“AK Parti'yi AK Parti yapan en büyük özelliği nedir?” diye bir soru sorulacak olursa, benim vereceğim yanıt şu olacaktır:
“Buralı olmakla evrensel olmayı sentezleyebilmesidir.”
Bu iddia, Türkiye'nin makus talihini değiştirecek bir ruh ve sosyoloji yarattı. Çünkü buralı olmak bizim aidiyetimizdi. Yani duygumuzdu. Evrensellik ise aidiyetimizi nasıl kaliteli kılacağımızın yol haritasıydı. Yani aklımızdı.
Ancak bu sentez, 2013 yılından sonra biçim ve içerik değiştirmeye başladı. Buna, küresel aktörlerin arka planda rol oynadığı iki olayın büyük katkısı oldu.
Önce 17-25 Aralık 2013 operasyonları, ardından gelen 15 Temmuz 2016 darbesi, evrensel olmak ile buralı olmanın bileşenlerini ayrıştırmaya başladı.
Yerli-milli normlar evrensel değerlerle buluşursa yerlilik ve millilik yaratıcı öz kazanabilir düşüncesi gitti; yerine, dış dünya bize boyun eğdirmek isteyen bir değerler dünyasıdır algısı geldi.
Bu algının oluşmasında nesnel zemin yok değildi. Vardı. Ancak AK Parti'nin insanlığa mal olmuş değerler ile o değerler üzerinden kendisini hegemon kılmak isteyen siyasal aktörler arasında bir ayrıştırma siyaseti izlememesi hatâ oldu.
Antagonist sonuç yaratmak
Biliyorsunuz, bizim dış dünyada kendimizi tanıtmak için kullandığımız, uluslararası marka değeri olan bir sloganımız var:
“Dünya beşten büyüktür.”
Bu slogan hem Batı’yı Batı yapan değerleri yok saymıyor, hem de o değerlerin üzerine yeni değerler eklenmesi gereğinin altını çiziyor.
Biz bu marka değerini büyütmek, sık sık altını çizmek yerine, uluslararası camiaya evrensellik-buralılık sentezini içeren değerlerle değil evrenselliği dışarıda bırakan buralı olmayı önceleyen bir ruh terkibiyle dahil olmaya başladık.
Bu durum en bariz prototipini AB ile ilişkilerde yarattı. AB ile yaşadığımız sıkıntıları müzakere ederken, dışarıya sık sık “AB’nin siyasal bileşenleri ile değil, AB değerleri ile karşı karşıya geldiğimiz” yönünde izlenim verdik.
Oysa “AB Türkiye’yi anlamayan bir benciller topluluğudur; AB değerlerinden değil ama topluluğundan çıkıyorum” deyip AB'den uzaklaşmak bir şeydir.
“Ben AB’den çıkıyorum, çıkarken değerlerinden de uzaklaşıyorum” demek bambaşka bir tercihtir.
Birincisi evrensellik ile buralı olmayı aynı potada eritme iddiasını sürdürmek olur. İkincisi, evrensellik ile buralı olmak arasında antagonist bir sonuç yaratır.
Birinci perspektifi terk edebiliriz. Bu tercihi yapma özgürlüğümüz de var. Ancak bu tercihle birlikte, özümüzü yaratıcı kılacak ruhu da terk etmiş olmaz mıyız? Oysa bizim o yaratıcı ruha ihtiyacımız var.
Hangi tutum tercihi yapılmalı?
Türkiye’nin makus talihini yenmesi için AK Parti’nin önemli bir aktör olduğunu düşünenlerdenim.
Zaten Türkiye eski Türkiye olmaktan AK Parti ile birlikte çıktı. Yönetim sistemi hariç her şeyi değişti. Ama AK Parti üzerinde bir küresel kuşatma var. Bu kuşatmanın içerde çok ciddi uzantıları olduğunun da farkındayım.
Ne ki AK Parti, bu kuşatmadan varlık nedenini boşa çıkaracak hamlelerle çıkmayı denerse, kendisini yalnızlaştırmayı daha da derinleştirebilir.
Oysa küresel kuşatmayı boşa çıkaracak hamleleri ısrarla ve kararlı bir şekilde sürdürmek, diğer taraftan evrensellik ile buralı olmak arasındaki altın dengeyi de sürdürebilir kılmak, en önemli tutum olmalı.
Daha sofistike mücadele yöntemleri
Bunu söylemek kolay ama yapmak zor derseniz, size tamamen haksızsınız diyemem. Sanırım burada AK Parti önündeki temel açmaz şu: Evrensel demokratik değerleri işletirse, yaşadığı istisnaî halden nasıl çıkacak? Bu istisna hali, Türkiye’nin bir ölçüde ABD ve AB çıkarları doğrultusunda yapılandırılmış olmasından, devlet kurumları ve kadrolarının kısmen milli irade yerine başka iradelere bağlanmış bulunmasından, kamuoyu oluşturma araçlarının bir bölümünün de ABD ve AB’nin çıkarlarına göre düzenlenmişliğinden kaynaklanıyor.
Türkiye şu anda “evrensel değerler” diye tarif edilen koşullara yüzde yüz sadık kalırsa, küresel güçlerin Türkiye'deki muazzam propaganda gücünü etkisiz kılmakta zorlanacak. Devlet bürokrasisi içine sızmış FETÖ ve Gladyo türü yapılanmaları dağıtamayacak. Bu yapılar dağıtılmadan da küresel kuşatma yarılamayacak. Zaten 15 Temmuz darbesi sonrası Türkiye istisnaî hal yönetimine geçmeseydi, Cemaatin Türkiye içindeki Gladyo tarzı yapılanmasını bu kadar derinleştirerek deşifre edebilir miydi? Vicdanlı ve gerçekçi olalım.
Ama diğer taraftan Türkiye, doğru şeyleri yanlış yöntemlerle hayata geçirirse de bu kuşatmadan çıkamaz. Örneğin ABD’nin Türkiye içindeki muazzam propaganda gücünü etkisiz kılarken, bununla eş zamanlı olarak idam cezası geri getirilmelidir derse, o zaman hem kendisini dışarıda iyi bir şekilde anlatamaz. Hem de yürürlükteki tasarruflara ilişkin dışarıda soru işaretlerinin çoğalmasına zemin sunar.
Ayrıca propaganda gücünü etkisiz hale getirmenin tek yolu, o aktörleri tutup içeri atmak da değil. O aktörlerin kümelendiği grupları, yapıları bitirmenin daha ince, daha sofistike yolları da var. Batılı ülkeler kamu yararı için bu regülasyonu gayet ince ve sofistike yöntemlerle hayata geçirebiliyorlar.
Mücadele paradoksu
O zaman ne yapabiliriz? Türkiye'nin izleyeceği yol haritası bence paradoks yaratmak olmalı. Bir taraftan, küresel kuşatmaya zemin olan, küresel kuşatmanın içerdeki ajanlarına yönelik bir mücadele yürütecek. Evet, gerekiyorsa ABD’nin, AB’nin Türkiye içindeki propaganda gücünü etkisizleştirme operasyonları yürütmekten çekinmeyecek. Zaten bu propaganda gücünü etkisiz kılabildiği için, içerde psikolojik üstünlüğü ele geçirebildi.
Ama bunları yaparken, eşzamanlı olarak iki şey daha yapacak. Bir, evrensellik ile buralı olmayı aynı potada eriten sentezi terketmeyecek; tersine sürdürecek. Küresel arenadaki İslamofobi’ye karşı yaratıcı etkinlikler yürütecek, medeniyetler buluşmasını yeniden canlandıracak. IŞİD'e karşı verdiği savaşı Batı’da yaratıcı yöntemler ve doğru kişilerle anlatacak. Dış dünyada kendisini daha doğru ifade edecek. Yeni başkan Trump’ı ve İsrail ile düzelen ilişkileri bunu mümkün kılacak araçlar olarak değerlendirecek.
İki, İslam ile demokrasinin bir arada olabileceğinin kanlı-canlı örneği olacak. Kendi demokrasisini derinleştirme hamleleri yapacak. Kendi iç barışını mutlaka tesis edecek. Örneğin Kürtçe anadilde eğitime yönelik bir program başlatacak. Alevilere tüm haklarını eksiksiz iade edecek.
Küresel vitrine bu görüntü ile çıkacak. Ben buna küresel kuşatmaya karşı gri alan stratejisi diyorum. O zaman hem kendi iç bünyemizi sağlamlaştırırız, hem de Batı’nın inşa ettiği sanal gerçekliği yapısöküme uğratabiliriz.
Aksi halde, Trump’ın seçilmesinden sonra duygularımızın algılarımızı nesnel gerçeklikten daha fazla etkilemesi hatâsına düşmüş oluruz.