Amerikan Christian Science Monitor gazetesinin Türkiye muhabiri Scott Lee Paterson’ı Amerika’da karısını öldürmekten idam cezası almış, günlerce medyada konuşulmuş aynı adlı bir katille karıştırıp, katilin hapishaneden çıkarılarak darbede suikastlar yapmak üzere Türkiye’ye getirildiğini bile yazmıştı.

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-08-copy.jpg

Ama dalga konusu olan bu manşetlere emniyet kayıtsız kalamamış, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, “15-07-2016 tarihinde gerçekleşen FETÖ/PDY Terör Örgütü’nün darbe girişimi ile ilgili olarak basında “Büyük Adada bulunan Splendid Hotel de CIA ajanlarının Büyük Adada Darbe toplantısı yaptıkları” şeklinde haberlerin yer aldığı tespit edilmiştir” diye başlayan bir soruşturma açarak 4 Ağustos 2016’dan itibaren çalıştaya katılan ve Türkiye’de bulunan isimler Emniyet’e davet edip ifadelerini almıştı.

Toplantıyla ilgili dev iddiaları ve manşetleri karşılamayan yine OHAL şartları için hukuki standartları yüksek, rutin bir soruşturmaydı bu.

İşte Osman Kavala’nın ismi ilk olarak bu ifadelerden birinde geçti.

Toplantıya katılanlardan biri “18 Temmuz akşamı Karaköy Lokantası’nda başka bir masada yemek yiyen Osman Kavala ile karşılaşıp, sohbet ettik, daha sonra lokantaya başka bir grupla Henri Barkey de geldi onunla da yeni yerleştikleri otelin Büyükada’daki otelden sonra ne kadar kötü olduğunu konuştuk” diye devam eden bir ifade vermişti.

İfadede soruşturulan konuyla doğrudan ilgisi olmayan bu detay bilgi, nedense polisin ilgisini çekmişti.

8 Ağustos 2016 akşamı polis, Karaköy Lokantası’na giderek 18 Temmuz 2016 gününe ait kamera görüntülerini almak istedi.

Ama lokantadaki güvenlik kamerası kayıtları eskiye doğru uzun süre tutulmuyordu, görüntüler bulunamamıştı. Aynı güne ait lokantanın rezervasyon defterinin fotokopisi alınmıştı.

Ama ifadelerden ve toplanan bu delillerden herhangi bir sonuç çıkmamış, Büyükada’daki toplantıyla ilgili gazetelerde çıkan haberler de bir soruşturmaya dönüşmemişti.

1.5 yıl boyunca bu soruşturmada herhangi bir gelişme olmamıştı.

Ta ki 19 Ekim 2017 günü Antep’ten İstanbul’a gelen Osman Kavala, uçağın kapısında gözaltına alınana kadar.

Peki polis ne bulmuştu da 1.5 yıl sonra Kavala, bu soruşturmadan gözaltına alınmıştı?

Kavala’nın gözaltına alındığı günler Türkiye ile ABD ilişkilerinin ABD’nin Suriye’de PYD/YPG’ye desteğiyle gerildiği günlerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıkça ABD’ye sert sözlerle yükleniyordu.

ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda görevli Metin Topuz, bu atmosferde FETÖ iddiasıyla gözaltına alınmıştı.

İki hafta sonra da Osman Kavala…

Kavala ile haberlerde Antep’te PYD’ye yakın bir toplantıya katıldığı yazılıyor, Soros ve darbeyle ilişkisi olduğu vurgulanıyor, gözaltısından ABD ve AB’nin rahatsızlığına dikkat çekiliyor, Gezi’den ise birkaç cümleyle bahsediliyordu.

İktidar yakın medya Kavala’nın gözaltına alınmasını ABD’ye bir meydan okuma havasında veriyordu.

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-07-copy.jpg
whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-02-copy.jpg
whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-09-copy.jpg
whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-02-1-copy.jpg

Savcılık ve Emniyet tepki çeken gözaltıyla ilgili elinin ne kadar güçlü olduğunu ispatlamak için medyaya her zamanki gibi delilleri servis etmeye başladı.

Esas gözaltı ve tutuklama gerekçesi 15 temmuz darbe girişimine denk gelen 1.5 yıl önceki Büyükada’daki toplantıydı.

Osman Kavala’nın katılmadığı toplantı…

Kavala’nın toplantıyla tek ilgisi toplantıya katılmış Henri Barkey ile toplantının bitmesinden sonra Karaköy Lokantası’nda ayaküstü konuşmaktı.

En iddialı delil ise Kavala’ın avukatlarına dahi verilmeden tutuklamadan bir ay sonra Sabah gazetesinde haber oldu. “Barkey ile Kavala 93.5 saat görüştü”

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-09-1-copy.jpg

Habere göre Kavala sadece kendi telefonundan değil, on üç saat eşinin, bir buçuk saat ablasının, bir buçuk saat ortağının ve elli dört dakika da şirket müdürünün telefonundan Barkey ile görüşmüştü.

Yani Mayıs 2015’den Haziran 2016’ya kadar olanki dönemde toplamda 93.5 saat telefonda görüşmüşlerdi.

Yine habere göre Kavala, “28 Haziran 2016’da Şişli’de sahibi olduğu Menka Ticaret ve Sanayi A.Ş.’de ve iki gün sonra da Diyarbakır’da Barkey’le buluşmuştu.”

https://www.sabah.com.tr/gundem/2017/11/15/barkey-ile-kavala-935-saat-gorustu

İki yeni sevgili için bile çok yüksek olan bu 93.5 saatlik telefon görüşmesi iddiası üzerine Kavala’nın avukatları gazeteye sızdırılan bu HTS raporlarının kendilerine de verilmesini istediler.

Nihayet raporlar kendilerine verilince skandal ortaya çıktı.

Bu 93.5 saat telefon görüşmesi değil, her ikisinin telefonlarının yakın baz istasyonlarından sinyal verdikleri toplam süreydi. Yani her ikisi bazı istasyonlarının yakınlarında dolaşmış ama milyonlarca insan için de bulunabilecek bu denk geliş, medyaya “telefonda görüştüler” diye servis edilmişti.

Ama herhalde sadece Kavala’nın telefonunun baz sinyal rakamı yeterli bulunmayınca eşinin, kardeşinin, şirket çalışanlarının telefonlarının ortak sinyal sayısı da buna eklenmiş ve 93.5 saat rakamına ulaşılmıştı.
Skandalın ortaya çıkmasıyla savcılığın Osman Kavala’yı tutuklarken elinde bulunan ve medyaya servis ettiği en güvendiği delilin altı boş çıkmıştı.

Büyük gürültü ve büyük iddialarla gözaltına alınan Osman Kavala hakkında iddianame üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen bir türlü yazılamıyordu.

Bu arada Kavala’nın avukatları 8 Haziran 2018’de AİHM’e başvurmuştu.

Başvuruyu “öncelikle” görüşen AİHM, Kavala dosyasını, hızlandırılmış prosedürle işleme koyma kararı alırken Ankara’dan da savunma istedi.

AİHM Türkiye’den, “suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe” kavramı, tutuklama kararı alındığı sırada dosyada bulunan kanıtların yeterli olup olmadığı konularında bilgi talep etti ve Türkiye’ye 10 Ocak 2019 tarihine kadar süre verdi.

İşte Kavala iddianamesinin bir Gezi iddianamesine dönüşmesi bu sırada oldu.

16 Kasım 2018’de sabaha karşı Kavala’ya yakın isimler ve Anadolu Kültür AŞ çalışanları gözaltına alındı.

28 Kasım’dan itibaren de Taksim Dayanışma Platformu üyeleri davet usulüyle Emniyet’e çağrılıp dosyada ifade vermeye başladı.

Böylece tek başına “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” etmekten 13 aydır tutuklu olan ama elde yeterli malzeme olmadığı için iddianamesi bir türlü yazılamayan Osman Kavala’nın iddianamesi için yeni malzemeler bulundu, hükümeti tek başına ortadan kaldırmaya teşebbüs edemeyeceği için yanına yöneticiliğini yaptığı bir örgüt yaratıldı.

Bolca malzeme biriktirilen bu operasyondan dört ay, Kavala’nın tutuklanmasından 1.5 yıl sonra nihayet 19 Şubat 2019’da iddianame ortaya çıktı.

657 sayfalık iddianamede Kavala ilk tutuklandığında manşetlerin atıldığı PYD, darbe, Büyükada ve Barkey ile ilgili iddialardan hiç bahsedilmiyordu.

16 Kasım 2018’de Anadolu Kültür AŞ operasyonu ve ardından Taksim Dayanışma Platformu üyelerinin alınan ifadeleriyle Kavala’nın liderliğinde bir Gezi Davası iddianamesi ortaya çıkarılmıştı.

İddianamenin üzerine oturduğu temel iddia şuydu; Osman Kavala ve Memet Ali Alabora ve diğer 14 isim, Sırp Otpor-Kanvas’dan eğitim ve Soros’dan para alarak tıpkı Arap Baharı gibi Gezi Parkı olaylarını organize ettiler ve hükümeti yıkmaya çalıştılar.

Ama bu iddia da yeni değildi, altı yıllıktı.

İddianamenin girişinde iddianın kaynağı yazılmıştı:

“Gezi Kalkışması ilgili 15.06.2013 tarihinde Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı tarafından gönderilen yazıda özetle”

Peki, bu yazıyı kim hazırlamıştı?

Halen FETÖ’den tutuklu dönemin İstanbul Emniyeti KOM Şube Müdürü Nazmi Ardıç.

İddianamede deliller olarak sıralanan “fezleke ve kolluk tutanakları, kolluk tarafından tutulan tutanak ve yazılan müzekkereler, hts inceleme raporları, dijital inceleme raporları, arama-elkoyma gözaltı kararları, iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme karar ve tutanakları, yurt dışı giriş-çıkış kayıtları, açık kaynak raporları”nın tamamı da 2013 yılından kalmaydı.

Ardıç’ın bu raporuna dayanarak yine halen FETÖ’den tutuklu olan savcı Muammer Akkaş, 2014 yılında ilk Gezi Parkı davasını açmış, bu iddianamede sanık olarak yer alan Mücella Yapıcı dışında ortak sanık olmayan o dava 2015 yılında beraat ile kapanmıştı.

Kavala ve diğer sanıklar hakkında 2013 yılında toplanan deliller, yapılan telefon dinlemeleri ve fiziki takipler ise bir soruşturmaya döndürülememiş ve devletin arşivine kaldırılmıştı.

Ta ki 2019 yılında Osman Kavala ile ilgili iddianameye konacak malzeme aranırken ihtiyaç duyuluncaya kadar…

Yani aslında Kavala yeni deliller bulunduğu için Gezi’den tutuklanmamıştı.

Tutuklandıktan sonra hakkındaki arşivler karıştırılırken Gezi olaylarıyla ilgili raflardaki hazır malzemeler bulunmuştu.

Hatta bunun anlaşılmaması için iddianamenin başına eski TKP’li bir emekli askerin 2016’da emniyete gelip verdiği ama bir soruşturmaya dönüştürülmemiş Kavala-Gezi-Soros temalı ifade başlangıç noktası olarak yerleştirilmişti.

Savcılar AİHM baskısı altında iddianame yazarken Kavala ile ilgili suç üretmekte o kadar çaresiz kalmıştı ki; FETÖ’den yargılanmış polis, savcı ve hakimlerin el değdiği bütün soruşturmalar kumpas ilan edilip, tekrar yargılama kararları alınırken, tutuklu bir emniyet müdürünün hazırladığı fezleke ve hukuksuz olarak topladığı deliller zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir ilkesine rağmen arşivden çıkarılmıştı.

Gelecek eleştirilere karşı da iddianameye bir savunma konulmuştu: “Yeniden kıymetlendirdik”:

“İddianamemizin tanzim edildiği dönemde şüpheliler, şüpheliler vekilleri ve bazı basın organlarında bu soruşturma evrakı ile ilgili olarak olayların yaşandığı dönemde devlet birimleri içerisine kanser hücresi gibi sızmış olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü militanı oldukları daha sonrasında tespit olunan şahıslar tarafından bu soruşturmanın başlatıldığı ve yönlendirildiği yönünde bir kısım iddialar ileri sürülmüşse de Cumhuriyet Başsavcılığımızın soruşturma safahatı sonunda ve özellikle 2016 yılı sonrasında soruşturmaya konu tüm delillerin ve özellikle de tapelerin tamamının yeniden kıymetlendirilmesinin yaptırıldığı, bu nedenle de iddia edildiğinin aksine dosyanın dış etkilerden ve bahsi geçen örgüt militanlarının dosya üzerindeki tüm etkilerinin ortadan kaldırıldığı hususunun da izahı zaruret arz etmiştir.”

Peki altı yıl sonra yeniden kıymetlendirilecek kadar ne bulunmuştu bu delillerde?

Türkiye’de iktidarın destek verdiği Arap Baharı’ndan “Halklar, özgürlük mücadelesi adı altında hükümetleri resmen devirmiştir… Bu süreçte İslami demokrasi talepleri artmıştır” diye bahsedilen bol komplo teorili iddianamenin geniş bir değerlendirmesi, davanın tek tutuklu sanığı Osman Kavala hakkındaki iddialar üzerinden bu köşede birkaç kez yapılmıştı.

https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/hayir-oyle-anlasilmamaktadir-9467

Ama artık Kavala’dan aldıkları talimatlarla hükümeti yıkmaya teşebbüse yardımdan 18 yıl hapis cezası alan 7 kişi daha var.

Cumhurbaşkanı, Kavala’nın Türkiye’nin Soros’u ve Gezi olaylarının perde arkası koordinatörü olduğuna emin.

Bu iddialar doğruysa bu yedi kişi hakkındaki deliller ve elde edilen bilgilerin bunu teyit etmesi gerekir.

O halde bu yedi kişiden bu iddialarla doğrudan ilişkili üçü hakkındaki suçlamalara daha yakından bakalım.

Eğer Kavala Türkiye’nin Soros’u ise ve Gezi Parkı olaylarını da Soros’un parasıyla koordine ettiyse bunu en iyi bilecek isim bu davanın sanıklarından biri.

Kapanan Açık Toplum Vakfı’nın yöneticisi Hakan Altınay.

Peki Altınay’ın “hükümeti yıkmaya teşebbüse yardım”dan 18 yıl hapis cezası aldığı 657 sayfalık iddianamede bu kritik ilişki hakkında hangi iddialar ve deliller var?

657 sayfalık iddianamede Altınay’ın adı sadece sekiz yerde geçiyor.

Bunlardan üçü Açık Radyo’ya verdiği ve iddianamede aynen kopyalanan bir röportajda.

18 yıl hapis cezası almasına neden olan suçlamalara ise 657 sayfa içinde sadece dört sayfa ayrılmış.

Suçlamaları özetleyen paragraf şöyle:

“Mehmet Osman KAVALA, Gökçe TÜYLÜOĞLU ile görüşmeleri mevcuttur. Gezi kalkışmasının devam etmesi, derinleştirilerek Anadolu’ya yayılması için yapılan faaliyetler kapsamında, Mehmet Osman KAVALA’nın talimatları ile çok sayıda forum, panel, toplantı düzenlenmiştir. Yurt içi ve yurt dışında gezi kalkışmasıyla ilgili video hazırlanması, resim sergisi düzenlenmesi, rapor hazırlanıp Avrupa Birliği Komisyonuna sunulması, AİHM’e rapor gönderilmesi vb. çok sayıda faaliyetin, Açık Toplum Vakfı’nın fonlaması ile Anadolu Kültür A.Ş. üzerinden yürütüldüğü tespit edilmiştir.”

Paragrafa dikkat edilirse Altınay’ın ne yaptığı için suçlandığı anlaşılmıyor. Cümlelerde anlatılan fiillerin faili Altınay değil.

Dolaylı olarak Gezi’deki bu faaliyetlerin Açık Toplum Vakfı tarafından fonlandığı söyleniyor.

Ama ne bu paragrafta ne de bundan sonraki sayfalarda bu fonlamanın somut olarak nasıl yapıldığıyla ilgili en ufak bir bilgi yok.

Altınay’ın iddianamede yer alan ve birlikte hükümeti devirmeye teşebbüs ettikleri iddia edilen sanıklar içinde Kavala dışında sadece Gökçe Tüylüoğlu ile yoğun iletişimi var. Birlikte hükümeti devirmeye teşebbüs ettikleri diğer sanıkların çoğunu ise muhtemelen hiç tanımıyor.

Tüylüoğlu da zaten Altınay’la birlikte Açık Toplum Vakfı’nda çalışan bir profesyonel.

İddianamede Altınay’ın Gezi Olayları’na katıldığının bile bir delili yok.

İddianameye göre;

Açık Toplum Vakfı’nda yönetim kurulu üyesi olan Kavala ile Hakan Altınay arasında 17/09/2010-19/06/2013 tarihleri arasında toplamda 149 adet iletişim kaydı varmış.

Can Dündar ile arasında 30/01/2009-14/10/2010 tarihleri arasında 19 adet, Yiğit Ali Ekmekci ile arasında 18/05/2009-30/07/2009 tarihleri arasında toplamda 2 adet iletişim kaydı tespit edilmiş.

Dikkat ederseniz Gezi Olayları’ndan üç yıl önceki tarihlerden bahsediyoruz.

Bunun dışında iddianamede birlikte hükümeti devirmeye çalıştıkları iddia edilen diğer sanıklarla ise herhangi bir iletişim kaydı yok.

Delil diye iddianameye konan telefon tapelerinin ikisinde, bu iddianamede sanık olmayan iki kişiyle Gezi olayları hakkında konuşuyor, daha doğrusu onlar Gezi’yle ilgili konuşuyor.

O sırada milyonlarca insanın işlediği bir suç bu.

Tapelerin birinde Gezi olayları sürerken Financial Times’ın Türkiye muhabiri Gezi olayları ile ilgili konuşmak için ondan mesajla randevu istemiş.

Bir başkasında, arkadaşları Gezi’deki Duran Adam üzerine belgesel çeken biri belgesel için ondan destek istiyor ama Altınay o sırada artık Açık Toplum Vakfı’nda çalışmadığını söyleyip kendisine Heinrich Böll Vakfı ya da Anadolu Kültür’le konuşmasını önermiş.

Yani Soros’un Türkiye’deki adamının finanse ettikleri iddia edilen bir Gezi belgeseline verecek bile parası yokmuş.

İddianameye göre yöneticisi olan Kavala ile Gezi Olayları sırasında yapılmış tek bir görüşmesi var.

O da Gezi Olayları’nın artık durulduğu Ağustos ayında yapılmış, içinde Gezi geçmeyen sıradan bir “buluşalım” görüşmesi bu:

“Ali’nin “cumartesi 2 den sonra müsaitim abi“ dediği, Mehmet Osman’ın “Tamam nerelerde olacaksın nerelerdesin“ dediği, Ali’nin “… komiktir 10 la 2 arasında Depoda olacağım“ dediği, Mehmet Osman’ın “ Ha hayırdır ne var “ dediği, Ali’nin “ bu bizim global vatandaş derslerinde 14 tane var 12 tanesi dışarıdan verilen dersler başında da ve sonunda benim yaptığım hikayeler var onu ilk başta Boğaz içinde BTS’de çekelim diye düşünmüştük ama Fikret de rektör de yokmuş … önümüzdeki günlerde neyse sonra aklımıza DEPO geldi ondan sonracığıma dün Asena’ya uğradık ondan sonracığıma Asena da o … merkezinin de olduğu … Hatta senin bizim Açık Toplum belgeseli için şeyinin de çekildiği yeri gösterdi ondan sonracığıma Fatma hanım varmış işte onunla organize olduk sağ olsun o açacak bize … orada bir yani her o 12 dersin başında ve sonunda ben 2-3 dakika bir şey söylüyorum işte ödeviniz şudur ya da konu bağlamı şudur bir sonraki haftaya şöyle bağlanıyor falan onların çekimini yapacağız ama 2’de bitecek o yani“ dediği, Mehmet Osman’ın “O zaman Cezayir’de buluşalım mı“ dediği, Ali’nin “tabi tabi …kaçta nerede ne şey kaçta“ dediği, Mehmet Osman’ın “İşte 2- 2 buçuk …”

İddianamede Altınay’a ayrılan dört sayfada Gezi dışındaki tek suçlama ise şu paragraf:

“Ali Hakan ALTINAY’ın ID: 2293782076 de kayıtlı görüşmesinde “hoca efendinin adamları Amerika’dan bir grup akademisyen ve … getirmiş onlarla 7 buçukta Sefaköy’de yemek yiyeceğim“ şeklinde mesajlaşmasının olduğu tespit edilmiştir. Soruşturma kapsamında Mehmet Osman KAVALA, Gökçe TÜYLÜOĞLU gibi bir kısım şüphelinin FETÖ/PDY örgütüyle bağlantılı ve iletişim içerisinde olduğu yönünde görüşmelerinin olduğu tespit edilmiştir.”

Bu iddianamede ne işi olduğu belirsiz bu “Hocaedendili” cümleleri Altınay’ın kime, ne zaman söylediğini savcılar yazmamışlar.

Herhalde bir FETÖ/PDY ilişki intibaı vermek için.

Onu iddianamenin başka bir yerinde buluyoruz.

Görüşmenin tarihi 31-08-2013’müş. Yani henüz FETÖ/PDY değil, adının cemaat olduğu, Başbakan’ın Türkçe Olimpiyaları’na katıldığı tarihler.

Altınay bu telefon konuşmasını yine Açık Toplum çalışanı Gökçe Tüylüoğlu ile yapmış.

Ve ona şöyle demiş: ‘‘Yo yo hayır şey bu RUMİ FORUMCULAR YİNE BİR GRUP GETİRMİŞLER AMERİKA’DAN ONLARLA YEMEK YEDİM ŞİMDİ EVE DÖNÜYORUM”

Bu cümlelerden bu görüşmeden çok memnun olmadığını anlamak zor değil. Zaten Altınay’ı biraz yakından izleyenler 2008’den itibaren özellikle Ergenekon davaları çerçevesinde Türkiye’deki liberalleri eleştiren, cemaate şüpheyle bakan bir isim olduğunu hatta Açık Toplum Vakfı’nda da bu yüzden Can Paker ile karşı karşıya geldiğini yakından bilir. Zaten Paker, hatıralarında bunu açıkça anlatmıştı.

Ama mahkeme, adının sekiz kez geçtiği 657 sayfalık iddianamedeki bu dört sayfalık delillerle Altınay’ın Gezi Olayları’nda Kavala’ya hükümeti yıkmaya teşebbüste yardım ettiğine ikna oldu ve hakkında 18 yıl hapis cezası verdi.

Tıpkı yapımcı, aktivist, Hrant’ın Arkadaşları grubundan Çiğdem Mater’e verildiği gibi.

Mater, Osman Kavala’ya çok yakın bir isim, Anadolu Kültür AŞ’de aktif bir yönetici.

Yani Kavala eğer Gezi’de hükümeti yıkmaya teşebbüs ettiyse ona kesinlikle yardım etmiştir.

Peki, adının 43 kez geçtiği 657 sayfalık iddianamede hakkındaki suçlama ve delillerin yer aldığı sekiz sayfada bu yardımın hangi delilleri var?

18/01/2012-25/06/2013 tarihleri arasında aralarında toplamda 536 adet iletişim kaydı olan Osman Kavala ile Gezi Olayları sırasında yaptıkları tek bir konuşmanın tapesi iddianameye delil olarak girmiş.

Okuyalım:

“03.07.2013 18:50 de MEHMET OSMAN KAVALA’nın ÇİĞDEM MATER UTKU’yu aradığı görüşmede özetle; Çiğdem’in “Ben şimdi Taksim eyleme doğru yürüyorum“ dediği, Mehmet Osman’ın “He İstanbul’dasın“ dediği, Çiğdem’in “Evet evet siz“ dediği, Mehmet Osman’ın “tamam ben de İstanbul’dayım da “ dediği, Çiğdem’in “Ha“ dediği, Mehmet Osman’ın “Bizim depoda bir şeyimiz var misafirler falan var“ dediği, Çiğdem’in “Ha okey“ dediği”

Yani iddianameye göre onca yıl OTPOR’dan eğitim, Soros’tan para alarak Gezi olaylarını çıkaran ve yöneten Kavala ve yardımcısı Mater, yıllardır emekle hazırlandıkları Gezi Olayları olurken birbirlerinin İstanbul’da olup olmadığından bile emin değillermiş.

Peki Mater, iddianameye göre hükümetin devrilmesine teşebbüse başka ne yaparak yardım etmiş?

İddianamede iki somut yardımla ilgili delil var.

Birinci yardımın delili davanın sanıklarından Taksim Dayanışma Platformu üyesi avukat Can Atalay’la yapılan bir telefon görüşmesi, Mater, Atalay’a kritik bir konuda yardım etmiş:

Twitter’da hashtagle nasıl tweet atılacağı hakkında:

“27.07.2013 21:10:58 de Şerafettin Can ATALAY’ı ÇİĞDEM MATER UTKU’nun aradığı görüşmede özetle; Şerafettin Can’ın “Anladım çok güzel ya çok güleceğin bir sorum var sana … birisi bana e bir dakika bir dakika ay pardon twiter dan şöyle bir şey yazmış … başka tweet hesaplarını da yazıyor ve diyor ki işte çok takip edilen hesaplar Ceylanpınar’la ilgili hashtag olması için tweet atın ne yapmam lazım benim … Sana da gelmiş olabilir bir bak istersen“ dediği, Çiğdem Mater’in “Bir dakika dur bilgisayarda mısın telefonla mı yapıyorsun …” dediği, Şerafettin Can’ın “Telefonla yapacağım telefonla yapacağım“ dediği, Çiğdem Mater’in “Okey tamam telefonda bir tane şey işareti var ya hashtag işareti onu biliyorsun“ dediği, Şerafettin Can’ın “gördüm yani“ dediği, Çiğdem Mater’in “Bakayım … hashtagi ne acaba o hashtag işaretinden yapıp yanına Ceylanpınar yazacaksın bir de Ceylanpınar’la ilgili bir cümle yazacaksın“ dediği, Şerafettin Can’ın “Tamam bakayım Ceylanpınar’la ilgili … yazıyor ne bileyim ya bu da bir sorumluluk getiriyormuş insana kardeş çok zormuş bu ya hayır ya..” dediği, Çiğdem Mater’in “(Gülüyor)”

Mater’in hükümeti yıkmaya teşebbüse yardımın delillerinden bir diğeri ise bir fotoğraf karesi.

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-05-1-copy.jpg

Fotoğrafta olan biteni iddianameden okuyalım:

“Taksim İstiklal Caddesi ve civarında izinsiz gösteri ve yürüyüş yapmak isteyen şahıslardan yaralananların ve gaza maruz kalanların Çiğdem Mater UTKU isimli şahsın İlimiz Beyoğlu İlçesi Asmalı Mescit Mahallesi Sofyalı Sokak Hamson Apartmanı No:20 Daire:7 sayılı yerde bulunan ofisini ilk yardım müdahalesinde kullandıkları bilgisi alınması üzerine;Saat:21.00 sıralarında bahse konu adres civarına geçilmiş, İstiklal Caddesinde ve ara sokaklarda görevli Polis memurlarının eylem yapan şahıslara müdahalede bulunduğu, kalabalık gruplardan kopan bazı şahısların ise Sofyalı Sokak No:20 sayılı yerde bulunan Hamson Apartmanına girdikleri, şahıslardan bazılarının 3. katta No:7 sayılı daireye girip çıktıkları, bu sırada bahse konu daireden çıkan Çiğdem Mater UTKU isimli şahsın da katta bulunan diğer eylemci şahıslara beyaz renkli hijyenik maske dağıttığı, şahıslara yardıma ihtiyaçlarının olup olmadığını, Gaviscon isteyen olup olmadığını sorduğu elinde şişe içerisinde beyaz renkli sıvı Gaviscon maddesi bulunduğu görülmüştür.”

Kelimenin tam anlamıyla yardım olan bu delilin tek sorunu ise 10.09.2013 tarihinde yaşanması. Yani Gezi Olayları’nın bitmesinden sonraki bir tarihteki gösteride…

Bunlar dışında Toz Bezi, Çoğunluk, Sivas gibi filmlerin yapımcısı olan Mater iddianame boyunca Gezi olaylarının anlatıldığı 15 dakikalık Video Occupy adlı bitmemiş bir belgeselin hazırlıklarını yapmakla ve diğer bazı sanıklarla birlikte Gezi olaylarının üzerinden bir ay geçtikten sonra Garaj İstanbul’da yapılan ve savcının “Gezi kalkışmasının derinleştirilip yaygınlaştırılması için” organize edildiğini iddia ettiği ama konuşmaların içeriği iddianamede yer almayan bir foruma katılmakla suçlanıyor.

Bazıları ilk yardım olan bütün bu yardımlarla Mater’in, hükümeti devirmeye teşebbüs eden Kavala’ya yardım ettiğine kani olan mahkeme ona da 18 yıl hapis cezası verdi.

Ve son olarak eğer Kavala Gezi’de hükümeti devirmeye teşebbüs etmişse muhakkak ona yardım etmiş olması gereken Taksim Dayanışma Plaftormu’nun hükümetle görüşmeler yapan sözcüsü Tayfun Karaman hakkındaki delillere bakalım.

İddianameye göre gezinin organizatörü Osman Kavala ile Gezi’nin sözcüsü Tayfun Karaman arasında Gezi olayları sırasında sadece 10/06/2013-11/06/2013 tarihlerinde 4 adet iletişim kaydı mevcut.

İddianameye delil olarak giren aralarındaki tek telefon görüşmesinin tarihi ise 24-12-2013.

Yani Gezi’nin bitmesinden aylar sonrasına ait bu görüşme:

“Tayfun KAHRAMAN’ın MEHMET OSMAN KAVALA’yı aradığı görüşmede özetle; Mehmet Osman’ın “ya bir ara böyle yarın öbürsü güne uygun vaktiniz de bir kahve içebilir miyiz” dediği, Tayfun’un “He he tabi tabi olabilir yarın şöyle yarın e öğlene kadar bir meşguliyetim var ama şöyle yapabiliriz size de uygunsa akşam üstü 5-6 gibi“ dediği, Mehmet Osman’ın “5 te benim bir toplantım var bir yani 7 ye kadar falan sürebilir” dediği, Tayfun’un “Hı hı şöyle şöyle desek o zaman siz ne tarafta olacaksınız peki o saatte” dediği, Mehmet Osman’ın “Ben Elmadağ’da olacağım” dediği, Tayfun’un “Elmadağ da olacaksınız o zaman 4 gibi şey yapsak görüşsek” dediği, Mehmet Osman’ın “4 daha iyi olur” dediği, Tayfun’un “Tamam o zaman 4 gibi Taksim civarında şey …” dediği, Mehmet Osman’ın “İsterseniz Gezi diyelim mi” dediği, Tayfun’un “Olur olur tabi … konuşalım orada … yani bende 4 te orada olurum” dediği.”

Birlikte hükümeti devirmek için teşebbüse girmiş iki isim biraz fazla sizli bizli konuşmuş.

Peki ne konuşmuşlar? Bunu bize savcılar söylememiş.

Bunu ancak Kavala’nın diğer telefon görüşmelerinden öğreniyoruz.

Konuştukları konu Tayfun Karaman’ın yaklaşan yerel seçimlerde CHP’den Beyoğlu Belediye Başkan adayı yapılması fikri..

“26.12.2013 11:55 de MEHMET OSMAN KAVALA’nın RIZA MAHMUT TÜRMEN’i aradığı görüşmede özetle; Mehmet Osman’ın “şeyle konuştum Tayfun KAHRAMAN var bu Dayanışmada …Aktif olan ve epey bir öne çıkmıştı bu işte Gezi sırasında da … işte biraz anlattı bana yani böyle bir dizi toplantı olmuş toplantıda kim ne söyledi falan şimdi Tayfun’un adı üzerinde aslında bir mutabakat bir ara sağlanmış fakat devlet memuru … istifa etmediği için …O şansı kaçırmış veya yani şey diyordu yani bana geç şey yaptılar haber verdiler falan dedi yani bu ikinci isim Hilmi YARAYICI…yani biraz şey bir isim yani Tayfun kadar hani güçlü bir biçimde ortaklaşılan bir isim değil anladığım kadarıyla“ dediği”

Aldıkları cezaya göre aralarında hiyerarşik ilişki olan ikili arasındaki ilişkinin delili bu kadar.

Tayfun Karaman ile ilgili iddianamedeki diğer 15 sayfada ise Taksim Dayanışma Platformu sözcüsünün Gezi Olayları’ndaki ‘şaşırtıcı’ rolü anlatılmış.

Başbakan Yardımcısı Arınç ile görüşmesi sonrası bütün kanallardan canlı yayınlanan açıklaması bile aleyhine delil olarak iddianameye girmiş:

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-01-copy.jpg

Karaman hakkında bulunabilen tek yurtdışı bağlantısı ise Laura Siegel adlı bir Fransız gazeteciyle görüşmesi.

Bu görüşmeye o kadar anlam biçilmiş ki iddianamenin hemen girişine konmuş, polis görüşmeyi fiziki takiple fotoğraflamış.


whatsapp-image-2022-04-30-at-11-46-48-copy.jpg

Soros’tan para ve Otpor’dan eğitim alarak Kavala önderliğinde Gezi Olayları’nı organize eden isimlerden olduğu iddiasıyla ceza alan Tayfun Karaman hakkında suçlamaları okurken, Karaman’ın Gezi Olayları sırasında ciddi bir sorunu olduğu anlaşılıyor:

“Sık sık unuttuğu Taksim Dayanışma’nın Twitter hesabının şifresi…”:

“Tayfun KAHRAMAN’ın aradığı görüşmede özetle; Akif Burak’ın “He buluşuyor muyuz” dediği, Tayfun’un “Tamam buluşuyoruz abi gidelim dedik ya …” dediği, Akif Burak ın “4 çeyreğe binelim mi Beşiktaş tan” dediği, Tayfun’un “Abi Beşiktaş’tan ben 4 çeyreğe binemem” dediği, Akif Burak’ın “Sen Karaköy den binersin yada Eminönü’nden” dediği, Tayfun’un “Yani ben Eminönü’nden binerim 4 buçuğa binerim” dediği, Akif Burak’ın “O zaman 5de Kadıköy’de buluşacağız” dediği, Tayfun’un “Olur 5de Kadıköy’de buluşalım sen … aradın mı bir arasana” dediği, Akif Burak’ın “Tamam arayayım şey diyeyim Evdeysen geliyoruz diyeyim” dediği, Tayfun’un “şu dün bir karar alındı ya forumların yaptığı insan zincirinin duyurulması şeklinde Şimdi forumlardan da beni arıyorlar arkadaşlar da hani hemen yapsanız çok geç kalıyoruz falan filan diye Onu hemen yapsak abi sende şey var mı şifreler” dediği, Akif Burak’ın “Yok twitter bende yok bende gmail var bir tek Twitter Mücella’da o gidince onu oradan hallederiz” dediği, Tayfun’un “Hee Mücella’da mı Cansu’da mı” dediği, Akif Burak’ın “İşte onlar da yani” dediği, Tayfun’un “He anladım tamam tamam abi öyleyse o zaman akşam halledeceğiz onu da okey” dediği, Akif Burak’ın “Tamam tamam haydi görüşürüz” dediği,”

“Tayfun’un “İyidir ne olsun ne diyeceğim Dayanışmanın şey tweet hesabının ne şeyini şifresini Whatsappdan yollar mısın bana” dediği, Akif Burak’ın “Tamam yollarım” dediği, Tayfun’un “Tamam bir tane tweet atacağız şimdi karar aldık toplantı bitti.”

Karaman, polisin katılımcıların girerken fotoğrafını çektiği i 27 Haziran 2016’da Garaj İstanbul’da yapılan foruma da katılmış.

O sırada İstanbul’da pek çok benzeri yapılan foruma çok yoğun bir katılım da olmadığı anlaşılıyor:

whatsapp-image-2022-04-30-at-11-47-06-copy.jpg

Bu delil ve iddialarla Taksim Dayanışma Platformu’nun sözcüsü Tayfun Karaman da bu davada tutuksuz olarak 3 yıl yargılandı.

Biraz hızlanıp, davanın bu üç yıllık kronolojisini avukatların hazırladığı kronolojiden okuyalım:

“10 Aralık 2019: AİHM, davanın tek tutuklu sanığı Kavala’nın bireysel başvurusuyla ilgili ihlal kararını açıkladı. Kavala’nın makul şüphe bulunmadan siyasi gerekçelerle tutuklandığına hükmederek, sona erdirilmesini istedi.

18 Şubat 2020: Gezi Olayları davası mahkemesinin karar duruşmasında Osman Kavala da dahil davanın tüm sanıkları beraat etti.Cumhurbaşkanı, beraat kararı için “manevra” dedi.

19 Şubat 2020: Kavala tahliyesini beklerken, bir ay önce hakkında tahliye kararı verilen Büyükada darbe soruşturmasından tekrar tutuklandı. Ama bu tutuklamanın hukuka uygun olmadığı ortaya çıktı.

9 Mart 2020: Kavala bu kez TCK 328. maddeden casusluk iddiasıyla mahkemeye getirilip ifadesi dahi alınmadan tekrar tutuklanarak, durum sağlamlaştırıldı.

29 Eylül 2020: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, TCK’nın 309 ve 328. maddelerinden Kavala’nın cezalandırılmasını talep eden iddianame düzenleyerek 36. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sundu. İddianameye göre casusluk ve darbenin iki sanığı vardı: Kavala ve Barkey.

22 Ocak 2021: İstanbul Bölge Adliyesi Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, 2020’de Gezi Davası hakkında verilen beraat kararını bozdu. Davayı yeniden görülmesi için 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yolladı.

28 Nisan 2021: 2015’de sonuçlanan Çarşı Davası’ndaki beraat kararı, Yargıtay tarafından bozuldu.

12 Temmuz 2021:13. Ağır Ceza Mahkemesi Gezi ve Çarşı davalarının birleştirilmesine muvafakat vermedi. Ancak iki hafta sonra geçici olarak bu mahkemeye atanan 30. Ağır Ceza Başkanı, kendi istediği muvafakatı verdi

2 Aralık 2021: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM kararına rağmen Kavala’yı serbest bırakmayan Türkiye için ihlal sürecinin ilk aşamasını başlattı.

21 Şubat 2022: Mahkeme başkanı değiştirilerek birleştirilen Gezi ve Çarşı davaları yeniden ayrıldı. Avukatların zorlama birleştirmenin asıl gerekçesi olduğunu işaret ettikleri şekilde; Kavala’nın tutukluluğunun devamı kararı tekrarlandı.

4 Mart 2022: Davaların ayrılmasının hemen ardından savcı hızlı
bir biçimde mütalaasını verdi.

25 Nisan 2022: Mahkeme Kavala’nın iki yıl önce Gezi’den beraat ettiğinde tekrar tutuklanmasına neden olan casusluk suçlamasından beraatine, iki yıl önce beraat ettiği Gezi’den ise müebbet hapsine karar verdi. 7 sanık da hükümeti devirmeye teşebbbüse yardımdan 18 yıl hapis cezası aldı.”

Bütün bu kronolojinin açıkça gösterdiği gibi Gezi Olayları’ndan 5 yıl sonra 2018’de başlayan Gezi soruşturması, Osman Kavala’ya ağır cezalık bir suç bulmak için üretilmiş bir davaydı.

Tek başına hükümeti yıkmaya teşebbüs edemeyeceği için Kavala’ya çalışma arkadaşlarından ve Taksim Dayanışma Platformu’ndan suç ortakları bulunmuştu.

Bunun için de 2013’de FETÖ tutuklu emniyetçinin arşivdeki fezlekesi indirilmişti.

Günün sonunda mahkeme Kavala’ya müebbet verirken, ona suç ortağı olsunlar diye davaya eklenmiş insanlara da 18 yıl hapis cezaları verdi.

Mesele aslında hiçbir zaman Gezi değildi, başından beri Kavala’ydı.

Bu yüzden Cumhurbaşkanı da dava için “bir zat ile ilgili verilen karar” dedi.

Israrla meselenin Gezi olduğunu söyleyen hem iktidar çevreleri hem de muhalifler siyaseten kendileri için doğru olanı yapıyor olabilir ama bu davayı toplumu ikiye bölen Gezi üzerinden yeni bir siyasi mücadele alanına çevirmenin bu haksız davada haksız suçlamalarla hapis cezası alan insanlara bir faydası yok.

Karşımızda Gezi ile ilgili kim ne düşünürse düşünsün herkesin çıplak gözle görebileceği dört dörtlük bir hukuk skandalı var.

Ama anlaşılan kimse bu davaya siyaseten değil, hukuk gözüyle, iddialar ve deliller üzerinden bakmaya hazır değil.

Önyargılar buna engel.

Belki de adalet için geriye kalan tek yol bu davayı da Suudi Arabistan’a göndermektir…

- Advertisment -