Türkiye’de zaten otoriter bir rejim olduğunu düşünenler bu başlığı naif bulabilir.
Kıran kırana geçen cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalan, bütün büyükşehir belediyelerini muhalefetin kazanabildiği, sürekli yeni partilerin, gazetelerin, televizyonların kurulduğu bir ülkeyi her kötü haberden sonra Rusya, Venezuela, Türkmenistan ilan edenleri tatmin etmek zaten pek kolay değil.
20 yıldır AK Parti iktidarının her seçimi hileyle kazandığını, 7 Haziran’da seçim kaybettiğinde terörü tırmandırıp toplumu korkuttuğunu, tek adam rejimine geçmek için 15 Temmuz darbesini organize ettiğini hatta sırf yeniden adaylık için bugün Öcalan ile işbirliği yaptığını düşünenlerle ise zaten konuşacak bir şey yok.
Bunlara gerçekten inanan biri neden hala siyasetle ilgilenir, yazıp, çizmek gibi süfli işlerle uğraşır anlamak zor.
Belki de bu bir türlü tükenmeyen umut, gerçekten bu söylediklerine inanmadıklarını gösteriyordur.
Yine bir sertleşme dönemine girdik ve yine “İşte şimdi düğmeye bastılar Türkmenistan, Azerbaycan, Venezuela oluyoruz” deniyor.
Nereye gittiğimizle ilgili bu cevaplar, ortada hazır bir proje, plan olduğu varsayımını da içeriyor.
Bu varsayımı devletle ilgili fazla iyimserlik olarak da görmek mümkün.
Çünkü bu varsayım beş yıllık planları elinin altında olan, her şeyi hesaplamış sofistike bir iktidar olduğunu da kabul ediyor.
Projeksiyonlarını daha büyük hikayeye çevirdikleri için şimdi ve burada ne olduğu gibi ayrıntılarla da fazla ilgilenmiyorlar.
Peki ya öyle değilse?
Şimdi ve burada ne olduğunu anlamaya çalışmak, rasyonel ve ideolojik olana değil, pragmatik ve süfli olana bakmak büyük teorilerden daha fazla açıklayıcıysa?
O halde elinde hazır cevapları, büyük kanaatleri olmayan, içinde şüpheyle olan bitenlere bakıp anlamaya çalışanlarla olan bitenin üzerinde düşünmeye başlayabiliriz.
Evet, Türkiye’de bağımsız hukuk, ifade hürriyeti, kuvvetler ayrılığı ile ilgili uzun süredir ciddi sorunlar var.
Peki ya neden bugünlerde operasyonlar, gözaltılar, davalarla gaza basıldı? Ne oldu, neyi kaçırıyoruz?
Bu soruyu elbette herkese sorduran Van Belediyesi’ne kayyım atanması ya da solcu siyasetçi ve gazetecilerin gözaltına alınması olmadı.
Onların başına gelenler ekstra yeni bir duruma işaret etmiyor. Batı’daki insanları da çok fazla endişelendirmiyor. 14 yıl önceki toplantıda ne işin vardı diye insanları tutuklamak Türkiye’yi Azerbaycan yapmıyor. O bir Türkiye klasiği.
Esas “Türkiye’yi Venezuela yaptığı” iddia edilen olaylar Batı’da olanlar…
İmamoğlu davaları, CHP’li başkanlara kayyım ve tutuklama, Halk TV’ye gözaltı ve tutuklama ve son olarak TÜSİAD yöneticilerinin mevcutlu ifadeye getirilmesi…
Tabii en fazla endişeleri artıran muhalif bir konuşma sonrası TÜSİAD yöneticilerine adı gözaltı olmayan gözaltılar…
İktidar cenahında bile kafalar karışık.
Anlamaya çalışanlar ya da mesleği gereği bunu da bir şekilde savunması gerekenler; tarihten eski defterleri açıyorlar, bu TÜSİAD yöneticilerinin bir dahli olmamış eski günahları sıralıyorlar, dokunulmayana dokunulduğunu söyleyerek yürekleri serinletmeye çalışıyorlar.
Hatta daha ileri gidip, olanı Trump’a, küresel dengelerdeki değişime bağlayanlar bile oldu.
Meğer bu gözaltı olmayan gözaltı, Trump sonrası artık küreselcilerin Türkiye’deki gücünün bittiğini, buradaki ‘adamlarını’ koruyamadıklarını, yeni bir dönem başladığını gösteriyormuş.
Küreselcilerin Türkiye’deki adamları TÜSİAD yöneticileri oluyor.
Peki kimmiş bu küreselciler adamı, dokunulamayan TÜSİAD’çılar?
Gözaltına alınan TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu başkanı Ömer Aras, bir işadamı değil, bir CEO. Eski adı Finansbank olan QNB bankasının yönetim kurulu başkanı. QNB peki neyin açılımı? Katar Ulusal Bankası’nın.
Yani Aras küreselcilere bağlıysa bu küresel güç dost ve kardeş Katar olmalı.
Yine TÜSİAD’ın Elazığ Kebanlı Başkanı Orhan Turan, 1985’de Laleli’de mühendis arkadaşlarının kurduğu ODE (Oğuz-Demirci) adlı şirketin sahibi. İlk dükkanını Beyoğlu Balık Pazarı’nda açmış, yalıtım malzemeleri üreterek zengin olmuş bir işadamı. TÜSİAD üyeliği de yeni. Daha önce TÜRKONFED (Türk İş Dünyası Konfederasyonu) başkanıydı. Şirketinde yabancı sermayeye yok, yerli milli bir işadamı.
Yani bu konunun Trump’la, küreselcilerle, dünyada olan bitenle bir ilgisi görünmüyor.
Bu TÜSİAD da öyle dokunulmaz eski TÜSİAD’a pek benzemiyor. Nihayetinde koluna polis girenlerin soyadı Koç, Sabancı, Eczacıbaşı değil.
Peki, olayların dışarıyla ilgisi yoksa içeride olan neyle ilgisi olabilir?
Mesela çözüm süreciyle bir ilgisi olabilir mi?
Bazılarının iddia ettiği gibi Öcalan’ın beklenen mektubu öncesi, iktidar, PKK ile müzakere ediyormuş gibi görünmemek için böyle bir sis bombası mı attı?
Bu sorunun cevabı basit bir soru. Buna ihtiyacı var mı?
2009’daki Habur ya da 2013’deki Çözüm Süreci’nde değiliz.
O süreçlerin cinsiyle ilgili değil bu kıyas. Kamuoyunun gücü ve son sürecin içeriğiyşle ilgili.
Çünkü kamuoyunun ne dediğinin son yürütülen çözüm sürecinde bir önemi yok. Kamuoyunu ikna etmek için bir çaba da yok.
O yüzden PKK’nın Ankara’da TUSAŞ’a saldırması da, DEM’li belediyelere kayyım atanması da bu süreci durduramadı.
Türkiye’deki hukuk ve demokrasi standartlarıyla, PKK’ya silah bıraktırmak arasında doğrudan bir ilişki yok. Eğer devlet teklif eder ve PKK da “tamam” derse bu iş olacak.
Bu çözüm süreci zaten bir demokrasi ve hukuk cennetinde başlamadı. Bu saatten sonra Demirtaş’ın tutuklanmasından daha ağır ne olabilir?
O yüzden böyle bir ülkede çözüm olmaz diye düşünenler de, olan biteni toplumun önüne bir sis bombası atmakla açıklayanlar da yanılıyor.
Peki ya TV’lerdeki anlamak için fazla beyin hücresi kullanmaya ihtiyaç bırakmayan ana haber spikerlerinin ve bazı yorumcuların dediği gibi bütün bunlar hayat pahallığı, ekonomik sıkıntılar, artmayan maaşları gündemden düşürmek için yapılıyor olabilir mi?
Yine cevabı bir soru: Neden olsun ki?
Herhalde maaşla geçinen herkes hemfikirdir ki; şu anda Türkiye’de herhangi bir büyük siyasi olay, günlük hayatın her anında hissedilen ekonomik sıkıntıyı unutturamaz.
Peki, unutmazsak ne olur ki?
Genel greve mi gidilir? 10 milyon insan sokaklara mı çıkar? Erken seçim olup iktidar mı düşer?
Bunların hiçbir mümkün değilken, iktidarın üzerinde bir seçim baskısı da yokken neden bunu unutturmak için riskli taktikler geliştirmek zorunda kalınsın?
Ayrıca iktidarın bir ekonomi programı var, dünyadaki finans çevreleri ve Türkiye’deki iş dünyası bu programa destek veriyor.
İktidar da bu programın iki yıl sonraki pozitif sonuçlarına siyaseten yatırım yapmış durumda.
Yani ortada iktidar için panik yapacak acil bir durum yok.
Geriye kalıyor son seçenek:
Bütün olanlar CHP’nin adayı ve İmamoğlu’na karşı mı yapılıyor?
Esenyurt, Beşiktaş Belediyesi operasyonlar, Kent Uzlaşısı tutuklamaları, İmamoğlu’na davalar zaten öyle de peki TÜSİAD?
TÜSİAD, genel kuruldaki konuşmaların bir CHP grup toplantısındaki konuşmalardan farkı olmadığı açık. Kartalkaya’dan teğmenlere, Halk TV’den İmamoğlu davalarına kadar uzanan bir eleştiri gündemi muhalefetin gündemiyle birebir aynı. Özellikle hazırlanan slaytlar, emekli CHP’li bir albayın Facebook sayfasında karşımıza çıksa tuhaf bulunmazdı.
Yani TÜSİAD’ın iktidara bir işadamları örgütü değil de bir siyasi hasım hissi verdiği açık.
Ama zaten TÜSİAD’ın CHP’ye yakın olduğu, bir anket konsa Beşiktaş gibi yüzde 90 CHP çıkacağı da sürpriz değil.
Peki, bunu bugün riskli yapan ne oldu?
Ankara kulislerine göre iktidar TÜSİAD’ın ve büyük TÜSİAD üyelerinin İmamoğlu ile birlikte hareket ettiğine, ona maddi ve siyasi destek verdiği düşünüyor. Bu soruşturmayla İstanbul burjuvazisine bir gözdağı verilmiş oldu.
Ama yine aynı kulislere göre ortada bir kurmay aklı, bir hazır plan da yok.
Bu olup bitenler bu ihtiyacı görerek inisiyatif kullanan ve kendini göstermek isteyenlerin işi olabilir.
Ama günün sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın herşeye karar verdiği bir sistemde bu operasyonlar, bütün AK Parti ve medyasının ürettiği siyasetten daha fazla Cumhurbaşkanı’nın işine yarıyor.
Bu da bu operasyonel gücün etkisini artırıyor. Daha fazla güç ve inisiyatif kullanma fırsatı veriyor.
Yani siyasete karşı bürokrasinin alanı açılıyor.
Ankara’dan konuştuğum AK Partili ya da AK Parti’ye yakın isimler olan biteni anlamıyor ve tasvip etmiyor.
Bunlara iktidarın ihtiyacı olmadığını, zaten yeterince güçlü olduğunu söylüyorlar.
Gerçekten de AK Parti iktidarının bugün otoriterleşmede gaza basmasını gerektiren bir acil durum, gelen bir yakın tehdit yok.
Otoriterleşmede gaza basmasına gerek yok, zaten yeterince güçlü.
İmamoğlu için her gün yeni bir soruşturma açılmasına gerek yok. Bir soruşturma sonuç almak için zaten yeterli.
İktidarın karşısında ona baskı yapabilen bir muhalefet yok. Olsa bile ufukta bir seçim görünmüyor.
Mıntıka temizliği için de çok erken.
Ayrıca iktidarın Suriye, Trump, Çözüm Süreci, hatta Avrupa Birliği ile önünde çok avantajlı olduğu ve muhalefetin görünmesinin zor olduğu bir pozitif gündem var.
Ekonomide her şey en azından plana göre ilerliyor.
Bu sayede de yerel seçimlerden sonra ilk defa AK Parti, CHP’nin önüne geçti.
Peki neden şimdi bunları bir tarafa bırakıp Türkiye’yi şimdi Venezuela ve Türkmenistan yapmak istesin?
Yazının sonuna geldik.
Herkes kendi cevabını bulmuştur umarım…