Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Halk harekete geçti!”

“Halk harekete geçti!”

Gerçek devrimler, tarihteki bütün devrimler, Şubat 1917’deki gibi veya Tunus’ta 2011’de gerçekleşen ve Arap Baharı’nı başlatan devrim gibi başlar. Kimse karar veya emir filan vermez; kimse genç bir adamın kendini yakmasının 23 yıllık bir diktatörlüğün yıkılmasına yol açacağını kırk yıl düşünse tahmin edemez. Büyük kitlelerin sokaklara dökülmesini sağlayan o “Yetti artık!” ânının ne zaman ve nasıl geleceğini kimse önceden bilemez.

Kırklı yaşlarında kalp krizi geçirip giden dostum Fikret’in oğlu Barış on yaşında, ya ekim ya kasım ayı, kış gelmeden üçümüz Ege sahilinde son bir tatil yapıyoruz. Otuz yıl olmuştur herhalde. Hava limonî, sıkı giyinip plajda yürüyüşe çıktık. Kumsalda bizden başka kimse yok, her taraf kurumuş yosun ve sonbahar yapraklarıyla kaplı. Aniden rüzgâr çıktı, yosunlarla yapraklar hışırdayarak uçuşmaya başladı. Barış etrafına bakındı ve “Yaprak halkı harekete geçti!” dedi. Kahkahalarla güldük.

Barış’ın bu ölümsüz sözleri geçenlerde Sri Lanka’da olan bitenleri izlerken aklıma geldi. Devasa kalabalıklar Cumhurbaşkanı Rajapaksa, eski Başbakan Rajapaksa (evet, bunlar iki kardeş) ve Başbakan Wickremesinghe’nin saraylarıyla resmî konutlarını basarken “Sri Lanka halkı harekete geçti!” diye düşündüm.

Halk sarayın havuzunda yüzerek serinlerken kardeşlerden biri bir askerî üsse, öbürü bir savaş gemisine sığındı, sonra da ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar.

Onları izlerken, halkın harekete geçmesiyle devrilen başkalarını düşündüm: Tunus’ta Bin Ali, Mısır’da Mübarek, Sudan’da Ömer el Beşir… Düşünce düşünceyi açtı, “Devrim nedir, nasıl olur?” gibi konulara daldım. Sizinle de paylaşayım.

“Yetti artık!”

Önce, devrimin nasıl bir şey olmadığını saptayalım.

Parti’nin Merkez Komitesi toplanır, kısa bir tartışma sonrasında haftaya Salı günü devrim yapılacağı kararını verir, Salı günü devrim yapılır.

Bu senaryoda, devrim günü sokakta görülen işçilerin hepsi mavi tulumlu, çok kahraman, çok güçlü kuvvetli, çok özverili devrimcilerdir. Hepsi Stalin Rusya’sının afişlerinden inip sokağa çıkmışlardır adeta.

Ve Salı akşamüzeri devrim tamamdır, Parti iktidardadır, Parti Genel Sekreteri ülkenin mutlak hakimidir.

Bu devrim, Stalinist bir düşten ibarettir. Dünya tarihinde böyle bir devrim yoktur.

Bu şekilde gerçekleşen şeylere devrim değil, darbe denir. O zaman da zaten sokaklarda işçiler değil, askerler olur.

Bazen 1917 Ekim Sovyet devriminin böyle gerçekleşmiş olduğu, dolayısıyla da devrim değil darbe olduğu iddia edilir. Oysa Ekim, devrimin başlangıcı değil sonudur. Şubat ayında başlayan devrim uzun, karmaşık ve hareketli bir süreç sonucunda, istikrarsız bir ‘ikili iktidar’ döneminin sonrasında, Ekim ayında sovyetlerin (yani seçilmiş işçi konseylerinin) iktidarı almasına yol açmıştır. Şubat ayında devrimin patlak vermesi de zaten herkes gibi Bolşevik Partisi’ni de şaşırtmıştır.

Ekim ayında iktidara Bolşevik Partisi değil, Sovyet’ler gelmiştir. Nitekim, Bolşeviklerin sloganı “Tüm iktidar Sovyetlere” idi, “Tüm iktidar Parti’ye” değil. Ve bu sloganı öne sürdüklerinde, Bolşevikler sovyet delegeleri arasında azınlıktaydı. Devrim süreci boyunca çoğalan, ama Şubat’ı izleyen aylarda çok küçük olan bir azınlık.

Gerçek devrimler, tarihteki bütün devrimler, Şubat 1917’deki gibi veya Tunus’ta 2011’de gerçekleşen ve Arap Baharı’nı başlatan devrim gibi başlar.

Kimse karar veya emir filan vermez; kimse genç bir adamın kendini yakmasının 23 yıllık bir diktatörlüğün yıkılmasına yol açacağını kırk yıl düşünse tahmin edemez. Büyük kitlelerin sokaklara dökülmesini sağlayan o “Yetti artık!” ânının ne zaman ve nasıl geleceğini kimse önceden bilemez.

Ve o kitlenin yüzde 99’u tek bir amaçla dökülmüştür sokaklara: Diktatörden kurtulmak. Bunun ötesinde ortak bir amaç yoktur.

Diktatör devrildikten sonra sosyalizme doğru adım atmak, işçi sınıfının iktidarını kurmak, üretim araçlarının kamulaştırılması gibi amaçlar sadece sosyalistlerin kafasında vardır; sosyalistler de kitlenin içinde genellikle çok küçük bir azınlığı oluşturur.

Çok büyük çoğunluk, sokaklara döküldüğü âna kadar, diktatörden nefret etmek dışında belki de hiç siyaset düşünmemiştir. Özgür olmak istiyordur, ama nasıl bir toplum istediği konusunda belki de hiç kafa yormamıştır. Yol gösterici olarak Marx’ı veya Lenin’i değil, diktatöre zaman zaman kafa tutmuş ama kendisi de çok muhafazakâr olan bir adamı düşünüyordur büyük ihtimalle.

Her kafadan bir ses

Kısacası, kitlenin çok büyük çoğunluğu bu tür sorunları, ne yapmak ve nasıl ilerlemek gerektiğini ancak sokaklara döküldükten sonra, diktatör devrildikten sonra düşünmeye başlar. Ve her kafadan bir ses çıkar.

Daha düne kadar diktatöre kuzu kuzu boyun eğen insanlar bir anda komünist oluvermez. Birileri diktatörün yerine yeni bir cumhurbaşkanı gelmesini yeterli bulur. Kimileri bulmaz, yepyeni bir hükümet kurulmasını ister. Kimileri daha da ileri talepler ileri sürer. Ve devrim sürecinde her gösteride, her işyerinde, her kahvede hiç durmadan hep bunlar tartışılır. Hangi görüşün daha büyük kalabalıkları etkileyeceğinin, devrimin ne yönde devam edeceğinin hiçbir garantisi yoktur.

Her kafadan bir ses çıkar ve bin bir türlü fikir ortaya atılırken, sosyalistler biraz daha iyi bir cumhurbaşkanıyla yetinmemek gerektiğini, örgütlü davranmak gerektiğini, kitlenin kendi temsilcilerini iktidara taşıması gerektiğini anlatır, taktikler, yöntemler önerir.

Bu anlattıklarına yeterince taraftar bulamazlarsa, egemen sınıfın dayatmaya çalıştığı kişi ve hükümetlerden biri eninde sonunda, belki kitleler yorulmaya ve eve çekilmeye başladığında, kabul görür ve devrim sınırlı kazanımlarla sona erer.

Bulurlarsa, devrim süreci ilerler.

- Advertisment -