Olağanüstü koşulların olağanlaşması ile birlikte yargı da şimdiye kadar olmadığı ölçüde ‘bağımsızlaştı’. Bunun mekanizması ‘takdir hakkının’ artık aleni şekilde siyasi ve ideolojik çerçeve içinde kullanılmasında gözükür hale geliyor. FETÖ ile mücadelenin bir beka meselesi olarak algılandığı atmosferde, mahkemeler de daha ‘cesur’ ve keskin davranabiliyor, belki de kendilerini bir hakemlik kurumu olmaktan ziyade ülkeyi yöneten iradenin parçası olarak görüyorlar.
FETÖ davalarının en hazin olanları, darbe girişimi günü kamplarından alınarak İstanbul’un çeşitli yerlerine taşınan 19-22 yaşında üç yüz küsur Hava Harb Okulu öğrencisine açılmış olanlar… Yalova’daki telefon ve internetin bulunmadığı eğitim kampına henüz gelmiş olan öğrenciler, o gece yataklarından kaldırıldı ve Boğaziçi Köprüsü, FSM köprü girişi, Vodafone Arena, Sultanbeyli, Orhanlı gibi çeşitli yerlere taşındı. Kendilerine durumu geçiştirici birkaç cümle dışında hiçbir açıklama yapılmadı… Onların da kimseye ulaşma ve durumlarını haberdar etme imkanı yoktu.
***
Farklı grupların farklı kaderleri oldu… Bazısı kendini silahlı çatışmanın ortasında buldu. Bunların çok az bölümü (iddianamelerden anlaşıldığına göre 10-15 kişi) komutanlarının emrine uyarak ateşe katıldı, bazıları kaçtı ama büyük çoğunluğu hiçbir şey yapmadan olayları izledi, saklandı ve kendisini korumaya çalıştı.
İddianamelerin hazırlanması on aydan fazla aldı… Öğrencilerin tutukluluk süresi 18 ayı bulmuşken, geçen ocak ayının ikinci çeyreği itibarıyla bazı davalarda da karar aşamasına gelindi. Bunlardan ‘Vodafon Arena-TRT İstanbul’ olarak geçen davada hakim, savcının isteği doğrultusunda dördü ağırlaştırılmış olmak üzere 37 kişiye müebbet hapis cezası verdi.
Şeriatın kestiği parmak acımaz diye avunabilir, olayı zihnimizde bir üçüncü sayfa haberine dönüştürebilir, hatta darbeye olan tepkimizle bu öğrencileri de yüreğimizde külliyen mahkum edebiliriz. “Emre itaat etmeselerdi” noktasından başlayıp, içimizdeki öfkeye ve ideolojik tepkimize bağlı olarak “Onlar da FETÖ’cüydü” yargısına kadar ilerleyebiliriz…
Ancak yargının ‘adil’ olması ve adalete sahip çıkanların ‘takdir hakkının’ kamu mantığı ve vicdanına uygun düşmesi gerektiğine inanıyorsak, bazı detayların bizi hiç olmazsa biraz rahatsız etmesi gerekmez mi?
Örneğin iddianameye göre, söz konusu öğrencilerle Gülen cemaati ya da FETÖ girişimi arasında bağlantı kurulmasına yönelik herhangi bir delil bulunamamış…
Ayrıca sonlanan davada tanıkların öğrenciler aleyhine delil öne sürmediğini de görüyoruz. Bazı tanık ifadelerine bakılırsa “Genel olarak öğrenciler şeydi, uykuluydu zaten çoğu. Suçu yok gibilerdi, hani onlar hani zorla getirilmiş gibilerdi oraya…” ya da “Ruh halleri alakasızdılar, yani o anki şeyle, durumla alakasız gözüküyorlardı, yorgun ve bitkin gözüküyorlardı…” veya “Korku içinde panik içindelerdi, sanki zorla getirilmiş gibilerdi, zaten ona karşı bize hiçbir alakası yoktu, çoğu zaten uyukluyordu neredeyse…”
Olay yerindeki öğrencilerin ne halde oldukları bir yana, onlarla aynı durumdaki bir başka grup öğrencinin, içinde bulundukları araç hareket etmediği için altı ay tutuklu kalıp tahliye edildiklerini ekleyelim. Diğer deyişle hepsi aynı konumda olan öğrenciler, sırf ayrı yerlere götürüldükleri ya da götürülemedikleri için, bugün ya beraat ediyor ya da müebbet yiyor durumdalar.
***
Ama bizi asıl rahatsız etmesi gereken herhalde şu olmalı: Yalova’da görev yapan subayların ifadesine göre darbe gecesi öğrencilerin dışarı çıkarılması emrini veren okul komutanı henüz ifade vermiş değil! Ama İstanbul 26. Ceza Mahkemesi, olayın asıl sorumlusu ve açıkça darbe girişiminin parçası olarak gözüken kişiyi sorgulama gereği duymazken, uykularından kaldırılarak araçlara doldurulup bilinmez akibete götürülen öğrencilere müebbet cezaya hükmedebiliyor.
Bu garabetin adı da ‘FETÖ ile mücadele’ ve yargının ‘takdir hakkı’ oluyor…