Hangi BBC?

 

[3 Aralık 2017] Şu anda BBC’nin web sitesinde tarihî açıdan da, estetik açıdan da olağanüstü bir sunum yer almakta. Bir süredir, Through the Lens (Merceğin İçinden) diye, tarihe tanıklık eden fotoğraflarla ilgili bir dizi yapıyorlardı. O dizinin sonuncusu, İranlı fotoğrafçı Abbas’ın, 1978-1980 İran İslâm Devrimi sırasında çektiklerini konu alıyor. Çok kısa bir giriş yazısı var, The Iranian Revolution: Chilling snapshots of a lynch mob (İran Devrimi: Bir linç güruhunun kan donduran fotoğrafları) başlığı altında. Asıl videoyu tıkladığınızda, başında fötr şapkası, sakalları hafif uzamış, yaşlıca bir Abbas, sakin sakin konuşup, tek tek bazı resimleri nasıl çektiğini, o anda ne gördüğü veya göremediğini, ya da bazı şeyleri ancak kontak baskılarına dönüp baktığında farkettiğini anlatıyor.

 

Siyasî tavrının nasıl değiştiğine ilişkin sadece çok küçük imâlar giriyor satır aralarına. Önceleri Homeyni’yi “Paris’te bir elma ağacının altında tefekküre dalmış yaşlı bir adam” gibi düşündüğünü anlatıyor örneğin. Ülkesine dönüşünde, Tahran havaalanına inerken Abbas da orada. Uçağın kapısı açılmış, Homeyni merdivenin üst başında gözükmüş, bir eliyle maşlahının eteklerini toplamış, inmeye hazırlanıyor. Abbas dimdik bakan gözlerindeki delici kararlılığı sonradan yorumluyor: “Hele şu ayaklarım bir yere değsin, görürsünüz.” Bir araba geçiyor; sol ön penceresinde eli tabancalı bir molla oturuyor. Deklanşöre bastığı anda garipsiyor da Abbas: Din adamları da silâh mı taşıyacaktı? Hicab giymiş bir kadını çekiyor, elinde bir Uzi makinalısı. Kadın, hicab, makinalı tabanca… Aynı çelişki ve tedirginliği daha kuvvetle yaşıyor.

 

Başlangıçta kendisini de devrimle tamamen özdeşleştirdiğinden söz ediyor bir yerde. Olaylar henüz çok yeni. Caddenin ortasında bir kadın görüyor kendisine doğru koşan. Peşinden bir erkek kalabalığı kovalıyor. Yüzlerinden şiddet fışkıran bir linç güruhu. Yetişiyor ve kadının etrafını alıyor, iki yanında koşmaya başlıyorlar. Birinin yumruğu kadının yüzünde patlıyor. Abbas tam o anı yakalamış. Yazıya ve videoya adını veren, benim de yukarıya aldığım fotoğraf bu işte. Sonradan arkadaşları, o resmi sergilememesini istiyor, devrimin karanlık yüzünü gösterdiği gerekçesiyle. Reddediyor:  “Üzgünüm.  Evet, benim ülkem, benim halkım, benim devrimim. Ama ben aynı zamanda bir gazeteciyim, yani şimdiki zamanın tarihçisiyim, dolayısıyla bu resmi şimdi sergilemek zorundayım.”   

 

Abbas’ın resimleri ve anlattıkları, bütün devrimler gibi İran Devrimi’nin de bağrındaki şiddeti; giderek otoriterleşmesini, hoyratlaşmasını, ezicileşmesini en küçük bir abartıya kaçmaksızın, inceden inceye, bütün çelişkileriyle yansıtıyor. BBC’nin sunumu da bir yayımcılık başarısı. Gerçeğe, tarihe, kültüre, sanata yaklaşımın nasıl bir olgunluk ve sofistikasyon içermesi gerektiğini yansıtıyor.    

 

                                                                          *          *          *

 

Yukarıdaki notları aldığımda 1 Kasım Cuma günüydü. Üniversiteden yeni dönmüştüm; internete bakarken gözüme çarptı ve çok etkilendim; hemen, bir şekilde paylaşmak, dikkat çekmek geçti aklımdan. Yorgundum; biraz uzanayım dedim, sonra yaparım.

 

Sanki daha yeni dalmıştım ki, cep telefonum çaldı başucumda. Açtım; mükemmel bir Oxbridge (Oxford-Cambridge) aksanıyla konuşan, İngiltere ölçüleri içinde elitin eliti diyebileceğiniz bir kadın sesi: Profesör Halil Berktay’la mı görüşüyorum? Benim, buyurun? Ben Londra’dan, BBC’den falanca; mümkünse sizinle biraz sohbet etmek istiyordum… Ne hakkında? Yarın (2 Aralık Cumartesi) İstanbul’da yapılacak olan şu protesto gösterisi hakkında… 

 

Biraz şaşaladım; benim hiç haberim yok, 2500 kilometre mesafeden BBC’nin dikkatini çekecek kadar önemli olması gereken bu yürüyüş veya gösteriden. Hangi gösteri bu, diye sordum gayri ihtiyarî  (bir yandan da kendi şehrimde olup bitenlere ilişkin cehaletimi belli etmemeye çalışıyorum). Olağanüstü Halin kaldırılması gösterisi… Daha da arttı şaşkınlığım; böyle bir hazırlığı, doğru veya yanlış, hiç duymamış olabilir miyim? Peki, benden ne istiyorsunuz bu bağlamda? Şimdi biraz konuşalım; yarın da canlı yayında bir röportaj yapacağız, kabul ederseniz… Kafamı toplamak için zaman kazanmaya çalışıyorum: Şu anda çok müsait değilim; beni bir saat içinde tekrar arayabilir misiniz, rica etsem? Muhatabım hafif bozuluyor ama ısrarlı: Şimdilik çok kısa bir şey sorabilir miyim o zaman? Peki, dinliyorum. Siz katılacak mısınız bu yürüyüşe? (Nasıl diyebilirim ki böyle bir protestonun varlığından dahi emin değilim, çünkü şimdi sizden duydum?)  Hayır, gerçi ben OHAL’in artık kaldırılmasından yanayım, ama herhangi bir yürüyüş veya protestoya katılacağımı sanmıyorum. Neden? Çünkü genel duruşum böyle; bir süredir bütün sokak gösterilerine, yürüyüşlere, protestolara prensip olarak katılmıyorum. Peki profesör, sizi bir veya bir buçuk saat içinde tekrar arayacağım.  

 

O kapattı ve ben tekrar telefona sarılıp derhal bu işin doğrusunu bilebilecek tanıdıklarımı aramaya koyuldum. Önce Oral (Çalışlar): Haberin var mı böyle bir şeyden? Yok, ilk senden duyuyorum. Ardından, TV24’teki Pazar akşam programımızın moderatörü Zeynep Türkoğlu: Zeynep Hanım (anlatıyorum uzun uzun), sizin bilginiz nedir bu konuda? Yarım saat sonra geri dönüyor; haber müdürüne de sormuş, merak edip Emniyeti dahi aramışlar; yok, yok; kimse bir şey bilmiyor, hiçbir şey duymamış, böyle bir OHAL’in kaldırılması gösterisi hakkında.

 

Peki, Londra’daki BBC’ye ne oluyor acaba? Haberin kaynağı ne; böyle bir gösteri yapılacağını kim söylüyor onlara? Önemini, boyutlarını nasıl abartıyor ki bu kadar ilgi uyandırıyor? Madalyonun diğer yüzünde, BBC  illâ muhayyel veya mutasavver protestoya katılacak birilerini mi arıyor, röportaj yapmak için? Bana söz verdikleri halde bir daha telefon etmemelerini neye borçluyum? “Katılımcı gözlemci” (participant observer) diye post-modernist bir tevatür çıktı ya, bir kısım sosyal bilimlerde. Yer yer, bilim insanının aktivistleşmesi, hattâ militanlaşmasının kılıfını oluşturuyor. BBC de aynı yolda mı acaba? Bu bir wishful thinking örneği mi; olmasını istediği şeyi mi arıyor? Habercilik mi yapıyor, “katılımcı gözlemci”liğin zeminini mi yokluyor? 

 

                                                                     *          *          *

 

Bundan önce de, sanırım Yavuz Sultan Selim Köprüsü hakkında buna benzer bir şey yaşadığımı hatırlıyorum hayal meyal. Henüz Abdullah Gül cumhurbaşkanıyken, köprünün adı konusunda yaşanan tartışmaları (ki ben de karşıydım) yıllar sonra hâlâ sürüyor mu sanıyorlardı? Geniş kitleler ortalığa dökülmek için fırsat kolluyordu da şimdi bu vesileyle mi çıkacaklardı sokağa? Gene böyle bir beklenti var gibiydi. BBC World’un canlı radyo yayınında “neden şimdi açılıyor?” sorusuna “şimdi bitti de ondan” diye cevap vermiştim de, hiç hoşlanmayıp kesivermişlerdi konuşmayı, kuru ve hızlı bir teşekkür notuyla.

 

Bilmem; BBC’nin bu iki yönü, genel olarak Batı’nın iki yönü veya boyutunu, “hangi Batı?” sorunsalını, dolayısıyla (Türkiye dahil) Batı Dışı Bütün Ötekiler’in de Batı’yla yüzlerce yıllık aşk ve nefret ilişkisini yansıtıyor gibi geldi, bir noktada.

      

- Advertisment -