Referandumdan sonra, “Hayır” bloku içinde “nasıl bir alternatif” tartışmasının yaşanacağı beklentisi içindeydim. Doğrusu tartışmayı AK Parti’yi zorlayacak bir alternatife, daha iyi bir seçenek sunacak bir müzakere ortamına ihtiyaç olduğu için önemsiyordum. Ama tartışma yerine, boşluğu doldurmak isteyen hiziplerin öncülük ettiği koltuk kavgaları baş gösterdi.
Kavga, “Hayır” blokunun sistem değişikliği yaşayan Türkiye’yi okuyamama sıkıntısını göstermesi itibarıyla iyi de oldu. Zira blok içinde, parlamenter sistem odaklı siyasi koltuk kavgası vermenin yeni sistem için de geçerli olacağı yanılsaması hâlâ var. CHP, HDP veya herhangi bir (x) partisinin başına kimin geçeceği, sistem değişikliğinden sonra artık o kadar önemli ve belirleyici bir hadise değil. Kimin Türkiye’nin yarısına hitap edecek bir sinerji ve kompozisyon oluşturabileceği konusu daha önemli. Bunu göremiyorlar.
Hobson’un seçimi
Yetersizliği, bloku oluşturan farklılıkların nasıl tanımlanacağı, nasıl bir araya getirileceği tartışmalarında da görüyoruz. CHP bir araya gelmeyi “Hobson’ın seçimi” üzerine inşa edecek gibi görünüyor. Hobson’ın seçimi “tercih edilmeyen seçenekleri dışarıda bırakma” esasına dayanır ve sizi “ya kapıya en yakın atı seçersin, ya da ahırdaki hiçbir atı alamazsın” ikilemiyle karşı karşıya bırakır. Eğer blok “dominant CHP artı etrafında toplanan diğer bileşenler” şeklinde tarif edilecekse, ortaya ne uzlaşma, ne sinerji ne de alternatif çıkar.
Benzer bir çaresizlik ve seçeneksizlik blokun idealleri için de geçerli. Öyle anlaşılıyor ki idealler “diktatöre hayır bayrağı altında bir iktidar yürüyüşü” şeklinde tanımlanacak. O zaman da aynı yenilgiler, aynı hayal kırıklıkları kaçınılmaz olarak yine gündeme gelecek. Zira Erdoğan nefreti üzerine inşa edilecek bir blok, karşı tarafta “Batı emperyalizmi ve uşaklığına hayır” duygusu ve motivasyonu yaratır. Zira Kürdü, Türkü, Alevisi, Sünnisi ile Türkiye kamuoyu, Erdoğan düşmanlığı ve nefretini Batı’nın arzusu ve politikası olarak okuyor. O yüzden Erdoğan nefreti üzerinden inşa edilecek bir blok, çorak topraklara yağmur yağdıramayacak.
İki seçenekli öngörü
“Hayır” blokunun, var olan düşünce kalıplarının dışına çıkarak yeni yaklaşımlar geliştirmesine ihtiyaç var. Sanırım bunun da en iyi yolu, bu kesim üzerinde etkili olan; aynı şeyleri tekrar edip duran; özgürlük, çoğulculuk, demokrasi, insan hakları deyip duran; ancak bu kavramları da — tıpkı ileri liberalizmin feminizm, eşcinsel hakları, ırkçılık karşıtlığı gibi sosyal hareketleri sosyal güvence karşıtı bir ittifaka dönüştürmesi gibi — gericileştiren aydınları dinlememek olacak.
O halde “Hayır” bloku içine girdiği çaresizlik ve üretimsizlik kısır döngüsünden nasıl çıkacak? İki şekilde. Önce kendisini nasıl tanımlayacağına odaklanmalı. Sonra, oluşturacağı katılımlı müzakere süreci ile toplumsal potansiyeli açığa çıkarmalı; o potansiyeli de büyütmenin yolunu aramalı.
“Hayır” bloku, eğer kendisini dominant unsur (CHP) üzerinden tanımlama içine girerse kaybeder. Hepimiz biliyoruz ki blok içinde beş ayrı unsur var: Kemalistler, Aleviler, liberaller, Ülkücülerin kentli unsurları ve HDP. Bu unsurları şu ana kadar Erdoğan nefreti dışında herhangi bir ortak değerin bir araya getirdiğine şahitlik etmiş değiliz. O yüzden, sonuç getirmediği artık iyice anlaşılan Erdoğan nefreti yerine, bu beş unsuru bir araya getirecek başka bir ortak paydanın tanımlanması gerekir. Kuşkusuz bu özgürlükçü, çoğulcu bir paradigma olmak zorunda. Ama inşası o kadar kolay değil.
Örneğin blok, şiddet siyasetine nasıl baktığını açımlamak zorunda. Bu zorunluluk HDP’yi ürkütebilir. Çünkü HDP şiddet siyaseti ile arasına mesafe koyabilmiş değil. Kürt sorununun çözümü için önerilecek özgürlükçü vaatler de CHP’nin ulusalcı kanadını ve Ülkücüleri ürkütebilir. Dolayısıyla “Hayır” bloku içinde eşit partner ilişkisi geliştirebilmek, ortak payda yaratabilmek çok kolay görünmüyor. Tek kolay yol Erdoğan nefreti; o da kazandırmıyor.
Müzakereli demokrasi
“Hayır” blokunun alternatif paradigma önermesi masa başındaki bir programla da olacak şey değil. Bunun için önerilerini, başkanlık seçimi ruhuyla özdeşleşecek bir yol haritasıyla buluşturmak zorunda. Bu yol haritası ne olabilir? Harita Türkiye’nin özgürlükçü sosyolojisi içindeki potansiyeli ortaya çıkaracak müzakereli demokrasi olabilir.
Blok önce nasıl bir ülke istediğini tanımlayacak. Yani bakacağı ufukları belirleyecek. Sonra yeni başlangıçlar, yeni politikalar için halkın karşısına çıkacak, içine girecek. Yeni politikanın program ve liderini halkla birlikte, halkla ortaklaşa belirleyecek. “Önce lider sonra uyulacak ilkeler” denilirse olmaz.
Öyle bir süreç örülecek ki, demokrasi ve müzakere kültürü hem toplumun doğasına taşınacak; katılımcı kılınarak toplumun yeni bir ruh ve bilinçle donanması sağlanacak. Hem de toplumun içerden dönüştürülmesi, güç istenciyle donanması sağlanacak.
Bu da aydınların, akademiklerin, kanaat önderlerinin, dini liderlerin, yerel aktörlerin, önemli şahsiyetlerin, sivil toplum kuruluşlarının, derneklerin, meslek odalarının, söyleyecek sözü olanın, itirazı olanın, tüm renklerin, farklılığın dahil olacağı Türkiye’nin dört bir yanında inşa edilecek platformlarla gerçekleştirilecek. Böylesi bir süreç, böylesi bir tartışma, böylesi bir katılım umut oluşturur, sinerji yaratır, birlikte konuşmanın en yararlı yol olduğunu gösterir. Ezberleri bozar, yeni lider ve lider adayları doğurur.
Siyaseti yaratıcı kılacak potansiyel ancak bu şekilde inşa edilebilir. Diğer yöntemler halka ve topluma dokunmayan, dar alanda kısa paslaşmalardan öteye gitmeyen beyhude çabalar olur.
Ama ben bu haliyle “Hayır” blokuna, blok içi tartışmalara, blokun aydınlarına, siyasetçilerine, kanaat önderlerine baktığımd,a bende “blok nasıl başarılı olur” umudu ve arayışı değil, “blok neden başarılı olamayacak” karamsarlığı oluşuyor.