Ana SayfaYazarlarHendeklerin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırma ihtimali var mı?

Hendeklerin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırma ihtimali var mı?

 

Geçtiğimiz pazartesi (21 Aralık), Serbestiyet’te yayımlanan “Bugünün sorusu: PKK Kürt halkını militanlaştırabilecek mi?” başlıklı yazımda PKK-KCK’nın, “hendek mücadelesi”ne militanca katılım için yaptığı çağrılara yerli halktan umduğu desteği bulamamasını ele almıştım. Bunun neden böyle olduğunu, yazının spotunda, kestirmeden şöyle ifade etmiştim:

 

“PKK-KCK önderliğinin anlamadığı, anlamak istemediği şey, dünyadaki bütün militanca mücadele içinde olanların anlamadığı, anlamak istemediği şeyle aynı: Kitleler sadece çok istisnai durumlarda militanlaşır…”

 

O yazının son cümlesi ise, “hendek siyaseti”nin, PKK-KCK açısından “halkın arzu edilen desteği göstermemesinin” ötesinde, bazı ciddi riskler taşıdığına dairdi:

 

“Son olarak, bunun riskli bir oyun olduğunu; KCK-PKK’nın, kendi oyununu uygulayamadığı için puan kaybeden güreşçi durumuna düşme ihtimalini içerdiğini de ekleyelim.”

 

Bugün, bu noktadan devam edecek, bu siyasetin, bırakın halk tarafından militanca desteklenmemesini, halkın PKK-KCK’dan uzaklaşma sonucunu doğurma ihtimalini tartışmaya çalışacağım.

 

Çağrılardaki yüksek haklılık duygusuna rağmen…

 

PKK-KCK liderlerinin yalnız Kürt halkına değil, Türk demokratlarına ve solcularına da yönelttikleri “özyönetim mücadelesine destek” çağrılarındaki haklılık duygusu, dikkat çekecek kadar yüksek ve vurgulu… “Haklılık”, onlar için o kadar aşikâr ki, çağrılarda en küçük bir “biz böyle düşünüyoruz ama tartışmaya da açığız” imâsı yer almıyor.

 

Oysa tercih edip herkesi katılmaya davet ettikleri şey, herkesin sorgulamasının normal olduğu kör bir şiddet içeriyor. Nitekim, Kürt sorununun çözümünü her zaman “Kürtlerle Türklerin eşitliği ve karşılıklı saygı” temelinde düşünmüş, devlete karşı her zaman Kürtlerin haklarını savunmuş Türk aydınlar arasında, özyönetimli, hendekli mücadele çağrılarına olumsuz cevap veren çok sayıda kişi var.

 

Mesela Nuray Mert 14 Aralık’ta Cumhuriyet’te, “Kürt siyasi çevrelerinin demokratik çevrelerden özerklik ilanlarını, şehir savaşı stratejilerini desteklemesini beklemek akıl alır gibi değil” diye yazdı.

 

Keza Oya Baydar 15 Aralık’ta T24’te, KCK-PKK önderliğinin “kitleleri ve demokratları” mücadeleye çağırdığı “Göçertme politikasına karşı direnelim” başlıklı bildiride kullanılan bazı ifadelere ironik bir tarzda yer verdiği yazısında şöyle dedi:

 

“Kürt halkı, ‘Bitirin bu savaşı, artık takatimiz kalmadı, barış istiyoruz, sadece barış’ diye avaz avaz feryat ediyor. Yerini yurdunu bırakıp cehennemden kaçmaya çalışıyor. Ve siz onlara, ‘Her çiçek toprağında güzeldir, her çiçek yaşamı kendi toprağında var edebilir’ gibi şairane seslenişlerle ölüm, açlık, acı vaat ediyorsunuz. Orada, kazılan hendeklerin, kurulan barikatların ardında gencecik Kürt çocukları, özgürlük adına yola çıkmış insanlar yaşamını yitiriyor, ölüyor, öldürüyor. Uğruna savaşılan özgürlük ölümün özgürlüğü, uğruna savaşılan haklar ölme ve öldürme hakkı oluyor. Doğru amaçlar uğruna yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış hesaplarla ortasına sürüldükleri çatışma, en başta Kürt halkının geleceğini vuruyor.”

 

En son Murat Belge de PKK’nın yeni siyasetine karşı duran net bir yazı kaleme aldı.

 

Cevabını aradığımız soru şu: PKK-KCK’nın hendekli özyönetim mücadelesine bu netlikte bir karşı çıkışın, Halkın Demokratik Partisi’ne (HDP) oy vermiş, PKK-KCK’ya da sempatisini gizlemeyen Kürtlerden de gelmesi beklenebilir mi?

 

Eski dönemde neden mümkün değildi?

 

Devletle PKK arasında bütün köprülerin atılıp da devletin silahlı Kürt hareketine karşı “yok edinceye kadar” şiarını yükselttiği her durumda olduğu gibi, “PKK sorunu” ile “Kürt sorunu”nun iki ayrı sorun olduğuna dair fikirler yine revaçta. Devlet, “savaş” ilanını sadece militanlara karşı yürürlüğe koyduğunu söylüyor ve halkı PKK’dan uzaklaşmaya çağırıyor.

 

Bu, gerçekçi bir çağrı mı?

 

Bu çağrı, PKK-KCK’nın yeni stratejisinden (şehir savaşları) önce gerçekçi bir çağrı değildi. Nitekim, devlet her zaman bu çağrıyı yaptı ve hiçbir zaman sonuç alamadı.

 

Sebebi açık: Böyle bir strateji, belki PKK henüz “kendinde bir gerilla örgütü” olarak eylemlerine başladığı, henüz halkla bütünleşmediği, “temsil” iddiasının henüz “kendinden menkul” bir iddia olduğu 1980’li (bir ölçüde de 1990’lı) yıllarda mümkündü.

 

Fakat sonra köprülerin altından çok sular aktı. Devlet, Kürt kimliğini ve Kürtler’in taleplerinin bir bölümünü kabul etmek zorunda kaldı ve bunun “PKK şiddetinin oyunu bozması”yla mümkün olabildiğine dair bir algı Kürtler arasında yaygın bir karşılık buldu. Ayrıca, unutmamak gerekir ki neredeyse her Kürt ailede PKK’ya katılmış en az bir kişi bulunuyor. Yani Kürtler kendilerini PKK’ya bir tür “borçlu” hissediyorlar ve ilaveten o örgütün içinde kendi çocukları var: Bu iki “manevi” olgu, PKK ile ona sempati duyan Kürtleri ayrıştırabilmenin neredeyse imkânsız olduğunu söylüyor bize.

 

Fakat yine de kitlelerin maddi güdüleri ve iyi bir hayat yönündeki arzuları manevi güdülerinden daha kuvvetlidir (sevseniz de sevmeseniz de “modernlik” bunu başardı). Yani Kürtlerin “huzur ve iyi bir hayat” uğruna PKK’dan uzaklaşma ihtimalleri hiç yok değildir.

 

Nitekim 2004’te böyle bir moment yaşandı. Bizzat PKK yayın organlarında, Öcalan’ın yakalanmasını (PKK literatüründe “uluslararası komplo”yu) protesto gösterilerinin ilk kez o yıl (Ekim, 2004) sönük geçtiği yazıldı ve bunun AB süreciyle (ki aynı yıl bitmeden AB ile tam üyelik görüşmelerinin başlamasına karar verilecekti) ilgisinin olup olmadığı sorgulandı. Bu soruya verilen cevap ise “bizce tartışılır” şeklinde oldu.

 

Kürtler’in Öcalan’a ve “komplo protestosu”na o yıl soğuk durmalarının nedeni olarak Avrupa Birliği (AB) sürecinin gösterilmesi son derece isabetliydi… Belli ki Kürtler, AB üyesi bir Türkiye’de eşit yurttaşlar olarak yaşayabileceklerine inanmışlardı ve o momentte PKK’dan da uzaklaşmaya başlamışlardı.

 

Zaten aynı yıl, PKK altı yıldır sürdürdüğü ateşkesi bozdu ve çatışmalar yeniden başladı. PKK, kendi açısından “iplerin elden kaymakta olduğu” tesbitini yapmış, AB sürecini baltalama kararı almıştı.

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği macerası duraklamasaydı, büyük bir ihtimalle Kürtlerin PKK’dan uzaklaşma süreci devam edecek, onun üzerinden de PKK -mecburen- şiddetten uzaklaşacaktı.

 

Fakat öyle olmadı, Türkiye AB’den uzaklaştıkça AK Parti de reformculuktan uzaklaştı. Tabii bu süreçte Kürtlerin PKK’dan uzaklaşma eğilimi de durdu. Kürtler AB üyesi bir Türkiye’ye güvenmişlerdi, fakat “bağımsız Türkiye”ye güvenmemişlerdi.

 

Şunu da unutmamak lâzım: 2004’e gelindiğinde beş yıllık bir ateşkes süreci devredeydi ve Kürtlerin PKK’ya “soğuk” davranması, PKK’lıların bire kadar kırılması gibi bir sonuç doğurmayacaktı.

 

Bunu şundan ötürü hatırlatıyorum: Kürtlerin PKK’dan uzaklaşmalarının bir koşulu barış, huzur ve refah hayaline inanmalarıysa, öbür koşulu, bunun kendi çocuklarının topyekûn kırılması pahasına gerçekleşmeyeceğine ikna olmaları… Aksi takdirde, Kürtlerin kendilerini “iyi bir hayat” uğruna “ahlâksız ve onursuz” bir anlaşmayı kabul etmiş bir halk gibi hissedeceğini anlayabilmek o kadar da zor değil.

 

Reel tabloya gelirsek…

 

Mevcut durum, Kürtlerin PKK’dan uzaklaşma ihtimali tartışmasına yeni parametreler eklemiş durumda… Bunların en önemlisi, PKK’ya sempati duyan Kürtlerin, içinde bulundukları durumdan dolayı en azından devleti suçladıkları kadar PKK’yı da suçlamaları…

 

Yani, eskisiyle yenisiyle parametreler şöyle: 1) Kürtler, 2004’tekine benzer bir iyimserliğe sahip olmadıkları için PKK’dan uzaklaşmaya hazır değiller… 2) Fakat o günlerden farklı olarak, savaşı şehirlere taşıdığı için PKK’ya da öfke duyuyorlar… 3) Yine de, “süpürme” vb gibi kelimelerle ifade edilen “PKK’yı bire kadar kırma” hedefine kesinlikle karşılar… Ve son olarak, 4) Türkiye, artık 2004’teki, istikbalinde AB üyeliği görülen bir Türkiye olmadığı için, devlete de güven duymuyorlar.

 

Bu koşullarda, “Hendeklerin Kürtleri PKK’dan uzaklaştırma ihtimali var mı?” sorusuna cevap vermek hiç kolay görünmüyor.

 

Bu tabloya bakıp da çok net görülen sadece bir şey var: Savaşan iki taraf da “şehir savaşı”nın Kürtleri “karşı taraf”tan nefret ettireceğini umuyor. Yani Kürt halkı bu savaşın nesnesi.

 

- Advertisment -