Ana SayfaYazarlarHah işte, nihayet taze bir yaklaşım; iki dürüst ve akıllı adam!

Hah işte, nihayet taze bir yaklaşım; iki dürüst ve akıllı adam!

 

[14.4.2019] Bundan iki küsur ay önce, benzer başlıkla bir yazı yazmışım, Manchester City teknik direktörü Pep Guardiola ve Liverpool teknik direktörü Jürgen Klopp hakkında (İki düzgün adam, 3 Şubat 2019). Türkiye’de ve politikada bu evsafta kimse kalmadığı gibi, son derece Batı-merkezci ve Oryantalist bir sapkınlığa mı kapıldım, nedir? Çıldırmış olmalıyım, gözümün önündeki yerli ve millî cevherleri farkedemediğim için.

 

Bu Pazar sabahı da gözümü iktidar sözcüleri ve medyasına açtım. Esas konu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın ekonomik reform açıklamaları ve ABD’deki temasları. Bunların haberini önce Reuters ve Financial Times verdi. Nasıl desem; pek parlak değildi aktardıkları. Fakat ah ah, hepsi bir aldatmacaymış meğer. Önce A Haber ve Sabah düzeltti: “BATI’NIN 31 MART SEÇİMLERİ SONRASI YENİ KİRLİ PLANI DEŞİFRE OLDU” (13 Nisan). Meğer eleştirmek ve yetersiz kalındığını, ikna edici olunamadığını söylemek “kirli plan”mış. Nasıl düşünemedim bunu? Bugün ise Hürriyet kervana katılmış: “YABANCI BASININ ALGI OPERASYONU TUTMADI – TÜRK EKONOMİSİNE BÜYÜK ÖVGÜ – UZUN ZAMANDIR BU KADAR KALABALIK TOPLANTI GERÇEKLEŞMEDİ – BAKAN ALBAYRAK’TAN BAŞ DÖNDÜREN EKONOMİ DİPLOMASİSİ” (14 Nisan). Çok rahatladım. Bizim yakınımızdaki markette domates 18, fasulye 31, can eriği 70 lira. Bunlar da “kirli plan”ın bir parçası değilse, bu başarılardan sonra yakında hızla düşeceklerine kesin gözüyle bakabiliriz. Aynı şey döviz kurları için de geçerli. Efendim, dolar sürekli artıyor denilmekte. Örneğin bir siteye göre, bir ay önce 5.40’larda, on gün önce 5.60’taymış; şimdi 5.77 olmuş (ben Akbank’ta satış fiyatı 5.96 diye okuyorum). Hepsi yalan, hepsi iftira olmalı. Ya da en azından, son Amerika zaferlerimizden sonra TL muhakkak değer kazanacak; S-400’ler ve F-35’ler krizinin, ya da Trump’ın ambargo tehditlerinin dahi bunda en küçük bir olumsuz etkisi olmayacaktır.

 

Fakat biliyor musunuz, bir yerde çok sıkıcı bütün bunlar. Fevkalâde yavan ve banal; dış dünyanın bu komplolarını da kanıksadık, zaten sezdiğimiz çürütme ve cevaplarını da. Ne demiş, tâ 13. yüzyılda Mevlânâ (A. Kadir’in Türkçeleştirmesiyle): Dünle beraber gitti cancağzım, / Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım… Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisi’nin ilk performansı ise 1824’te. Dördüncü bölümünde, orkestra önce ilk üç bölümün bütün temalarını deneyip reddeder; ardından hummalı, kaotik, neredeyse kakofonik bir arayışa girer. Derken ilk defa insan sesi yükselir (bariton): O freunde, nicht diese toene, sondern last uns angenehmere anstimmen (Ey dostlar, bırakalım bu sesleri; onların yerine daha hoş, daha neşeli bir şeyler çığıralım).

 

AK Parti’ye ve medyasına da yeni ve taze bir şeyler lâzım artık; propaganda dediğin de azıcık yaratıcılık içermeli; örneğin Mehmet Uçum ve Markar Esayan’ın başkanlık referandumu sırasında ortaya attıkları, ama maalesef muhteşem bir esinti düzeyinde bıraktıkları ve nedense arkasını getirmedikleri “organik lider” teorisi, ya da gene Mehmet Uçum’ın, sistemin referandumdan geçmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçilmesiyle Türkiye’de “millî demokratik devrim”in nihayet gerçekleştiğine dair, akademik siyaset bilimcilerin gözünden kaçan dahiyane yazıları gibi…. Diyordum ki kendi kendime, gözüme internette dolaşan şöyle bir tweet ilişti (bilmeyebilecekler için açıklayayım: metinde adı geçen Ömer Lekesiz Yeni Şafak’ta yazıyor; tweet’in sahibi Mahmut Bıyıklı ise Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul başkanı):

“Bekamızı demokrasiye feda etmeyelim. Belediye Başkanları atamayla göreve gelsin fikrini tartışmaya açan Ömer Lekesiz Ağabeyin bugünkü yazısını önemli buluyor ve her satırına imza atıyorum. Atama yapılacak başkanlar Yerel Yönetimler Akademisi’nde yetişmeli, göreve donanımlı başlamalı.”  

 

Bravo! İşte budur mesele. Neden öyle geçersiz oy, tutanak kaydırma, Büyükçekmece, seçmen taşıma vb itirazlarıyla; irili ufaklı Pelikancıların, başyazarların, parti sözcülerinin ya da genel yayın yönetmenlerinin dedikleriyle uğraşıyoruz? Hepsi lüzumsuz teferrüat; herkes “kutunun dışında” düşünemeyen birer pedant (= fuzulî ukalâ, fikir yayası). İşin özüne inelim. Plato, İÖ 380 dolaylarında yazdığı düşünülen (ve İngilizceye The Republic, Türkçeye Devlet diye çevrilen) Politeia’sında, Yunan şehir-devletlerinin inişe geçmesine çözüm bulmuştu zaten: Demokrasinin yerini oligarşi almalı; yönetim bütün vatandaşların işi olmaktan çıkıp, bütün diğer meslekler gibi özel bir profesyonelliğe dönüşmeli; bu amaçla özel olarak yetiştirilecek “en iyi”lerin olmalı. 

 

Lekesiz ve Bıyıklı’ya tek eleştirim şu: O zaman, neden bu ilkeyi belediyelerle sınırlı tutalım? Hazır, Erhan Afyoncu’nun rektörlüğündeki Millî Güvenlik Akademisi de varken, en üst muktedirler de önce orada eğitilip daha donanımlı kılnmasın mı? Sonra bu çerçevede, Cumhurbaşkanı da kendi kendisini ve halefini atamasın mı? Eski Yunan’ın en muhafazakâr kenti olan Sparta’nın Yaşlılar Meclisi ve onun etrafındaki Beşyüzler Meclisi misali, Türkiye’de de bir sonraki TBMM’nin seçimi de, şimdiki TBMM tarafından yapılmasın mı? (Çünkü neymiş o, 23 Nisan 1920’de icat edilen ulusal egemenlik safsatası? Bütün bu tür bidatlar ref edilsin, olsun bitsin.) Bilim insanı tutarlı olmalı. Madem Immanuel Kant’a yakışacak bir “kategorik emperatif” keşfettiniz, uygulamada mütereddit olmamak, sonuna kadar gitmek lâzım.

 

Gene de kendilerini, çağımızın bölücü ve yıkıcı demokrasi zırvalarına nihayet tekmeyi vurup, iki bin küsur yıllık en seçkinci düşünce geleneğiyle olsun, 20. yüzyıldaki Faşist, Nazi, Stalinist, özetle totaliter mirasçılarıyla olsun, tekrar bağlantı kurmaya cesaret ettikleri için hararetle kutluyorum. 

 

 

- Advertisment -