“14 yaşında bir çocuğun hayatının çöpte sonlandığı ülke benim ülkem olamaz. Seçilmişler ne zaman dur diyeceksiniz?” diyor Ümit Boyner.
“Hangi çocuk? Hangi çöplükte? Neden ölmüş? Hiçbir delile dayanmadan bunları yazmaktan utanmalısınız” diye cevap veriyor Mustafa Varank.
Haber yalanlanıyor. Ama bu durum Boyner’e sözünü geri aldırmıyor.
Medyaya güven kaybolmuşsa, bunun da kabahatini hükümete yüklüyor.
**
Boyner’in medyaya güveni ne zaman kayboldu? Türkiye’de daha önce güvenilecek bir medya var mıydı? Hürriyet’in ordudaki militarist unsurların bülteni gibi çıktığı dönemde medyaya güvenini kaybettiğini söylemiş miydi? TÜSİAD o dönemde kaygılarını açıklamış mıydı? Yarın CHP Hükümeti olsa ve ülkeyi yaksa devletçi sermaye kaygı duyar mı?
Bu yönde çok soru sorabilirsiniz.
Haklı da olursunuz.
Ama bu bir gerçeği değiştirmiyor:
Medyada fazlasıyla yoğun bir yalan haber akışı var ve hükümet bilgilendirme görevini yapmıyor.
Her gün dünyanın çatışmalı bir bölgesinden alınmış fotoğraflar eşliğinde yalan haberler yapılıyor; bunları ancak kendisini sorumlu hisseden birileri, genellikle de internetle arası iyi gençler, fotoğrafın orijinalini bulup da yalan haberi ifşa edince öğreniyoruz. Ama o kadar.
Onları görmeyenler muhtemeldir ki, insanı dehşete düşüren mesajları gerçek sanıyor.
**
Cizre ile ilgili haberleri bir hatırlayalım.
“Cizre’de kuşatma ve ambargo var, insanlar susuz ekmeksiz, Kerbela, insanlar çocuk cesetlerini buzdolabında bekletiyor…”
HDP’liler beyaz gömlekleriyle yürüyüşe geçiyor, Selahattin Demirtaş yine medyanın ilgi odağı, devletin kuşatması altındaki halka ulaşmaya çalışıyor.
“Cizre'de günün belirli saatlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiyor, 8 gündür, 24 saat kesintisiz bir biçimde sokağa çıkma yasağı var. Su bitmiş durumda, ekmekleri yok, yaralılar var ambulanslar alamıyor” diyor.
Sahiden öyle miydi?
Eğer öyleyse bu hükümetin bir tercihi miydi, yoksa PKK’nın saldırıları sürdürmesinden dolayı mı? Ambulansın alamadığı doğru muydu? Haberlerde vurularak öldürülen bir ambulans şoförü vardı, o Cizre’de miydi?
İçişleri Bakanı günler sonra açıklama yapıncaya kadar gündemi HDP belirledi.
O açıklamadan sonra da.
“HDP’nin seçim kampanyası başarıyla tamamlanmıştır, artık başka kampanyaya ihtiyacı yok” diyordu bir arkadaşım.
**
Aslında yeni bir durum da değil bu.
Çözüm Süreci boyunca da hükümet doğru dürüst bilgilendirme yapmadı.
Hatırlayın, Nusaybin’deki duvar meselesinden karakol-kalekol yapımına kadar pek çok konuda hükümetin makul açıklamalarını ancak çatışmalı durumlar ortaya çıkınca duyabildik. Onda da süreklilik ve fikri takip hiç olmadı.
Anlamak mümkün değil, Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ne yapar?
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ne yapar?
Etnik bir gerilim ve sıcak çatışmanın yaşandığı bir ülkede bilgi kirliliği doğrudan bir iç barış ve güvenlik meselesidir. Gerekirse 7/24 dezenformasyona karşı doğru bilgi aktarmalı, bunu çok sayıda kanalla yapmalıdır.
Haydi onlar yapmıyor, Ak Partililer ne yapar? Sürekli HDP konuşurken onlardan biri de çıkıp, “teröristler sünnetsiz” garabetinin ötesine geçip, “öyle değil böyle” demez mi?
**
İki hususta hükümetin ciddi özen göstermesi gereken bir süreç bu:
Birincisi, PKK ile mücadelede güvenlik kuvvetleriyle ilgili tüm ihlal iddiaları ciddiye alınmalı, ciddi ve hızlı biçimde incelenmeli ve sorumlular etkin biçimde cezalandırılmalı.
Asker ve polisin, “bu devlet size ne yaptı” demeden, kendi kişisel kanaatlerini karıştırmadan, sadece işini yapması sağlanmalı.
Ve bunun bir adım ötesine geçerse cezalandırılacağını bilmeli.
Muhtemeldir ki şu an PKK’nın en çok istediği, kendi başlattığı şiddetin kötülüğünü gizleyecek, haklı ile haksızı karıştıracak 90’ların devletinin geri gelmesidir.
Bu algıya kapıyı kapatmalı.
“PKK’nın özel harekatçı polisi rehin alıp sorguladığına dair haberin yalan olduğunu, rehin alınanın orada herkesçe tanınan, ruh sağlığı bozuk olduğu bilinen bir kişi olduğunu, dolayısıyla bunun ortaya çıkacağını PKK da biliyordu, ama o habere o akşam ihtiyaçları vardı, amaç muhtemelen özel harekatçı polislerin bir çılgınlık yapmasını sağlamaktı” diyordu bir yorumcu.
Şu anda Kürtlerin azami derecede mağdur olması için PKK’nın elinden geleni yaptığına bakacak olursak, doğru olabilir bu yorum.
Bu da mücadelenin hukuk çerçevesinde yürütülmesinin önemini çok daha fazla pekiştiriyor.
İkincisi, hükümet sürekli ve etkin bir bilgilendirmeyle, Yüksekova’da veya Cizre’de olup bitenleri anlık biçimde topluma aktarmalı ve bilgi kirliliğinin önüne geçmeli.
**
Şehirlere yayılmış bir çatışma ortamında sivillerin öleceğini kestirmek zor değildi.
PKK bunu tercih etti ve şimdi bu oluyor.
Kendince özerklik ilan edip, barikatlar kurup, patlayıcı tuzaklıyor… HDP bu kısmı atlayıp, sadece oradaki operasyonu mahkum ettiğinde, aslında “burayı PKK’ya bırak” demiş oluyor.
İnsanlar ölürken HDP milliyetçi ajitasyon ve hükümete gol atma derdinde. Bu yüzden de özerklik ve sokakları işgalle bu insani sorunu başlatan PKK’yı atlayıp, o insani dili sadece sokağa çıkma yasağına ve müdahaleye yöneltiyor.
Ve kendisine inanmaya ya da inanıyormuş gibi yapmaya hazır birilerini buluyor.
“Benim kavmimin insanları, haklı veya haksız” diyen Kürt milliyetçileri için gerçeğin önemi olmayabilir.
Devletçi sermayenin de hükümete değil PKK medyasına itibar etmesinin bir ekonomi politiği olabilir.
Ama toplum onlardan ibaret değil ve milyonlarca insan gerçeği bütün boyutlarıyla anlık olarak öğrense, her şey farklı olabilir.
Tabii öğrenebilirse…