Bu sitede yakın zamanda yazdığım bir yazıda, kimliklerimizin bizi bizden soğutan bir kavram olduğunu söylemiştim. Eğer sadece insanların kimliklerine bakar ve onların zihniyetlerine önem göstermezsek, ortaya kaba bir ayrımlaştırmadan başka bir şey çıkmıyor. Bu yazıda ise tam tersine, kimliklerimizin bir suçu olmadığını savunacağım.
Özellikle hümanistler ve liberaller, kimliklerimizin aramızdaki ilişkileri bozan ve suyu bulandıran bir kavram olduğunu düşündüklerinden, kimliğe vurgu yapılmasını istemez, hattâ bunu reddederler. Onların dünyasında kişilerin hangi dine mensup olduğunun, hangi ırktan geldiğinin, nerede doğduğunun bir önemi yoktur. “Kürt ya da Türk fark etmez, sonuçta hepimiz insanız” mottosunda birleşirler. “Siz bir gayrimüslim olarak ne düşünüyorsunuz?” şeklinde sorulan bir soru onları memnun etmez. Oradaki “gayrimüslim” vurgusu gizliden bir ayrımcılıkmış gibi gelir… Veya “nerelisin?” sorusu da onlara pek anlamlı gelmez. Çünkü şu üç kuruşluk dünyada insanın nerede doğduğunun bir önemi var mıdır? Hepimiz bu dünyaya mensubuz (dünyalıyız), hepimiz aynı atadan geliyoruz (kardeşiz) ve hepimiz nihayetinde insanız.
Bütün bu yorumlara katılmakla birlikte, aynı zamanda bu yorumları sorunlu bulmak mümkün mü? Gayet mümkün. Çünkü “hepimiz insanız” lafı kulağa hoş gelse de içinde bir totalcilik, bir yeknesaklık barındırır. Sanki bu cümle insanın farklılıklarından her an bir sorun çıkar diye korkmakta, çareyi de hepimizi aynı kategoriye sokarak çözmeye çalışmaktadır. Türk ile Kürt kavga ederse biri onlara hemen “siz insansınız, kardeşsiniz” der ve sanki bu cümleyi durumun çaresizliğine paravan yapar — kardeşsek ve insansak, sanki kardeşler ve insanlar kavga edemezmiş gibi… “Kişinin dilinin, dininin, ırkının, politik görüşünün bir önemi yoktur” tarzı hümanizma yorumları, içinde bu açıdan korku ve endişe barındırır. Bize “insanlık” olarak anlatılan bu durum, aslında tam tersine bir insanlık dışılıktır. Çünkü insan bizzat diliyle, diniyle, ırkıyla, nerede doğduğuyla, nerede yaşadığıyla, politik görüşüyle, tuttuğu takımla vs. anlam kazanan bir canlıdır. İnsanı soyut ve köşesiz bir sevgi çatısı altında toplamak adına onları bu değerlerden azade kılmak, ideolojik bir başarısızlıktan başka bir şey değildir.
Bugün Ömer Halisdemir’in ailesinin CHP’li olduğu bilgisine “Halisdemir’in ailesinin politik görüşünün bir anlamı yok” diye cevap vermek çok hoş duruyor, ama burada gizli bir endişe yok mu? “Ömer Halisdemir’in ailesi CHP’liymiş. Ne önemi var? O bir kahraman” şeklinde yorum yapmak, onu olduğu gibi sahiplenmeyi başaramamak demek değil mi? Sanki şehidimizin kişiliği hakkında ne kadar bilgi edinirsek o kadar ondan uzaklaşmaktan korkuyoruz. “O bir kahraman” cümlesi, önüne arkasına bir şey koymadan, soyut ve soğuk bir kahramanlık tanımına varmıyor mu? Ne yani, Halisdemir’in CHP’li olması onun kahramanlığını azaltır mı? Şimdi bu yazıyı okuyanlar “elbette azaltmaz, biz de onu diyoruz” diyecekler. Ben de diyorum ki, kişilerin kimliklerinin aramızdaki ilişkiyi bozmaması bize bağlı. Halisdemir hakkında hiçbir bilgi almayarak mı onu seveceğiz, yoksa her geçen gün onu daha yakından tanıyarak mı? “O bir kahraman” ise, onu tanımlayan kimlik özelliklerinden korkmadan onu kahraman ilan etmek daha “insani” bir davranış değil mi?
* * *
Murat Belge’nin darbe girişimi hakkındaki son yazısı üzerine, Halil Berktay başka söze gerek duymayacak kadar net cevaplar verdi. Buna rağmen ben de çok küçük bir şeyler söylemeden edemedim.
Murat Belge’yi kariyerinin son dönemlerinde bocalatan temel noktanın Tayyip Erdoğan olduğunu düşünüyorum. Yani Erdoğan nefreti veya — nefret kelimesinden hoşlanmazsa — Erdoğan sevmezliğinden ziyade, bizatihî Erdoğan’ın varlığı… Meselâ yazısında şöyle diyor: “O gece laiklerin orada olmasını istemiyorsun, olmuyorlar ve kazanıyorsun.” Tayyip Erdoğan için diyor… İyi de, size ne Erdoğan’ın ne isteyip istemediğinden? Hayat önümüze bazı sınavlar çıkarır ve biz de kendi meşrebimize göre bu sınavlardan geçmeye çalışırız. Bir parti kapatılmak istenirse, örneğin, bunun karşısında oluruz. Bunun karşısında olurken başkalarının ne düşündüğünden bize ne? Bir darbe girişimi olur ve hayat sizden buna bir cevap vermenizi ister. “Darbenin karşısında duracak mısınız?” Buradan yine aynı noktaya geliyoruz: size ne, dışarıda hangi tip insanların olduğundan? Siz darbeye karşı durmak için sokaklara çıkacak mısınız, çıkmayacak mısınız? Bu soruyu Murat Belge’ye 14 Temmuz’da sorsaydık, “çıkardım ama çıkmadan önce sokağa kim çıkıyor ona bir bakardım” demezdi herhalde. Belge doğru bildiği prensipleri bile başkalarının durumuna göre uygular hale gelmiş.
“Bugün Fransa’daki burkini yasağını protesto etmek için dışarı çıkıyoruz, gelmek ister misiniz?” diye sorsak Belge’ye, “benim Allahu Ekber diyen kişilerle ne işim olur” mu diyecek? Şu işe bakın; koskoca Murat Belge’ye neler anlatıyoruz! Benim kendisine tavsiyem, doğru bildiklerini yapsın — o doğrunun yanında Tayyip Erdoğan ve dindarlar olsa bile…