Malum neredeyse altı yıldır Suriye’de kanlı bir savaş hüküm sürüyor. Bu zaman zarfında devam eden Esed yanlıları ve muhalifler arasındaki çatışmaların belki hiç yaşanmadığı nadir yerleşim yerlerinden biri olan Halep de çatışmalardan nasibini almıştı. Halep kentinin tarihsel olarak nüfus yapısı göz önüne alındığında buradaki Ermeni nüfusunun her anlamda yerleşik ve kayda değer bir nüfus olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.
Bildiğimiz üzere buradaki çatışmalar Ermeni mahallelerine sıçramıştı. İlk çatışmaların sonunda muhaliflerin kontrolü ele geçirdiği bölgeye rejim güçlerince girildiğini gördük. Söz konusu mahallelerde Ermeni nüfusun yanısıra önemli tarihi yapıların da bulunduğun belirtelim. Ne yazık ki tarih ders alınmadığı için hakikaten tekerrürden ibaret. Zira, 1915 soykırımından güç bela kurtulan az sayıdaki Ermenilerin çocukları ve torunlarının akıbeti yine bir köksüzlük ve imha tehlikesiyle karşı karşıya kalmak.
1915’de yaşadıkları felaket sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nu o dönem yöneten siyasi karar alıcılar tarafından Suriye’ye sürülen ve burada ender de olsa hayatta kalabilen Ermeniler Suriye’deki Hıristiyan nüfusun yüzde 8-10’unu teşkil ediyor ve bu nüfus büyük ölçüde Halep’te yaşıyor. Bugün başta Ermeniler olmak üzere birçok farklı kültürel toplulukların neşv ü nema bulduğu güzelim Halep şehri adeta metruk bir yer haline geldi.
Bir Antep’li olarak Antep’in bilhassa Ermenilere ait semtlerini, mahallelerini gezdiğimde aklıma hep Halep’in sokakları gelir. Ve tabiki neredeyse bütün mimari yapısı tıpatıp aynı olan Antep Kalesi’ne her baktığımda Halep’in o ihtişamlı kalesine bakar gibi olurum. Halep üzerine konuşmak aslında emperyal bir güç olan Osmanlı İmparatorluğunun önemli bir kesiti üzerine de konuşmak demek. Uzunca bir süre bu ihtişamlı İmparatorluğa vilayetlik yapmış olan Halep İmparatorluğun Ermeni tehciri ve kırımı gibi korkunç insanlık suçlarının da vuku bulduğu bir vilayet idi aynı zamanda.
Ancak üzerine konuşacağımız kitap yukardaki girizgahın dışında bir tarihsel zaman dilimindeki Halep’i konu alıyor. Modern Ortadoğu tarihi ve siyaseti; erken modern ve modern Ortadoğu’nun toplumsal ve kültüre tarihi üzerine saygın çalışmaları olan tarihçi Abraham Marcus imzalı “Modernliğin Eşiğinde Bir Osmanlı Şehri: Halep” başlıklı değerli kitabı Halep’in karmaşık toplum yapısının ve kültürünün dikkat çekici bir portresini çiziyor ve bunu yaparken Tanzimat’tan önceki yüzyıla odaklanıyor. Başka bir ifadeyle, henüz muhtelif küresel güçlerin bölgede modernleşmenin ve her alanda yaşanan köklü dönüşümlerin öncüsü olmadığı bir döneme yakın mercekten bakıyor.
Esas itibariyle bu çalışma hem belirli bir Ortadoğu toplumunun hem de bir bütün olarak bölgenin modern öncesi toplumların genel yapıları hakkında tafsilatlı bilgiler veriyor. Marcus’un önemli altını çizdiği üzere Yüz binden fazla nüfusuyla İstanbul ve Kahire’den sonra bölgenin en büyük üçüncü yerleşim yeri konumundaki Halep, kuzey Suriye’nin büyük bir kısmı boyunca uzanan mühim bir Osmanlı vilayetinin idare başkenti ve tekstil imalatının ve Doğu-Batı ticaretinin en meşhur merkezlerinden biriydi. Buna rağmen, 18.yüzyıldaki Halep toplumu üzerine yapılan bütün araştırmalar, içerik olarak oldukça düzensiz ve sınırlı bir veri teşkil etmekteydi. Günlük yaşamın pratiklerinin birçok yönü bilinmiyordu.
Örneğin aile hayatı, sağlık koşulları, tıp, ölüm, hobiler, popüler kültür, okuryazarlık, eğitim, kadınlar, çocuklar, esnaf loncaları, piyasa düzenlemesi, hayırseverlik, fakirlere yardım, geçim sıkıntıları, sosyal tabakalaşma, hukuk sistemi, suç, hukuki uygulamalar, komşuluk hayatı ya da toplumsal kurumların işleyişi hakkında etraflı bilgiler bulmak bir hayli zordu. Siyaset, idarecilik, Avrupa ticareti, ekonomik durum, dini azınlıklar ve kentsel meseleler de yine araştırılmamıştı. Marcus’un söz konusu çalışması literatürdeki bu boşluğu ciddi anlamda doldurmuşa benziyor.
Dolayısıyla Marcus’un bu önemli çalışması aslında 18. yüzyıl Halep şehrinden hareketle, modernleşmenin eşiğinde olan bir Ortadoğu toplumunun dünyasını yeniden inşa etmeye girişiyor. Bu bağlamda yazarının kendi ifadesiyle “şehrin tarihindeki ana boşlukları doldurmaya, yaşam tarzını ve tecrübelerini anlamayı ve olaylı bir yüzyılın seyri içerisindeki gerçekliklerini ve dinamiklerini şekillendiren etkenleri aydınlatmayı amaçlıyor.”
Kitabın içeriğine göz attığımızda karşımıza hakikaten oldukça zengin bir malzeme kullanılarak yazılmış ve söz konusu yüzyılda Halep şehrinin bütüncül bir fotoğrafını çekmiş referans olarak rahatlıkla kullanılabilecek bir eserle karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla görebiliriz. Marcus’un çalışmasının belkemiğini oluşturan bilgilerin kaynağı özel bir yerel kaynağa, Halep ile alakalı şer’iyye mahkemesi kayıtlarına(Şer’iyye Sicilleri) dayanıyor. Ancak paradoksal olarak aslında kitabın yumuşak karnını da bu kaynaklar teşkil ediyor.
Zira, kitaptaki bazı bölümler neredeyse tamamen bu kaynaktaki materyallerden neşet ediyor ve yazarın yorum ve analiz süzgecinden pek de geçmeden aynen aktarılıyor. Son derece zengin bir bilgi kaynağı olan bu sicillerin yazar tarafından daha nüanslı bir biçimde mülahaza edilmiş olması kitabın değerini bir kademe daha yukarıya çıkartacak bir etken olabilirdi.
18. yüzyıl Halep’i üzerine yazılmış bu kayda değer kitabın ortaya koyduğu en önemli özelliklerden biri toplumsal yapı, fikir ve inanç dünyası, yönetim sistemi, temel toplumsal ve ekonomik kurumları, demografik yapı ve genel hayat tarzı gibi açılardan “Halep’in Batı’dan mülhem bir modernliğe doğru geçiş yapan bir toplum” derekesine ulaşamaması. Bu dönemde tıp, ulaşım, iletişim, üretim gibi alanlarda Halep toplumunu büyük bir değişime uğratacak önemli bilimsel veya teknolojik yenilikler yoktu. Devlet, mevcut düzeni koruyan tutucu bir politika izliyordu.
18.yüzyıl Halep şehrinin özellikleri sadece bu topluma özgü olmayan ve genel anlamda geniş bir bölgeye şamil edilebilecek bir iç dinamiğe sahipti. Bu önemli çalışmanın da gösterdiği gibi bu özellikler genel anlamda, o dönemki Ortadoğu bölgesinde ve özellikle Arap topraklarında şehir toplumunun doğasını yansıtmaktaydı.