Ana SayfaYazarlarGGŞEÖ üyesiyim

GGŞEÖ üyesiyim

 

Ben bir zamanlar yazı yazıyormuşum meğer.

 

Üstelik telefonumun şarj cihazı arızalanmasaydı, bu pek dramatik gerçeği fark etmeyecektim bile.

 

Eski şarj aletlerinin ebedi istirahatgâhı olan çekmeceleri karıştırırken karşıma bir not defteri çıktı.

 

İlk sayfasında nal gibi harflerle kendime hatırlatıyorum: Cuma günü için yazı yazılacak! Tarih MÖ…

 

Sonra birkaç sayfa o günlerin mühim isimlerinin "yüksek fikirlerinden" alınmış notlar var; şu şunu dedi, öteki ona şöyle cevap verdi, şu şunu yazdı filan…

 

Sayfayı çevir, yine kendimi uyarıyorum: Salı günü için yazı yazılacak!

 

Eee tabii, arazi olmaya ne kadar teşne biri olduğumu bildiğim için işi sağlama almaya çalışmışım.

 

İnsanın kendini bilmesi iyi bir şey elbette ama mevzuumuz o değil.

 

Neticede, ben bir zamanlar düzenli olarak haftada en az iki gün yazı yazarmışım.

 

Düşündüm… Sonra ne oldu da elim klavyeye gitmez oldu diye.

 

Hayat gailesi mi? Mutlaka, birkaç ölçek…

 

Disiplinsizlik mi? Kendisi maalesef sık sık yaşam biçimim olur… Bir tutam da ondan koy.

 

Yazmanın manasız gelmesi mi dediniz? Hımmm… Sanırım bazen.

 

İyi de bu liste böyle uzar gider ve “sevgisiz geçen çocukluk yılları” klişesine kadar uzanır – ki haksızlık etmeyelim yok öyle bir şey yahu…

 

Peki aslında niçin, niçin, niçin?

***

 

Büyüdüğüm mahallede, çocuklara uçurtma yapan bir Hasan Amca vardı.

 

İlkbahar gelince, gazete kâğıdı başlı, kimi kırmızı kimi yeşil kimi mavi kuyruğu olan şeytan uçurtmaları yapar, 25 kuruşa satar, geçimini öyle sağlardı.

 

İyi bir adamdı Hasan Amca. Eğer bir çocuk, uçurtmasının ipi kopar ve onu gökyüzüne kaptırırsa hemen yenisini yapardı, üzülmesin diye.

 

Aynı zamanda kederli bir adamdı Hasan Amca.

 

Hüzünlü gözlerinden, derin bakışlarından çocuk halimle bile anlardım bunu.

 

Birisi ona ne zaman “Nasılsın” diye sorsa aynı cevabı verirdi hep: “Nezleli karga keyfindeyim…”

 

İşte ben de epey bir zamandır nezleli karga keyfindeyim bu memlekette.

 

Ve asıl bundan yazı yazamıyorum.

 

Bakmayın bizim gibi gazetede, dergide, internette bir şeyler karalayanların adının önüne öyle kolayından “yazar” titrinin nakşedilmesine.

 

Aslında ben yazar filan değilim. Misal, yazar Sait Faik’e denir.

 

Sait Faik yazar ise ben neyim? Ben yazar isem Sait Faik ne?

 

Demem şu ki, neticede bizim gibiler güncel üzerine fikirlerini yazan insanlardır sadece.

 

Ben bunu da esprili bir üslupla yapmaya çabaladım hep.

 

Ama memleket günceli denen şey, bütün tarafların olağanüstü katkısıyla öyle bir haldeki kimsenin benim “ironi oturtması” tadında yazılarıma ihtiyacının da, tahammülünün de olmayacağını düşünüyorum.

 

Gazeteler- sözüm meclisten içeri- Resmi Gazete’den hallice…

 

Televizyonlar adeta müebbet RTÜK belgeseli cezasına çarptırılmış kıvamında…

 

Siyasetçisi, kanaat önderi, köşe yazarı, gazetecisi, münevveri, yani her gün maruz kaldığımız herkes kendisinden acayip emin…

 

Herkes kendisinden acayip emin olabilmek için geliştirdiği teorilerden daha da emin…

 

Herkes acayip emin olduğu o teorileri sayasında kendisiyle acayip barışık…

 

Kimi okusam, kimi dinlesem acayip haklı, acayip ikna edici…

 

Neticede kimsenin doğru bildiğinden şüphesi yok, dolayısıyla kimsenin benim ama ile başlayacak mızmızlanmalarıma ihtiyacı yok…

 

Vaziyet böyle olunca…

 

Karadeniz’e (ve artık 3. Köprü inşaatına) yakın köyümüzde hiçbir topa girmeden, yalnızlar rıhtımı misali takılıyor(d)um bende.

 

Fakat bunu değiştiren bir şey, daha doğrusu iki şey oldu.

 

Birincisini girizgâhta anlattım.

 

Asıl mühimi ise ikincisi.

 

Ama bunun kesin surette gizli kalması lazım.

 

Onun için bilhassa yazının sonuna bıraktım.

 

Nasıl olsa buraya kadar dayanıp okuyan tek tük çıkar, buraya kadar okuyan da zaten bu sırrı tutacak meşreptendir dedim.

 

Sadede gelirsem, meğer yalnız değilmişim.

 

Tıpkı benim gibi kendi fikirlerinden acayip emin olmayanlar, acayip inançlı olmayanlar, kimi zaman kararsız kalanlar, hatta hiç utanmadan bazı mühim mevzularda kendisi gibi düşünmeyenleri de anlamaya çalışanlar varmış.

 

Bunlar, tüm o yüksek fikirlerden gizli gizli şüphe etmeye devam etmiş, biraraya gelmiş ve bir gizli örgüt kurmuşlar.

 

Adı: Gizli Gizli Şüphe Edenler Örgütü (GGŞEÖ).

 

Beni uzun zamandır takip ediyorlarmış, sonunda rol yapmadığıma, gerçekten hâlâ şüphe etmeyi sürdürdüğüme kani olup bendenizle temas kurmaya karar vermişler.

 

Maalesef haklarında hiçbir bilgi veremiyorum.

 

Eğer bana birileri bu örgüt hakkında soru sormaya kalkarsa da, malum bu yazıda anlatılan her şey hayal mahsulüdür, gerçek olaylarla hiçbir ilgisi yoktur (birazdan aslan iki kere kükreyecek ve film başlayacak…).

 

Hişşşt! Yaklaş kulağına bişey diycem: Sen onlara ulaşamazsın, gerçekten hâlâ şüphe edebiliyorsan onlar seni bulur!

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik