Ana SayfaYazarlarHDP’yi bu noktaya Öcalan mı getirdi?

HDP’yi bu noktaya Öcalan mı getirdi?

 

Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür, dün (2 Aralık Cuma) HDP’yi bu noktaya Öcalan mı getirdi başlıklı bir yazı kaleme aldı. Övür, 27 Kasım’daki Öcalan'ın projeleri çöktü mü? yazıma atıfta bulunarak, Öcalan'ın şiddet ile arasına mesafe koymamasının Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün en önemli nedenini oluşturduğunu savundu. 

 

Mahmut Övür, Öcalan çizgisinin  şiddet ile ilişkisini analiz ettiğim bölüme atıfta bulunmuş. O bölümü önemsiyorum. Çünkü o çelişki pek çok boyutu aklın ışığında yıkamamıza imkân verecek. 

 

Öcalan çizgisi, demiştim, “ciddi bir milliyetçilik eleştirisi içeriyor, ulus-devlet karşıtlığı barındırıyor. Bu da Türkiye açısından ‘kabul edilebilirlik’ sınırları içinde düşünülmesine yol açıyor. Ancak şiddet ile arasına mesafe koymaması, Türkiye için onu en tehlikeli çizgi haline getiriyor.”

 

Bu tesbiti sırf bu dar bağlam içinde düşünürsek, evet, Öcalan şiddet ile arasına mesafe koymadı sonucu çıkabilir. Ancak bu bağlam yazımın diğer bölümleriyle birlikte ele alındığında, yazımın fısıldadığı esas varsayımın bu olmadığı kanaatindeyim. Çünkü böyle bir varsayım, Öcalan’ın şiddet ile arasına mesafe koymak için bir çabası ve yoğunlaşması olmadığı anlamına gelir.

 

Bağlama dayalı sorularımız olmalı

 

Yazımın daha farklı bakış açıları fısıldadığını belirttiğim diğer unsurları ve bağlamları şunlar: Türkiye açısından düalist boyutlar taşıyan (hem kabul edilebilir hem de silahlı haliyle tehlikeli gözüken) Öcalan çizgisine bu paradoksal konumu, ikili bir çözüm önermesi kazandırıyor. Birinci çözüm önerisi siyasi projeler. Bu projeleri Türkiye’nin üniterliği içinde Kürtlerin özerkleşmesi olarak tanımlayabiliriz. Ancak bu özerkliğin ulus-devlet ve milliyetçilik eleştirisi üzerine inşa edildiğini, yeni bir ulus projesi ve birlikte yaşama kültürü içerdiğini de vurgulamalıyız.

 

İkinci çözüm önerisi barış projesidir. Bu projeyi de demokratik siyaset hakkının tanınması karşılığı Kandil’in silahsızlandırılması olarak betimleyebiliriz. Bu önerinin bence Türkiye'yi rahatsız eden bir tarafı yok. Ancak silahsızlanmanın siyasi genel af ve evrensel demokrasi normlarının hayata geçirilmesi karşılığı olduğunu (olacağını) da not etmeliyiz.  

 

Şimdi bu bağlamlar ışığında bazı sorular sorabiliriz.

 

Hangi ana fikri çıkarmalıyız?

 

Çözüm sürecinden “Öcalan şiddet ile arasına mesafe koymadı” ana fikrini çıkarabilir miyiz? Bence hayır, bu sonucu çıkaramayız. Ama hakikat bu kadarla sınırlı değil. Çünkü müzakere sürecinin içiçe geçen, birbirini kesen boyutları ve etkileşimleri, pazarlıkları oldu. O yüzden “ya / ya da” mantığıyla değil “ve” mantığıyla bir sorgulama yapmalıyız. Örneğin bu mantıkla düşünmezsek, “Öcalan şiddet ile arasına mesafe koymak istedi ama Öcalan çizgisi şiddet ile arasına mesafe koymakta başarısız oldu” paradoksunu anlaşılır kılamayız.

 

Evet, çözüm sürecinde Öcalan şiddeti değil ama “şiddet kapasitesini” bir pazarlık aracı olarak kullandı. Ancak bu pazarlığı “şiddetsiz bir ülke önerisinin hem kendisine hem Türkiye’ye ne gibi hak ve avantajlar sağlayacağı” sorgulaması ve beklentisiyle birlikte yaptı. Bu pazarlığı gereğinden fazla mı vurguladı veya fazla mı uzun tuttu? O ayrı konu. Zira belirttiğim noktalar masada oturan tarafların temel tutumlarını ilgilendiren hususlar. Eğer muhatabınızın bu konuda ciddi bir zafiyet içinde olduğunu düşünüyorsanız masadan kalkarsınız, bunu da kamuoyu ile paylaşırsınız. Böylece kamuoyunu da Öcalan’ın neden bir barış aktörü olarak düşünülemeyeceği konusunda ikna etmiş olursunuz. 

 

İç dengeler, Rojava ve projelerin doğası

 

O zaman problem neydi? Çözüm sürecinden neden Öcalan çizgisinin şiddet ile arasına mesafe koyması sonucu çıkmadı? Neden denizi geçip derede boğulduk? Çünkü yazımda da belirttiğim gibi, “şiddet ile aramıza mesafe koyalım” diyenlerin sayısının “şiddet ile aramıza mesafe koymayalım” diyenlerden daha az olduğu ortaya çıktı.

 

Ayrıca Rojava ideali çok önemli bir faktördü. Çünkü örgütü buluşma noktasından hayal noktasına götürdü.

 

Bir diğer önemli sebep de siyasi projeler ve barış projesi şeklinde iki başlık içeren Öcalan çizgisinin doğasından çıktı. Bu ikili doğa Öcalan-Kandil-HDP üçgeninde farklılaşma yarattı. Kandil ve HDP Öcalan’ın siyasi projelerini önemsediğini sık sık altını çizerek vurguladı. Ancak her iki aktör, Öcalan’ın barış projesini aynı gönüllülükle sahiplenmedi.

 

Bu durum Öcalan'da “bazı atraksiyonlar yapmazsam örgütüm tarafından dikkate alınmama gibi bir durumla karşılaşabilirim” kaygısı doğurmuş olabilir. Bu da bizi “neden Öcalan barışta daha kararlı ve ısrarlı davranmadı” sorgulamasına götürüyor.

 

Öcalan’ın kararlılığı ve Emre Taner

 

Öcalan, barış projesinde daha kararlı ve ısrarlı davranabilirdi. “Dönen dönsün ben dönmem yolumdan” diyebilir ve aradan çekilmeyebilirdi. Bu kararlılığını özellikle HPG’nin sınır dışına çekilmesinde sergileyebilirdi. Bu konuda ısrarlı ve kararlı bir bilek bükücü barış aktörü tutumu takınabilirdi.

 

Öcalan’ın kararlı bir tutum takınmamasında, örgütten yana kaygıları kadar devletin aldığı pozisyonun da etkili olup olmadığını düşünmemiz gerekir. Öcalan çizgisinin şiddet ile arasına mesafe koymamasında hükümet ve devletin de yeterince “teşvik edici” olmaması etkili olmuş olabilir mi? Çözüm sürecinin önemli aktörü Emre Taner'in Meclis gündeminde ifade ettiği sözler, bu konuda da sorgulayıcılıktan uzak olmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Ancak ben PKK’nin şiddet ile arasına mesafe koymamasında daha belirleyici parametrelerin KCK-HDP çizgisi ile Rojava ideali olduğunu düşünenler arasındayım. 

 

Öcalan’ın da tarihsel sorumluluğu var

 

Biz eğer bugünün koşullarında bir Öcalan tartışması yapacaksak şu üç özelliği objektif ve tarafsız biçimde sorgulayan tarafta olmalıyız. 

 

Bir. Öcalan değerlendirmesine siyasi ve taraflı bir okuma yaptıktan sonra mı ulaşıyoruz, yoksa bağımsız ve tarafsız bir saha analizinden sonra mı?

 

İki. Biz Öcalan tartışmasını hangi amaç ve niyetle yapıyoruz? Çözümün ve barışın önündeki yanlışları, eksiklikleri, aktörlerin hatalarını tespit etmek, böylece barışın kapısını aralamak için mi? Yoksa başka bir nedenle mi? Kürt sorununda yeniden 90’lara dönülmesinin ortam ve zeminini hazırlamaya çalışan aktör ve çevreler bu tartışmadan fayda sağlamaya, tartışmayı araçsallaştırmaya çalışırlar mı?

 

Üç. Öcalan'ı makul ve kabul edilebilir bir siyasi aktör haline getirmek mi, yoksa tamamen elimine edip politik bir ölü haline getirmek mi daha rasyonel bir tercih? O zaman biz Kürt sorununda oyun kurucu bir aktör özelliğimizi kiminle ve hangi parametrelerle inşa edeceğiz?

 

Şahsen ben Öcalan ile çözümün mümkün olabileceğini düşünenlerdenim. Geçmişte hem kitap yazarak hem ekranlara çıkarak 80 milyonun önünde bu tezleri seslendirdim. Bu tezleri savunduğum için yaklaşık üç yıl cezaevinde kaldım. Uğruna bedel ödediğim o tezin hâlâ doğru olduğuna inanıyorum. Öcalan’ın halklara bir barış borcu olduğunu, bu borcunu ödemesinin tarihi bir sorumluluk olduğunu kabul ediyorum. Ama Öcalan’ın bu rolünü oynaması noktasında hem örgütü hem devlet tarafından yalnız bırakıldığını düşünüyorum.

 

Samimi ve vicdanlı bir barış savunucusu olarak takdir ettiğim Mahmut Övür'ün, kamu yararı görerek bu konuyu tartışmaya açmasını da, son derece faydalı ve besleyici görüyorum.  

 

 

 

- Advertisment -