Artık aşısı bulunmuş bir hastalık olan koronavirüs Türkiye’de yayılmaya ve ölümlere neden olmaya devam ediyor.
Hükümetin hastalıkla ilgili açıklamalarına bakınca Türkiye sanki 2021’in değil, 2020’nin Mart sonundaymış gibi hissediyor insan.
Ama rakamlara bakınca da durum pandeminin tüm dünyada zirveya çıktığı günlerden daha kötü görünüyor.
Türkiye aşının bulunmasından sonra dünyada pandemi boyunca en yüksek günlük yeni vaka sayısına ulaşmış tek ülke olabilir.
Dün 37 bin ile vaka rekoru kırıldı. 155 insan da aşısı olan bir hastalık yüzünden hayatını kaybetti.
Pandeminin en kötü vurduğu ama nüfusunun yarısına en bir doz aşı yaptırarak aşılamada en iyi performans gösteren ülkelerden biri haline gelen İngiltere’de vaka sayıları beş binlere kadar düşmüş durumda.
Yine pandemide günde 200 bin vaka sayılarına ulaşan ABD’de, nüfusun dört birine ulaşan aşılama sayesinde günlük vaka sayıları önce 30 binlere çekildi ama son bir kaç gündür orada da 70 binlere kadar çıkıldı.
Aşılamada Türkiye’ye yakın performansları olan ama günlük vaka sayılarında her zaman Türkiye’nin üzerinde olan Almanya’da günlük vaka sayıları 16 binlerde, İspanya’da 4 binlerde, İtalya’da 20 binlerde, aşılamada en geriden gelen Fransa’da 30 binlerde.
Ama bu rakamlar yine de bu ülkelerin hiçbirinde Türkiye’deki gibi pandemi boyunca ulaşılmış en yüksek günlük yeni vaka sayısı değil.
Dünyada nüfusunun yüzde 60’a yakınını aşılamış tek ülkesi olan İsrail’de ise günlük vaka sayıları artık 400’lü rakamlarda.
Türkiye’de tedbirlerin merkezinde yaygın aşılama olması gerekirken hala yasaklar var.
Tabii o yasakların da Orwellvari uygulandığı konusunda artık herkes hemfikir.
Koronavirüs karşısında bazı vatandaşlar diğerlerinden daha eşit.
Bazıları sokakta maskesiz yürüdüğü için azar işitirken, bazıları kapalı salonlarda canhıraş sloganlar atınca maşallahı alıyor.
MHP ve AK Parti’nin kongreleri tamamlanır tamamlanmaz, Türkiye’nin pandemi haritasının kızarması ve yeni tedbirlerin açıklanmasının zamanlamasını manidar bulanlara, Sağlık Bakanı bile “Bunu gündemde tutmanın kimseye faydası yok” diyebildi.
Türkiye’de çok yüksek riskli illerin sayısı 58’e yükseldi. Batı’daki tek düşük riskli mavi il olan Uşak bile sarardı. Bir tek Şırnak’ın değerli yalnızlığı sürüyor.
Ve kongrelerini tamamlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni pandemi yasaklarını açıkladı.
58 kırmızı ilde yeniden hem cumartesi hem pazar sokağa çıkmak yasak.
Türkiye’nin tamamında akşam 21.00 ve sabah 05.00 arası haftanın her günü sokağa çıkmak yasak.
Lokanta ve kafe gibi işletmeler renk ayrımı olmaksızın tüm Türkiye’de yüzde 50 kapasite ve belirlenen kurallara uygun şekilde çalışabilecek.
Buraya kadar olan yasağı rakamların yüksekliğiyle açıklamak mümkün.
Ama yasakların bundan sonraki kısmının yükselen rakamlarla ilgisi çok tartışmalı.
Erdoğan’ın açıklamalarından okuyalım:
“Ramazan ayı boyunca ülke genelinde toplu iftar ve sahur gibi etkinlikler gerçekleştirilmeyecek.”
“Bu mübarek ay boyunca, ülke genelinde hafta sonları sokağa çıkma sınırlaması uygulayacağız.”
“Sadece ramazan boyunca Türkiye genelinde lokanta ve kafe gibi işletmelerin hizmetleri paket servisle sınırlandırılacaktır.”
Önce hukuki bir sorun var.
Türkiye mevzuatına göre yılın 12 ayı var ve bunlardan biri Ramazan değil.
“Ramazan boyunca” kavramı uygulamada nasıl uygulanacak bu hukuki bir tartışma konusu.
Ama esas tartışılan nokta şu:
“Sadece ramazan boyunca Türkiye genelinde lokanta ve kafe gibi işletmelerin hizmetleri paket servisle sınırlandırılacaktır.”
Ramazan’dan bir gün önce arife günü 19.00’a kadar açık olan lokanta ve kafeler, neden Ramazan
boyunca bütün gün kapalı kalacak?
Neden bütün gün?
Eğer amaç iftar ve sahur saatlerinde lokanta ve kafelerde kalabalığı engellemekse, zaten bu işletmeler mevcut uygulamada saat 19.00’da kapanıyorlar.
Türkiye’de ilk bir kaç gün 18.50 civarında akşam ezanının okunacağı Doğu vilayetleri dışında iftar vakti zaten 19.00’dan sonraki saatlere denk gelecek.
Yani mevcut uygulama devam etse de kimsenin lokanta ya da kafeye iftara veya sahura gitmesi mümkün değil.
O halde Ramazan’da neden tüm gün lokantalar ve kafeler kapalı?
Neden mevcut uygulama devam etmiyor?
Oruç tutmayanlar Ramazan’dan bir gün önce gidebildikleri lokanta ve kafelere neden Ramazan’da gidemeyecekler?
Ve tabii neden insanlar Ramazan’dan bir gün önce gidebildikleri lokanta ve kafelerde mesafe kurallarına uyarak en azından iftarlarını açamayacak?
Lokanta ve kafeler en çok iş yaptıkları Ramazan ayında kurallara uyarak bile çalışamayacaklar.
En fazla 50 insanın mesafelerle oturduğu bir lokanta ve kafedeki riski, binlerce insanın toplanıp bağırdığı bir parti kongresinden daha büyük yapan nedir?
Bu sorulara bir cevap bulunamazken, meseleyi iyice karmaşık hale getiren açıklama Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan geldi.
Koca, “Geçen seneki gibi Ramazan’da teravihler kapalı olmayacak ama özellikle bu noktada hassasiyet gösterilerek önlemler alınarak kılmaya devam edilecek” dedi.
Artık bu açıklamadan sonra konunun yükselen rakamlarla ilgili olduğunu düşünen herhalde kime kalmamıştır.
Ramazan’da gündüz bir lokanta ve kafede birbirine mesafeli oturarak yemek yemenin yasak olduğu ülkede akşam Teravih’de omuz omuza saf tutup namaz kılmak serbest.
Farz olan orucunu bir lokantada yalnız bir masada açmak tehlikeli ama sünnet olan Teravih namazında 20 rekat yanyana secdeye yüz sürmek serbest.
Üstelik Suudi Arabistan bile Teravihleri pandemi nedeniyle 20 rekattan 10 rekata düşürmüşken, Türkiye Diyanet’inden “kolaylaştırın zorlaştırmayın” tavsiyesine uyan böyle bir içtihat da gelmedi.
Ayrıca Teravih namazının saati Türkiye’nin tamamında sokağa çıkma yasağına denk düşerken, sokağa çıkma yasağı acaba nasıl uygulanacak? Teravih’e gidenlere camilerden özel izin kağıdı mı verilecek? Yoksa “Teravih’e gidiyorum” ya da “Teravih’ten geliyorum” diyene yasak olmayacak mı?
Bu açıklanamaz soruların akla getirdiği tek bir açıklama var.
Pandemi yasakları bahane edilerek yaşam tarzı dayatması yapılıyor.
Bu da ilk defa yapılmıyor.
Dünyada içki tüketiminin yüksek olduğu Güney Afrika dışında bir uygulaması olmayan sokağa çıkma yasağıyla paralel hafta sonu içki satışı yasağı bunun ilk örneğiydi.
İnsanlar bir araya gelmesin diye barları, içkili lokantaları kapatan ülke çok oldu ama sokağa çıkma yasağında içki satan büfeleri kapatan, açık olan marketlerdeki içki satışı reyonlarına kilit vuran görülmedi.
Üstelik içki içmekle koronavirüse yakalanmak arasında bilimsel tek bir ilişki de ortada yokken.
Devletin vatandaşlarına karşı görevi, günah işlemelerini engelleyip onları topluca cennete göndermek değil, çaresi bulunmuş hastalığın aşısıyla onları buluşturup hayatta kalmalarını sağlamaktır.
Eğer devlet zoruyla dindarlık mümkün olsaydı, İran İslam Cumhuriyeti’nin, Suudi Arabistan’ın bütün vatandaşları otomatik olarak cennetlik olurdu.
Dindarlar yıllarca kendilerine devletin belli bir hayat tarzını dayatmasından haklı olarak şikayetçi oldular.
AK Parti iktidarı yıllarca bu endişeleri gidermek için uğraştı. Hatta bizzat Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı 2013’deki demokratikleşme paketinde hayat tarzına müdahaleyi yasaklama vaadinde bulundu. 2014’de de TCK’ya bu yasak eklendi.
Bugün TCK 115. maddenin 3. bendine göre “Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye” 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası vermek mümkün.
Ama pandemi yasaklarının içine sinmiş ayrımcı uygulamalar geçmişin hayat tarzı dayatması örneklerinden ders çıkarılmadığını gösteriyor.
Halbuki her türlü dayatmanın aksini tahrik ettiğini anlamak için son yüz elli yılın Türkiye tarihini bir kere daha okumak yeterli.
Abdülhamit’in istibdadı ve İslamcılığı tepki olarak önce modernist Jöntürk neslini ardından daha radikal bir modernleşme projesini uygulayan Kemalist kadroları yaratmıştı. Cumhuriyetin makbul vatandaş yaratmak için toplum mühendisliği projelerinin sonuçları AK Parti, HDP ve dinin geri dönmesi oldu.
Şimdi sıra AK Parti’nin dindar nesil mühendislik projesinde.
Akıbetin farklı olmadığı her yerden görülebiliyor. Hatta AK Parti Genel Merkezi’nden bile…
Ramazan’da insanların gündüz lokantada yemek yiyemediği ama akşam camide 20 rekat Teravih kılabildiği bir Türkiye de ne daha sağlıklı ne de daha dindar olacak…