Hakkâri ve Şırnak, kısa bir süre önce yine gündemdeydi. İki ilin de ilçeye dönüştürülmesi, Yüksekova ve Cizre’nin de il yapılması planlanıyordu; buna göre Hakkâri Yüksekova’ya, Şırnak da Cizre’ye bağlanacaktı. Tabii, her iki ilin ahalisi de ayağa kalktı. Birçok konuda birbirinden siyah ve beyaz kadar ayrı düşenler, iş şehirlerinin kimliğinin korunması olunca yan yana geldiler ve elbirliğiyle çalıştılar. Çalmadıkları kapı, yanlışlığı anlatmadıkları yetkili kalmadı. Nihayetinde çabaları müspet bir netice verdi, Hakkâri ve Şırnak’ı ilçe yapma düşüncesi rafa kalktı, herkes rahat bir nefes aldı.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, meseleyi tekrar ortaya sürdü. İki ilde hem endişe hem de sinirler tavan yaptı yeniden. Şırnak Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Osman Geliş, Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından konuşmasından sonra şehrin “bir yas evine döndüğünü” belirtiyordu. Hakkârili dostum Halit Yalçın ile hasbıhal ettik. Yalçın, mevzuu ilk gündeme geldiğinde en çok gayret gösterenlerden biriydi. Vahim bir yanlışı önlemek için elinden geleni yaptı, yetişebildiği her siyasetçi ve bürokrata meselenin aslını astarını anlattı, kamuoyunun ilgisini çekmek medyadaki tanıdıklarını harekete geçirdi.
Yalçın bana da kallavi bir Hakkâri dosyası göndermişti. Salt bir karşı çıkış dosyası değildi bu; sorunu doğru dürüst çözmek isteyenlere birçok alternatif de sunuyordu. Devlet eğer istiyorsa Yüksekova’yı da Cizre’yi de il yapabilirdi; Hakkâri ve Şırnaklıların buna bir itirazı yoktu. Hatta yol da gösteriyorlar; ulaşım, ekonomi, vb. parametreleri gözeterek iller arasında ilçe taksimatının ne şekilde yapılabileceğine dair öneriler de getiriyorlardı. Lakin il vasıflarına el uzatılmasını kesinlikle reddediyorlardı. O vakit tam bunları yazacakken hükümet tasarısını geri çekmiş ve tartışma bitmişti.
Şehirlere kıymayın!
Doğrusu “Artık bir daha bunları yazmaya gerek kalmaz” diye düşünüyordum. Lakin öyle olmadı. Cumhurbaşkanı TOBB Genel Kurulu’nda Hakkâri ve Şırnak’a tekrar kâbus gördürdü. Şırnak’ın Cizre’ye, Hakkâri’nin Yüksekova’ya dönüştüreceklerini ifade etti. Gerekçesi ise sağlamdı: “Çünkü şehircilik benim işim. Niye? Belediyecilikten geldim. Neresi şehir olur, neresi olmaz olmaz onu iyi bilirim. Şırnak’ı, Hakkâri’yi nasıl şehir yapmışlar şaşarsınız.”
Şimdi, kimse kusura bakmasın, bu işler böyle olmaz, olamaz, olmamalı. Çünkü:
Bir, madem buralardan şehir olmazdı (!), Erdoğan ve AKP neden bu kadar bekledi? Niçin iktidar dönemlerinin başında değil de aradan bunca zaman geçtikten sonra bu konuyu gündeme taşıdılar? 15 yıldır “şaşılmayan” bir durum nasıl oldu da yekten “şaşkınlık” verici bir hale dönüştü? Cevaba muhtaç sorular bunlar.
Tahmin edileceği üzere bu kararın altında, şehir estetiğine ilişkin bir hassasiyet yatmıyor. İktidarı bu yola iten, buraların şehir olamayacağı düşüncesi değil, güvenlik kaygılarıdır. Fakat ili ilçe, ilçeyi il yapmakla güvenlik tesis edilemez.
İki, hiç kimse böyle bir tasarrufa razı değil. Muhalefet partilerinin toptan karşıtlığı bir yana, AKP’nin bölge milletvekilleri de bunu tasvip etmiyorlar. Nitekim 2016’da bir torba kanunla bu iki ilin ilçe yapılması düşüncesi, gerek Meclis’te gerek kamuoyunda büyük bir muhalefetle karşılanmış ve sonunda partilerin ortak önergeleriyle süreç durdurulmuştu. Yanlış başlayan doğru bitmişti. Tekrardan yanlışa sapmanın ve bu iki şehre kıymanın bir âlemi yok.
“Bu benim işim, ben bilirim”
Ve üç, böyle hassas meseleler “Bu benim işim, ben bilirim” tavrıyla ne yönetilebilir ne çözülebilir. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yer, başıboş bir arazi değil söz konusu olan. Orada bir tarih var. Orada bir doku, bir kültür var. Orada yaşayan insanlar var. O insanların hayalleri, yatırımları, planları, geçmişleri ve gelecekleri var.
O insanlara ne düşündüklerini sormuyorsunuz. Onların tek bir söz etmelerine izin vermiyorsunuz. Duygularına ve fikirlerine zerrece kıymet biçmiyorsunuz. “Siz bilmezsiniz, sizin için en iyisini ben bilirim” diyerek atılacak her adımın büyük bir tepki doğurması kaçınılmaz.
Halkla inatlaşılmaz.
Halkla inatlaşmaktan da kimseye hayır gelmez.