[2 Aralık 2017] Gene çok uzun bir ara oldu. Üç hafta sürdü. Bu arada yeni bir döneme de girdik. Biraz daha rahat olmak istiyorum, yazı tarzım konusunda. Her seferinde komple, bitirilmiş, cilâlanmış “makale”ler çıkarmaya çalışmayacağım. Bazen, bir günlük tutarcasına tek tek düşünce ve gözlemlerle yetinmeyi, ancak vakit bulduğumda daha uzun analizlere girmeyi umuyorum. Bilmem; belki sıkışıklık sorunlarımı aşmaya yarar.
Atilla İlhan’ın “Hangi” dizisi vardı bir zamanlar. Hangi Sol, Hangi Atatürk, Hangi Küreselleşme, Hangi Laiklik… Hepsi tekrar tekrar basılıyor. Bir dönemin fikir ortamı açısından, dönüp bakmakta yarar var. Yazarın amacı, yarı sol, yarı Kemalist bir gençlik kültürü için basit duruş reçeteleri üretmekti. Başlıkları ve bazı gözlemleri belki daha önemliydi, tarihi hapsetmeye çalıştığı faydacı, kestirmeci formüllerden. Biri de Hangi Batı başlığını taşıyordu. Güya Kemalizm sağlıklı, tutarlı bir anti-emperyalizmle yola çıkmıştı da sonra İstanbul’un, Bâbıâli’nin köhne kadroları gelip ele geçirmişti devrimci Ankara’yı. Doğan Avcıoğlu’nun “anti-Kemalist karşı-devrim” teorisiyle örtüşen bir sığlıktı. Ama işte hiç olmazsa başlığı, iki yüz yıldır ve bugün de yaşadığımız büyük bir soruna işaret ediyordu.
Tabii sadece Türkiye’nin değil, bütün Batı Dışı Öteki’lerin (the Rest vs the West’in) de yaşamaya devam ettiği bu sorun şu: Batı sırf iyi mi, yoksa sırf kötü mü? Her şeyiyle mi iyi, her şeyiyle mi kötü? Neyini almalı, neyini almamalı? Bizatihî böyle bir seçicilik mümkün mü? Emperyalizm ve hegemonya ile kültür ve medeniyet arasında bir ayırım yapılabilir mi? Belirli bir kültür ve medeniyet mecrası ve mirası, sırf Batı’ya mı ait, yoksa bütün insanlığa mı?
Dün gece aslında çok küçük iki olay cereyan etti. Bir, BBC web sitesinde çok güzel, çok düşündürücü bir yazı ve video izledim. İki, gene BBC’den, Londra’dan bir telefon geldi ve biraz tuhaf bir görüşme cereyan etti. İkisini yanyana koyduğumda, yukarıda anlatmaya çalıştığım derin ikilemin âdetâ bir mikrokozmosunu oluşturdu.