Sümbüller perişan
Güller kan ağlar…
Eski bir Anadolu türküsü bize bugünleri terennüm ediyor. Geçmişte yaşanan büyük acıları unutmadan, bugünü sağaltmak mümkün mü?
Bu denli ağır bir şiddet ortamında, Türkiyeli yoksulların çocukları, gençleri her gün toprağa düşerken, biz Batıdakilerin görevinin bu savaşın hemen, dakika bile geçirmeden, koşulsuz olarak bitirilmesi için hükümete çağrı yapmak olduğunu düşünüyorum. Bu, öncelikle hükümete düşen bir görev ve onun sorumluluğunda. Öncelikle hükümet diyorum, çünkü: PKK’nın “silahlı mücadele” tercihine, otoriter yönetim tarzına, geçen yüzyıldan kalma liderler kültü oluşturup özgürlüğü liderlerin yönetim özgürlüğü olarak anlamasına ve daha pek çok kaba solcu, hattâ Baasçı anlayışına karşı olduğum bilinir; ama bu iki gücü, yani TC devlet gücü ile PKK’nın doğrudan Kürt halkının isyanına dayalı, ölmeyi göze alan gençlerinin oluşturduğu gücünü karşılaştırmak bile mümkün değil. Dahası, PKK’nın Kürt coğrafyasında belirli bir karşılığı olduğunu, Kürtlerin kahir ekseriyetinin bu örgütü desteklediğini hatırlatmalı mıyım? İşte bu nedenlerle ateşkes, insani nedenlerle hükümet tarafından bir an önce ilan edilmeli.
Hükümeti destekleyen basında tam bir yangına körükle gitme hali hâkim. Ve bu tutum bana hiç yabancı gelmiyor. Bildiğimiz sıradan faşizm yeniden yüzünü göstermiş durumda. Yavaş yavaş kitlelere yayılması işten bile değil. Bu çok tehlikeli bir oyun. Burjuvazi ülkeyi yönetme hususunda tam bir anlaşmazlık ve bölünme içinde. Kıran kırana savaşlar, gençlerin cenazeleri olarak geri dönüyor. Bu gidişe bir dur demeliyiz.
Hiçbir şey, ama hiçbir şey, bir insanın, bir gencin, ister gerilla olsun ister asker, böyle bir savaşta öldürülmesinden daha önemli olamaz. Ne TC devletinin bekası; ne — görece reformcu bir parti olmakla birlikte, oy kaybetmemek için, bir asırdır siyasetçilerin, bürokrasinin işlerine geldiği üzere oluşturdukları, halk arasındaki etnik, dini temelli düşmanlığı temel alıp bu “hassasiyetlere” göre savaşa karar veren — AKP’nin bekası, insan canından daha kıymetli olamaz. AKP’nin “PKK köşeye sıkıştığı için ateşkes istiyor, tam tersine onu yok etmeye devam etmeliyiz” aklı, aynı partinin kendi iktidarı uğruna ve milliyetçi-devletçi çizginin tutuculuğunda, devletin bekası, bölünmemek vb bahanelerle reformculuğunu, insana verdiği değeri ve değerler yaratma yaklaşımını terk ettiğini gösteriyor. Bu yoldan bir an önce dönülmelidir. Ateşkesin ilanı hükümetin güçsüzlüğüne değil tam tersine gücüne; kamuoyunun, geniş halk kesimlerinin barış isteğine saygı duyduğuna işaret eder.
Önce koşulsuz ateşkes, sonra barış masası
Önce hükümet insani nedenlerle koşulsuz ateşkes ilan etmeli. İkinci olarak, bir barış masası kurulması için toplumun tüm kesimlerinin bir araya gelmesinin yolu açılmalı.
Benim düşündüğüm barış masası geniş bir toplumsal temsiliyete yer veren; açıklık, şeffaflık, müzakere, şiddetsizlik, sorun ve çatışma çözümü yöntemlerini benimseyen; önyargısız, katılımcı yaklaşımlarla toplanan çalıştaylar üzerinden tüm toplumca paylaşılan bir hareket; bir karşılıklı anlama ve ikna süreci. Daha önce kurulan ve sadece hükümet ile PKK arasındaki masa, bugüne değin yeterince işlev gördü, ama artık bir sonraki aşamaya geçme zamanı geldi; taraflar için adil, herkesin içine sinen bir barışın tesisi için gayret sarf edilmeli.
Siyasi partilerin değil insanların, dezavantajlı grupların taleplerinin ve insan haklarının öne çıktığı; devlet değil insanlık için bir araya gelen; bir arada yaşama veya — bu yönde ifade özgürlüğüne ilişkin yasal düzenlemeler yapıldığı takdirde — ayrı devlet kurma hakkı gibi en uçtaki talepler de dahil olmak üzere, daha geniş özgürlüklerin, kent yönetimlerinin, özerklik taleplerinin tartışılabildiği; hoşgörünün, zarafetin, inceliğin hâkim olduğu bir toplumsal hareket düşünüyorum. Böylesi bir uzlaşı ortamı ve çabasının Kürtler ve örgütlerince de hoş karşılanacağını tahminlemek mümkün. Üstelik bu yönelimlerin ve barış iradesinin; yeni bir vatandaşlık tanımını ve özgürlükleri öne alan bir yaklaşımın ve kararlılığın, devletin kurumları ve yasalarına da yansıması beklenir. Ceberrut devlet modelinden katılımcı, özyönetimi güçlendiren, insan temelli devlete geçişin ve yeni bir anayasanın yapılması sürecini de başlatabilir. Bu toplum böylesi bir “çözüm süreci”ni hak ediyor. Çözüm sürecini başlatan AKP’nin, sürecin yeni bir aşamaya geldiğini görüp göremeyeceği ve bu hamleyi başarıp başaramayacağı sorusunun cevabını, önyargılı olmamak için şimdilik bilmiyorum. Şunu biliyorum ama: Bu cesareti ve basireti kimler gösterirse, hem siyaseten hem de toplumsal olarak kazanan onlar olacaktır. Bugünün olumsuz koşullarından ancak demokratikleşme hamleleriyle çıkılabilir.
Bir de Kürtlere sorun
Bu masada “arama” ve anlama, dinleme ilk aşama olmalı. Kürtlerin partisi HDP’nin ve silahlı gücü PKK’nın, Kürt STK’larının, farklı siyasi parti, dernek ve gruplarının, geniş bir ifade özgürlüğü temelinde tüm taleplerinin, haklar temelinde açıklıkla ifade edilmesi büyük önem taşıyor. Bu özgür ifade zemini kurulmalı ve korunmalı.
İkinci olarak, gerekirse referandum ya da diğer yöntemlerle Kürt halkının bu taleplere nasıl baktığı ve ne istediği araştırılmalı. Kürtlerin kendi aralarında sorunlarını çözmesi, ortak bir programa ulaşmaları, taleplerinin netleşmesi için, Türk tarafından gelebilecek her türlü saldırı önlenmeli ve özgür bir tartışma ortamı oluşturulmalı. Bu denli büyük bir sorunun bugünden yarına çözülemeyeceği bilinciyle, bıkmadan, yılmadan bir ortak çözüm üretmeye, kalıcı ve adil bir barışı inşa etmek için çaba harcanmalı.
Türk tarafı genel olarak Kürt sorununda kolaylaştırıcı rolü üstlenmeli, etnik üstünlük siyasetlerini tamamen terk etmeli, asıl olarak “Türk sorunu”na bir çare bulmak için uğraşmalı. Bizim için Kürt sorunu (ya da Ermeni sorunu ilh.) aslında “Türk sorunu”dur. Biz kendi evimizi düzeltelim önce. Irkçılıktan başlayıp dışlamaya, aşağılamaya varan her türlü yaklaşıma nasıl çare bulabiliriz, halklar arasında dostluğu, dayanışmayı nasıl yeniden kurabiliriz, sorun bunlar bence. Enerjimizi ve entelektüel birikimimizi bu yöne çevirmeliyiz.