Ana SayfaYazarlarHiç atanamamış bir öğretmenin bize anlatmaya çalıştığı...

Hiç atanamamış bir öğretmenin bize anlatmaya çalıştığı…

 

Tunceli Öğretmen Okulu’nda başlıyor hikâye. Yıl 1977. Herkesin bir örgütünün olduğu yıllar. Dersimli iki genç öğretmen adayı, Ayten ve Hamili. Okuldaki pek çok arkadaşları gibi yeni kurulan daha sert bir örgüte katılıyorlar. O zamanki adlarıyla “UKO”culara, ''Kürdistan Devrimciler''ne. Liderleri  de yine o zamanki adıyla “Abdullah arkadaş.”

 

27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde kurulan Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) 120 kurucusu arasına adlarını yazdırıyorlar. Sonra örgüt kararıyla evlendirilip Ayten ve Hamili Yıldırım oluyorlar.

 

Sıkıyönetim zamanları. Örgütün Elazığ örgütlenmesinde epey meşhur Dersimliler var; Şahin Dönmez, Cemil Bayık, Sakine Cansız, Rıza Sarıkaya…

 

1979’da bir ihbar sonucunda Sakine Cansız’la birlikte yakalanıyorlar. Önce Elazığ, ardından meşhur Diyarbakır Cezaevi. Ayten Yıldırım 3 ay sonra bırakılıyor. Hamili Yıldırım’ın ise içeride geçecek 16 yılı daha var.

 

Hamili Yıldırım adının yanına PKK kuruculuğundan sonra, işkenceleriyle meşhur Diyarbakır Cezaevi'nde kalmayı da ekliyor. Önce Antep’e gönderilen Ayten Yıldırım, sonra örgütün talimatıyla Suriye’ye geçiyor. Önce Şam, sonra Bekaa Kampı.

 

Sonrası belki bir gün bir Hakikati Araştırma Komisyonu kurulursa ortaya çıkarılacak, ama şimdilik Ayten  Yıldırım’ın mavi gözlü siyah saçlı genç fotolarının altında PKK muhaliflerinin kurduğu sitelerde yazılan korkunç hikâyeler…

 

80’lerin ortalarında ajan diye tutuklanıyor. Sonra Bekaa’daki Filistin kamplarına sığınıyor. Sonra oradan alınıyor, delirdiği için infaz ediliyor. Arkadaşı Sakine Cansız yargılanıp canını kurtaranlardan…

 

Bütün bunlar olurken eşi Hamili Yıldırım, PKK’nın cezaevi sorumlularından biridir. Haberi zamansız gelen bir ziyaretçiden alır. Arkadaşları konuşmaz. Sonra dışarıya bir mektup yazıp gerçeği ister. Not gelir ama komite ona notu okutmayınca tartışma çıkar, sonra yönetimden uzaklaştırılır. Bu Hamili Yıldırım'ın ilk isyankârlığı olacaktır.

 

Ayten Yıldırım’ın 12 Eylül’den Kopenhag’a kaçmış kardeşi ise o kadar kolay atlatamaz bu travmayı. Aklını kaybeder. PKK’lı muhaliflerin sitelerinde şehrin meydanında kargalarla ablasıymış gibi konuştuğunu görenlerin tanıklıkları var.

 

Hamili Yıldırım’ın uzun hapishane yılları 16 yıl sonra 1996’da biter. Soluğu Bekaa’da alır. Ona ne anlatılır, nasıl ikna olur meçhul.

 

 

Ama Öcalan’ın seksenlerin sonu, doksanların başında Bekaa Kampı’nda yaşanan infazlardan kamp komutanını sorumlu tutup, tasfiyeciliğin tasfiyesi, köylü refleksleri diye infaz ettirdiği biliniyor.

 

Belki de 1 yıl bile birlikte yaşamadıkları eşini alan bu sapmanın tasfiyesi, ‘büyük dava’ya inancını pekiştirmiştir Yıldırım’ın. Sayıları iyice azalan kurucu kadrodan bir isim olarak Öcalan ona çok kritik bir görev verir; Dersim Eyalet Komutanlığı.

 

Yıl 1999. Öcalan yakalanmış, devletle anlaştım diyerek PKK’ya sınır dışına çekilme ve silahlı mücadeleyi bitirme talimatı vermiştir. Bir komutan bu emre direnmektedir: Dersim Eyalet Komutanı Hamili Yıldırım ve yanındaki 400 PKK’lı. Gerekçesi daha sonraki beyanlarına göre “geri çekilme sırasında yaşanan operasyonlar.” Liderliğin emrine itaatsizlik ciddi bir suç. Bir süre devam eden isyandan sonra, bir kaçma girişimi ve sonra yakalanıp Suriye’de sorguya çekilmesi.

 

Sorguda “isyan edenin içindeki Öcalan olduğunu” söyledi. İlk kurucu kuşaktan, Öcalan’a 'Abdullah arkadaş' diyen kuşaktan bir isimdir. Onun hakkında kararı ancak Öcalan verebilirdi. Öcalan, hapisten onu PKK’nın yeni adı 'Kongra Gel’in Rusya temsilcisi olarak atadı.

 

Bu atama da Öcalan’ın Yıldırım’a ne kadar güvendiğinin başka bir deliliydi. Çünkü Öcalan yakalanmasını açıkladığı uluslararası komplo tezinde İtalya’dan kalkıp gittiği Rusya’nın  attığı tutuklanmasıyla biten satıcılığına, her şey hazır diyerek belki orada kalsa yakalanmayacağı İtalya’dan çıkmasına sebep olan örgütün Rusya sorumlusu Mahir Welat’ı ihanetle suçluyordu.

 

Hamili Yıldırım, bu tutuklanmanın ve devletle yürütülen görüşmelerin gerçek hikâyesini, istihbarat örgütlerinin pazarlıklarını, dönemin Rus Dışişleri Bakanı Primakov’un biraz paraya nasıl sözünden döndüğünü bizzat yerinde görmüştü.

 

2004’te PKK bir yol ayrımına geldi. 2003 Irak işgalinin nimetlerinden yararlanmak isteyen bir kadro 6 yıldır ara verilen savaşa dönmek istiyordu. Aralarında Osman Öcalan, Nizamettin Taş’ların da olduğu esas savaşan kadro ise siyasetle yola devam yanlısıydı. Kongre savaş kararıyla bitince 1500’e yakın militan Kandil’i terk etti.

 

Aynı yıl Hamili Yıldırım da Ermenistan’dan Kandil’e çağrıldı. Öcalan’ın talimatıyla karargâhta görevlendirilmiş, Karayılan’ın yardımcılığına getirilmişti. Yorumlara göre Öcalan kardeşini bile tasfiye edenlerin yanına bir güvendiği ismi yerleştirmişti.

 

Sonra birden Yıldırım’ın tayini Amanoslara çıkarıldı. Hatay ve Akdeniz Bölge sorumlusu yapılmıştı. 14 adamıyla sınırdan geçerken Suriye muhaberatı tarafından yakalanarak Türkiye’ye teslim edildi. Suriye’nin Türkiye’ye teslim ettiği ender PKK’lılardan biriydi.

 

Hapishaneden dışarıya yazdığı mektuplarda sınırdan geçtiği yeri Muhaberata Kandil’in (Karayılan’ın) ihbar ettiğini yazdı. İlk kadrolardan eleştirel bir isimdi, siyasi mücadeleyi savunuyordu, o yüzden tehlikeli bulunmuş olabileceğini iddia etti.

 

Sorgusunda ''ekleyeceğiniz bir şey var mı?'' denince şöyle demişti:

 

“Soru: İfadenize eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

 

-Yıldırım: 2004 yılından dönüp gerilere baktığımda, insan yaşamının kısaldığı dikkate alındığında 30 yılımın örgüt saflarında geçtiğini görüyorum. 30 yıl bir insan yaşamı için çok uzun bir süreci ifade eder. Bu 30 yıllık örgüt içi süreçte belki de en çok eleştirilen, tutuklanan, sorgulanan veya en çok haksızlığa uğrayan ve defalarca komplolara düşürülmek istenen kişi olduğumu iyi görüyorum. Gerçekten çok mu kötüydüm? Hayır. Yalnızca düşündüğüm gibi konuştuğum içindir ki anlamsız haksızlıklara, uyduruk yönetim tarzlarına, feodal geri ve çirkef yaklaşımlara, oligarşik yapılanmaya dil uzatmıştım. Bu nedenle her zaman 'örgütün tanrıları'nın hedefi oldum. Yıldızlarımız hiçbir zaman barışık olmadı. Onlara göre ben 'vurun kahpeye' idim. İnatçı bir kişilik olmam nedeniyle hep direndim. Kendimce meydanı onlara bırakmayacaktım ve sosyalist ütopyamın emrinde olacaktım.

 

 

PKK'NIN TALEPLERİ GERÇEKÇİ DEĞİL: 1999 Eylül ayında, örgütün Türkiye'den Kuzey Irak'a çekilme kararıyla birlikte, bu entrikalı yaklaşım en uç noktaya ulaştı. Aslında, Abdullah Öcalan'ı en iyi anlayan kişiydim. 1970'lerin reel sosyalist anlayışın dönemi çoktan kapanmıştı. Çağdaş dünyanın geldiği noktada PKK'nın talepleri, istekleri çok aşırı, ağır ve gerçekçi değildi. Bin yıldır yan yana yaşamış, bu ülke insanlarının halklar mozaiği şeklinde yan yana, kardeşçe, özgür bir şekilde şiddetsiz bir ortamda yaşamaları en güzel olanıydı. Yapılan hatalar ne kadar ağır olsa da kabul edilip, görülmesi gerekiyordu. Yeniden tarihe dönüp bakmak vazgeçilmez bir görevdi…”

 

 

Hamili Yıldırım, 16 yıldan sonra dağlarda geçen 8 yılın ardından hapishaneye geri dönmüştü. Bu yıl 27. yılı. Birkaç yıl önce hapishanede rahatsızlık geçirince hakkında bir kampanya açılmış, PKK içindeki kavgalarda yanında durduğu Sakine Cansız, Paris’te öldürülünce onun için de bir yazı yazmış.

 

 

Sonra adı, geçen aylarda küçük bir haberde yeniden geçti:

 

“İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan’ın yanına 15 Mart’ta gönderilen 5 PKK’lı mahkumdan birinin bir hafta sonra değiştirildiği ortaya çıktı. İmralı’da Öcalan’a çözüm sürecinde ‘sekreterya’ görevi yapacağı öne sürülen mahkumlardan Mehmet Sait Yıldırım’ın adaya gittikten bir hafta sonra kalp rahatsızlığı nedeniyle Bolu Cezaevi’ne gönderildiği belirtildi. Yerine ise PKK’nın bir dönem üst düzey sorumlularından biri olan ‘Kazım’ kod adlı Hamili Yıldırım’ın İmralı Adası’na gönderildiği ortaya çıktı.”

 

 

 

Öcalan, Hamili Yıldırım’ı bizzat istemiş, hükümetle olan müzakerelerin bir parçası olarak bu talep yerine getirilmişti.

 

Öcalan bütün bu olan biten hakkında ne düşünüyor? Kandil’dekilerin ateşkesi bozmasını nasıl değerlendiriyor. Bilmiyoruz. Ama bunları kimle müzakere ettiğini biliyoruz.

 

 

Bir öğretmen okulunda başlayan bu hikâyeyi okuması eğlenceli, bu hikâyenin her yerinde; yerde yatan cesetleri, hayatları karartılmış insanları, biten aşkları, kırılan hayalleri düşünmezseniz.

 

Günün sonunda bize silahın değil siyasetin doğru yol olduğun savunan ilkokul kompozisyonları yazdıran kötü bir hikâye bu. Aslında bir öğretmen hakkında. Hayatıyla bize öğrettiği tek şey de galiba şu: Artık bitmesinin zamanı gelmedi mi?

- Advertisment -