Rusya-İran-ABD ortak yapımı bir insanlık trajedisi ile karşı karşıyayız.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın en vahşi katliamlarından biri hemen dibimizde yaşanıyor. Rusya'nın havadan, İran'ın karadan desteği ile, Suriye'de Esad rejimi Halep'i ele geçirmiş durumda.
Rejim intikam istiyor, kimseye, sivillere, kadınlara, çocuklara merhamet gösterilmeyeceği açık. Halep'in düşmesi ile siviller kurşuna dizilirken, kadınlar tecavüzden korunmak için intihar ediyor.
Türkiye'nin ana önceliği bu insani trajediye bir son vermek. Sivilleri ve silahlı militanları güvenli bir şekilde Halep'ten çıkarmaya çalışmak.
Bu doğrultuda yürütülen diplomatik girişimlerle Türkiye Rusya'yı ikna etmiş durumda. Dün açıklanan ateşkes siviller ve savaşçılar için bir koridor açılmasını ve İdlib'e tahliye edilmelerini öngörüyordu.
Ancak bu kırılgan bir ateşkes. Rusya ikna olsa da, İran taş koyuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ateşkesin tekrar sağlanması için Putin'le görüşeceğini açıkladı.
Bu denklemde dikkat çeken başka unsurlar var:
Arap ülkelerinin ismi anılmıyor. Ne Suudi Arabistan, ne de Ürdün masada değil.
ABD ve Batı bloku da müzakerelerde yoklar. ABD'den gelen timsah gözyaşları, boş sözler bir şey ifade etmiyor. İran anlaşması için Suriye'yi İran'a peşkeş çeken Obama yönetimi bu katliamlardan birinci düzeyde sorumlu.
Bu anlamda Türkiye'nin insani kaygılarla, Rusya ve İran'a baskı yapan tek aktör olduğu kayda geçirilmeli.
Bundan sonrası ise Rusya'nın İran üzerindeki caydırıcılığı açısından bir test olacak.
Türkiye halkının Halep hassasiyeti ise tüm dünyaya ders olacak nitelikte. Dün İstiklal meydanında Rus konsolosluğu önündeki binlerce kişi, “Katil Rusya, katil İran, katil Esad ve katil PKK” diye haykırarak tarihe kendi şerhlerini düştü.
Tarih Halep'in düşüşünü bir vahşet olarak yazacak. Katillerin kim olduğu belli, sivillere kimin yardım etmek için çırpındığı da.
Bosna'da, Rwanda'da söylenen “bir daha asla” sloganlarının boş bir laf olduğunu yine acı bir şekilde öğreniyoruz.