Şayet Hollanda ve Türkiye’deki iktidar partileri, iki ülke arasında patlak veren diplomatik kapışmayı kendi siyasi çıkarları açısından faydalı bulup köpürtmeselerdi, Hollandalı aşırı sağcı siyasetçi Geert Wilders’in Kuran’ın Hollanda’da yasaklanmasını talep eden sözleri hak ettiği tepkiyle karşılaşabilirdi. Fakat olmadı; Hollanda’nın liberal, Türkiye’nin Müslüman siyasetçileri Wilders’le uğraşmak yerine birbirleriyle uğraşmayı tercih ettiler ve haber, göz menzilimize bile giremedi:
“Hollandalı İslam karşıtı siyasetçi Geert Wilders, Kur’an’ın Hollanda’da yasaklanması gerektiğini söyleyerek bir kez daha ileriye gitti… Yabancı karşıtlığıyla da bilinen Wilders, göçmenlerin ülkesine gelmesini istemediğini ‘Kur’an’ı yasaklarsak gelmezler’ sözleriyle yineledi. Euronews muhabiri James Franey’e konuşan Wilders, ‘Nasıl Kavgam kitabını Hollanda’da yasakladıysak, Kur’an’ın da tamamen yasaklanmasını tercih ederim. Bu kısmen sembolik görünse bile etkileri muazzam olabilir. Eğer bir ülke göçmen politikasında diğerlerine göre daha katıysa, göçmenlerin çoğu daha serbest politika izleyen ülkelere yönelir’ dedi.” (BBC, 6 Mart).
İfade özgürlüğünün neredeyse sınırsız kullanımını bireysel bir hak olarak gören Hollanda’daki liberal düşünsel iklim ve oradan kaynaklanan hukuk, Wilders’inki türünden ifadelerde bir sorun görmüyor. Fakat meseleyi toplumla ve böyle ifadelerin toplumda yaratacağı etkilerle birlikte düşünmeye başladığımızda, hikâye biraz daha karmaşık ve zor bir hale geliyor.
Toplum diye bir şey yok mudur?
Liberal bakış, toplumu, onu oluşturan bireylerin basit matematiksel toplamından ibaret sayıyor (Thatcher, “There is no such a thing as society – Toplum diye bir şey yoktur” demişti) ve dolayısıyla çetrefil meselelerin çözümünü salt birey ve bireysel özgürlükler üzerinden çözmeye çalışıyor. Fakat giderek daha iyi anlaşılıyor ki, liberal bakış “homojen” Batılı toplumlarında işlese de, küreselleşme ve göçlerle birlikte birlikte giderek karmaşıklaşan toplumlarda işlemiyor. Belli ki yeni ve nüanslı bakış açılarına ihtiyacımız var.
Serdar Kaya imzasıyla Liber Plus Yayınları’ndan bu ayın başında piyasaya çıkan İfade Özgürlüğü ve Dini Hassasiyetler başlıklı kitap, yeni ve nüanslı bakış açıları ihtiyacı doğrultusunda atılmış önemli bir adım olarak görünüyor.
Aşağıda, ifade ögürlüğü ve dini hassasiyetler bahsini, “Charlie Hebdo ve Hz. Muhammed Karikatürleri” üzerinden tartışan kitabın temel yaklaşımlarını sizin için özetlemeye çalışacağım.
Başlamadan önce belirtmeliyim ki: Ben bu yazıda kitabın en temel tezlerini sizinle tanıştırmakla yetinmek zorundayım. Ne tezlere eşlik eden çok sayıda nüansı ve istisnayı aktarabilirim ne de tek tek somut karikatürler üzerinden yapılan analizleri… Kitabın içerdiği zenginliğe ulaşmak, ancak kitabı okumakla mümkün.
Liberal bakış – Demokrat bakış
Kitabın yazarı Kaya, ifade özgürlüğü ile dini hassasiyetler arasındaki gerilim karşısında başlıca iki bakışa işaret ediyor: Liberal ve demokrat bakışlar.
Kaya’ya göre, “Liberal perspektif, herkesin kutsalının kendini bağladığı düşüncesinden hareket eder. Dolayısıyla, hiç kimse ifade özgürlüğünü kullanırken bir başkasının kutsalını dikkate almak zorunda değildir. Şiddet çağrısı içermeyen hemen her ifade, hakaretamiz dahi olsa özgürce ifade edilebilir.” (s. 43).
Görüldüğü gibi, liberal bakış meseleyi salt ifade özgürlüğü açısından ele alıyor ve bu özgürlükten yararlanarak kamusal alana püskürtülen sözlerin toplumda yaratacağı sonuçlarla ilgilenmiyor.
Oysa demokratlık ve demokrat bakış, kutsallara ilişkin fikrî tartışmada bir sorun görmese de, hakareti “sağlıklı bir iletişimi ortadan kaldıran” sorunlu bir tavır olarak görüyor:
“Demokratlık, başkasının kutsalını kendi kutsalı yerine koymayı ve böylelikle ilgili kutsalın gerektirdiği hassasiyetleri anlamaya çalışmayı gerektirir. Böyle bir empati çabasının var olmadığı bir iletişimin evrenselliğini sınırlı görür.” (s. 47).
Hakaretin “iletişim maliyeti”
Kaya’nın, liberal perspektifi ele alırken baş vurduğu “iletişim maliyeti” kavramı da önemli. Yazar, bu kavramı kullandığı bölümlerde demokrat perspektifi daha da açıyor:
“Çatışma ortamında bulunan insanlar, kendilerini sürekli saldırı altında hissederler ve kendilerine yönelik her türlü olumsuz yorum ya da eleştiriyi ilgili çatışma ekseninde algılarlar. Eğer bu durumdaki insanların en aziz bildikleri değerleri hedef alırsanız, verecekleri doğal refleks savunmaya geçmek olur. Söylediklerinizdeki doğruluk payını pek kimse umursamaz. (…) Zira olumsuz ya da hakaretamiz sözler, çatışma ortamlarında sıradanlaşmaz. Hatta, bazı açık yaraları kaşıdıklarından, her seferinde daha da rahatsız edici olabilirler. Yani ‘ifade özgürlüğünü hâkim kılacağım’ derken, sürmekte olan bir yangını körüklemek de mümkün.” (s. 87)
Sınırsız ifade özgürlüğü?
İfade özgürlüğü ve dini hassasiyetler bahsinde, liberal bakışın tersine demokrat bakışın bir “sınır” imasında bulunduğu açık… Bu anlamda, demokrat bakışın yürüttüğü tartışmanın “efradını cami, ağyarını mani” bir sınır tarifini amaçladığını, sanırım söyleyebiliriz.
Demokrat bakış taraftarları, henüz böyle bir tarife ulaşabilmiş değiller… Şimdilik a) Toplum olmanın gerekleri, b) Sekülerlerin de saygı bekledikleri kendi hassasiyetlerinin bulunduğu argümanlarından yola çıkarak, dini hassasiyetler söz konusu olduğunda sınırsız bir ifade özgürlüğünün mümkün olmadığını anlatmaya çalışıyorlar.
Serdar Kaya, kitabında işin bu yanını, Britanyalı Müslüman gazeteci Mehdi Hasan’ın Charlie Hebdo katliamının (Ocak 2015) hemen sonrasında Huffington Post’ta yayımlanan yazısı üzerinden tartışıyor:
“(…) Zira Hasan’ın yazısı, sadece Müslümanların hassasiyetlerine vurguda bulunmakla yetinmiyor; ifade özgürlüğü konusundaki prensiplerin ve uygulamaların gri tonlarını bir dizi tutarlı örnekle izah ediyor.
“Mehdi Hasan’ın yazısındaki argümanlar arasında belki de ilk altı çizilmesi gereken nokta, düşünce ve ifade özgürlüğünün aslında sınırsız olmadığı gerçeğinin sıklıkla atlanıyor olması. Hasan (…) tıpkı Müslümanlar gibi Batılıların da kimi önemli (ve değerli) hassasiyetlere sahip olduklarını ve yayın politikalarını bu hassasiyetler doğrultusunda şekillendirdiklerini hatırlatıyor.
“Örneğin, Holokost böyle bir hassasiyet. Holokostu inkâr eden beyanlar, kimi Avrupa ülkelerinde ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmediği gibi, hapisle dahi cezalandırılabiliyor. Belki bu noktada daha da önemli olan, Avrupa’da herhangi ciddi bir yayının Holokost mağdurlarını (ya da 11 Eylül’de kulelerden aşağıya atlamak zorunda kalan insanları) alaya alan karikatürlere müsaade etmeyecek olması ve bunun (elbette) doğal karşılanması.
“Peki, ya farklı fikirlere tahammül konusu? Hasan bu konuda da filozof Brian Klug’un kurguladığı bir düşünce deneyine yer veriyor. Deney gayet basit: Charlie Hebdo katliamının ardından düzenlenen yürüyüşte şayet biri çıkıp da, hayatını kaybeden karikatüristleri alaya alan ya da katilleri yücelten bir pankart açsa, kalabalığın tepkisi ne olurdu?”
İfade özgürlüğü ve dini hassasiyetler, hiç kuşkusuz ki 21. Yüzyılın en büyük tartışmalarından birini oluşturacak. Bu konuyu tartışmaya daha yeni başladık ve Serdar Kaya’nın kitabı bu açıdan çok önemli bir işlev görmeye aday.