spot_img
Ana SayfaYazarlarHollanda haydut devlet mi?

Hollanda haydut devlet mi?

 

Hollanda, uluslararası ilişkilerde “haydut devlet” (rogue state) tanımıyla birebir örtüşen bir devlet değil belki ama Rutte hükümetinin önceki gün Dışişleri ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlarımıza reva gördüğü muamele kural tanımayan devletlere özgü bazı özellikler taşıyor. İfade ve toplantı özgürlüğü gibi kurucu üyelerinden olduğu Avrupa Birliği’nin (AB) temel demokratik değerlerine aykırı davranışı bir yana, uluslararası hukuka saygı göstermediği ve en azından tarafı olduğu uluslararası antlaşmaları ihlal ettiği için.

 

İran-Irak savaşının hemen ardından Yüksekova/ Esendere sınır kapısına 50 km mesafedeki Urumiye’de kısa bir dönem başkonsolos olarak görev yapmıştım. O dönemde İran’da yollarda güvenlik kontrol noktaları vardı. Urumiye’ye kadar biri İran Devrim Muhafızları’nın gençlik kolu olarak bilinen Besic’lerin olmak iki kontrol noktasından geçerdik. Özellikle Besic’lerin kontrol noktalarında 16-17 yaşındaki gençler bazen bizleri İran vatandaşları gibi sorgulamak, arabamızı aramak isterlerdi. Diplomatik ve konsüler ilişkiler hakkında Viyana sözleşmelerini bilmezlerdi belki ama durumu “siyasi” sözcüğüyle açıklar ve herhangi bir sorun yaşamadan geçer, giderdik.

 

Bu anekdotu anlatmamın nedeni Hollanda’da iki bakanımızın öteden beri ABD’nin “rogue state” listesinde yer alan İran’da o dönemin koşullarında diplomat olarak yaşamadığımız bir sorunla Avrupa’nın göbeğinde karşılaşmış olmaları. Bu son derece vahim bir durum çünkü bu sorun Rutte hükümetinin, Hollanda’nın da taraf olduğu 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler ve 1963 tarihli Konsolosluk İlişkileri hakkındaki Viyana Sözleşmelerini ihlal ederek aldığı karar sonucu patlak vermiş bulunuyor.

 

Değil müttefik, herhangi bir ülkenin Dışişleri Bakanı’nın, hatta diplomatik pasaport hamili bir görevlisinin ülkeye sokulmaması ne demek?  Değil müttefik, bir ülkenin tabiatıyla diplomatik pasaport hamili bir Bakanı’nın o ülkenin Başkonsolosluk binasına gitmesini engellemek ve bu yetmiyormuş gibi onu sınır dışı etmek kabul edilebilir bir davranış mı? 

 

Dahası da var. Kabul eden devlet, değil müttefik, herhangi bir ülkenin Başkonsolosu’nun hareket serbestini kısıtlayabilir mi? Rotterdam’da diplomatik pasaport hamili görevlilerin gözaltına alındığı söyleniyor. Böyle bir şey mümkün olabilir mi?     

 

Elbette hayır. Bir kere, 1963 tarihli Konsolosluk İlişkileri Hakkındaki Sözleşme, (md 34) “ulusal güvenlik nedenleriyle girmesi yasaklanmış veya nizama bağlanmış bölgelerle ilgili kanun ve düzenlemeler saklı kalmak üzere, kabul eden Devlet, ülkesi üzerinde konsolosluğun bütün mensuplarına yer değiştirme ve seyahat etme serbestliğini sağlar” diyor.

 

Ayrıca söz konusu iki Viyana sözleşmesinin gözaltı ve tutuklama ile ilgili hükümleri de oldukça net. Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Sözleşmesi’nin 29. maddesi şöyle: “diplomatik ajanın şahsî dokunulmazlığı vardır. Hiçbir şeklide tutuklanamaz veya gözaltına alınamaz. Kabul eden Devlet diplomatik ajana gereken saygıyı gösterecek ve şahsına, özgürlüğüne ve onuruna yönelik herhangi bir saldırıyı önlemek için uygun tüm önlemleri alacaktır. “

 

Konsolosluk İlişkileri Sözleşmesi (md 41) ise bu konuda şöyle diyor:

1.“Konsolosluk memurlarının tutuklanmaları veya göz altına alınmaları, ancak, ağır bir suç halinde ve yetkili adli makamın kararı ile olur.

2. Bu maddenin 1. fıkrasında öngörülen hal saklı kalmak üzere kesinleşmiş adlî bir kararın uygulanması dışında, konsolosluk memurları hapsedilemez ve herhangi bir şekilde kişisel hürriyetleri kısıtlamaya tabi tutulamaz. “

 

Rutte hükümetinin talimatıyla iki Viyana sözleşmesinin Hollanda tarafından ihlal edilen ilgili maddeleri bunlar. Bu maddelerin ihlal edilmesi, diplomatik ve konsüler misyonların normal işleyişini engellemesinden ötürü bir ülkenin “haydut devlet” kategorisine girmesi için başlı başına yeterli bir ölçüt. Ama sorun diplomatik ve konsüler personele yönelik ihlallerle sınırlı değil. Siyasi bir yönü de var. Rutte hükümetinin bir Türk bakanın ülkeye girişini engellemesi ve diğerini de “sınır dışı” etmesinin, öne sürülen gerekçenin anti-demokratik olması bir yana, başlı başına “düşmanca bir tutum” olduğuna da kuşku yok.

 

Bu düşmanca tutumun arkasında Hollanda’nın, Almanya gibi, 16 Nisan’da ülkedeki Türklerin çoğunluğunun “evet” oyu verme olasılığından duyduğu kaygının bulunduğu izlenimi ediniliyor. Anayasa paketiyle ilgili değerlendirmelerimde hep altını çizdiğim gibi, paketin içeriği yerine pakette olmayan hususlardan bahsedilmesi, “hayır” için belirgin bir baskı uygulanması ve dahası bu tartışmaya Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın taraf olarak katılması “evet” oylarını arttırıyor. Ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz ama Rutte hükümetinin Avrupa değerleri açısından bu utanç verici tutumu da sonuçta “evet” cephesine mükemmel şekilde hizmet ediyor.  

 

Rutte hükümetinin bu davranışının arkasında 15 Mart’taki seçimlerde anketlerde ikinci sırayı alan aşırı Sağcı Wilders’ın Özgürlük Partisi (PVV) ile mücadelesinin bulunduğu söyleniyor. Doğru ise bu komik bir gerekçe ve Çavuşoğlu’nun Metz’deki açıklamasında altını çizdiği gibi, Rutte’nin Wilders’tan hiçbir farkı olmadığını gösteriyor. Rutte’nin Halkçı Liberal Demokrat Partisi (VVD) seçmen Türk vatandaşlarının tercih ettiği bir parti değil. Çoğunluk koalisyon ortağı İşçi Partisi’ne (PvdA) oy veriyor.  Ama bundan sonra verir mi, Hollanda’nın parçalı siyaset yelpazesinde göçmen ve İslam karşıtı faşistlerle işbirliği yapmayan daha uygun bir siyasi parti bulur mu bilemiyorum.

 

Sonuç itibariyle Türkiye’yi umursamadan ortaya koyduğu faşizan uygulamayla ülkesinin “haydut devletler” arasında yer almasına neden alan Rutte’nin yeniden iktidar olması hiç mi hiç umurumuzda değil. Çünkü bundan sonraki aşamada ikili ilişkilerimizi Hollanda’ya başta diplomatik, siyasi ve ekonomik alanlarda olmak üzere uygulanacak yaptırımlar belirleyecek. Ve kabul etmek gerekir ki Hollanda’nın kalibresi, Türkiye’nin yaptırım gücünü Avrupa’daki tüm faşist siyasetçilere hissettirmesi bakımından oldukça uygun görünüyor.     

 

 

 

     

- Advertisment -