Bodrum’un hakikaten hala bir köye benzeyen bu köşesini biliyorsanız, “işte insanın kolay ölmeyeceği bir yer”diye düşünebilirsiniz. Haksız da olmazsınız.
İçlere doğru dip dibe “süper lüks” villalarla yayılıp genişleyen bu köy; İncecik kumsalına üst üste yığılmış, bütün gün selfie çekip telefonunu kurcalayan çıtır pıtır kızları ile kasımpatı kasımpatı kasılan bodyci delikanlılarına… Onlara bakarak, kendisini milat kabul edip yeni gelenleri yadırgayan “buralar çok bozuldu” cu orta yaşlı okumuşlarına… Sezon açılır açılmaz bütün tanıdıklarını yolunacak kaz gözüyle süzen restorancılarına… Sık sık kesilen elektriğine, suyuna… Müşkülpesentliğinize bağlı olarak daha da sayılabilecek iticiliklerine rağmen çok güzel bir yer.
Güneşin, alaycı sürprizlere bayılan usta ressamlar gibi, daha bir rengin tadını çıkartmanıza izin vermeden deniz ve gökyüzünü art arda pembe, kızıl, mor ışıklara boyayarak çekildiği akşam saatleri, her seferinde ilk kez yaşanan bir mucize gibi ruhunuzu coşturur. Denizin içine çakılmış kuru ağaçların dallarına takılan kabaklardan süzülen ışıklar kumsalda kurulu sofranızı aydınlatır. Ne müzik, ne motor gürültüsü; hiçbir ses uğramaz masanıza. Ayaklarınıza usul usul dokunup çekilen denizin üstünde dostlarınızla otururken hayata teşekkür etmek istersiniz.
Evet, insan Gümüşlük’te ölüm olmaz diye düşünebilir.
Ama Gümüşlük’te ölüm oluyor. Fakat insanlardan daha çok hayvanlar ölüyor Gümüşlük’te.
Gümüşlüğün bu tasmalı, tüylü sakinlerine yaz aylarında hep yeni katılımlar olur. Onların her birisiyle tek tek tanışıp huyunu suyunu öğrenmek ve arkadaş olmak için birkaç gün yeter de artar bile.
Proje çocukların ısrarıyla edinilmiş köpeklerden “kurtulmanın” akla gelen başlıca yolu, onları sahil kasabalarının duyarlılıklarına terk etmek oluyor. Sahillerde, hayatın kıyıcılığından bıkmış; insan türünden sıdkı sıyrılmış; başarı yarışından istifa etmiş “iyi yürekli insanlar” yaşar… Onların hüzünlü yalnızlıklarına, kapılarına bırakılmış mahzun bakışlı bir Golden’dan ne daha iyi gelebilir ki? Yaz başlarken suçlu gibi sessizce sahillere gelip köpeğini bırakıp kaçanlar vicdanlarını böyle düşünerek yatıştırıyorlar belki de…
Sahiller yalnız ve iyi insanlarla mı dolu? Bilmiyorum…
Ama buralarda o terk edilmiş köpekleri gözünü kırpmadan zehirleyen insanlar var; bunu iyi biliyorum. Tek bir tavuğu köpek tarafından paralanmış bir köylünün bütün köpek soyunu kurutabilecek kadar kötüleşebileceğinin tanığıyım.
Daha önce de yazmıştım. Benim de, sahibi taşınırken eski bir eşya gibi kapıcıya bırakılarak terk edilmiş bir köpeğim var. Adı “Kırık”… Kalbinden alıyor ismini. Üç yılı aşkın süredir beraber yaşıyoruz. Köpek fobisi olan yakın arkadaşlarım onunla tanışarak aştılar korkularını. Tanıyıp da sevmeyene rastlamadım bugüne kadar. Yanımda götüremediğim zaman onlarla kalıyor. Benden daha çok dostu var bu hayatta.
Her sabah olduğu gibi yine sahilde Kırık’la yürürken genç bir çocuk geldi yanıma “köpeğinizin serbest gezmesine izin vermeyin yine zehirlemişler üç tanesini” dedi. Gümüşlük hayvanlarını korumayı amaçlayan sivil bir girişimin üyesiymiş.
Sözümü “Bu ülke, insanına neyi layık görüyor ki, hayvanından ölümü esirgesin?” gibi pesimist bir klişeyle bağlayacak değilim. Çünkü kötülüğün olduğu her yerde iyilik de var.
Nejat İşler, Akif Kurtuluş gibi isimlerin omuz verdiği Gümüşlük Spor Kulübü, İstanbul’dan destek için gelen Fenerbahçe taraftarı “Vamos Bien” grubunun da bulunduğu ve neredeyse bütün Gümüşlüklülerin izlediği son futbol maçına, üstünde çok güzel bir köpek resminin yer aldığı “Bizi zehirlemeyin Gümüşlük’ün canı yanmasın”yazan pankartla çıktı. Vamos Bien’ciler “Hepimiz köpeğiz zehirlemekle bitmeyiz” sloganı attılar…
“Kırık” da diğer sahipli arkadaşlarıyla birlikte davetli olduğu bu maça gitti. Ulusal basın bu tepkiye ilgi gösterdi. TV kanallarında görüntülü haberler yapıldı.
Evet; Gümüşlük’te de hayat her yerde olduğu gibi. Ölüm de var, iyilik de…
Hangisinin yanında duracağınız size kalan bir seçim.
Kaynak: YeniYüzyıl