Güzel bir ülkenin sayın bir cumhurbaşkanı o ülkenin iyi bir ses sanatçısının dilini koparmalı mıdır?
Koparmamalıdır.
Dilini koparmakla tehdit etmeli midir?
Etmemelidir.
Hatta o cumhurbaşkanı o ses sanatçısının yaptığını hiç beğenmemiş ve çok derinden inandığı bazı şeyler sorgulanmış da olsa, herhangi bir dile herhangi bir şey yapmalı mıdır?
Yapmamalıdır.
Bu konularda benden farklı düşünen çok sayıda makul insan olacağını sanmıyorum. “Ses sanatçısı dediğinin dili koparılır,” “Dil koparmayan cumhurbaşkanı neye yarar ki?” gibi yaklaşımlar çok kısıtlı çevrelerde rağbet görecektir bence.
Zaten bizim ülkemizin sayın Cumhurbaşkanı da benim gibi düşünüyor olsa gerek ki, NTV televizyonunda, tam kelimelerini hatırlayamıyorum ama “Dil mi? Ne dili? Yok canım, olur mu öyle şey, kim demiş onu? Koparılır mı hiç o?” gibi son derece makul ve inandırıcı sözler etti.
Bu konuda anlaştığımıza göre, ben bu yazıda başka bir tartışmayı gündeme getirmek isterim.
Getirebileceğimi hiç düşünmüyorum; ama yine de denemeye değer.
Virüsün çocukları
Ben şu son iki yılda evrim tartışmasının artık kapandığını düşünüyordum. Pandemi sayesinde herkes “varyant” ve “mutasyon” kavramlarıyla yakinen tanıştı, yeni türlerin nasıl ortaya çıktığını öğrendi. Unutmayalım, zaten Darwin’in ünlü kitabı tam da bu soruyu cevaplamak amacıyla yazılmıştı: Yeryüzündeki milyonlarca farklı tür nasıl oluşmuştur? Kitabın adı da bu nedenle Türlerin Kökeni.
Artık herkes meseleye Darwin gibi bakıyor. Covid-19 hastalığına yol açan bir canlı türü var. Bu tür bir değişiklik geçiriyor, Omicron adını taktığımız farklı bir tür ortaya çıkıyor.
Bu süreci biraz daha ayrıntılandırayım isterseniz:
Her çocuk (insan çocuğu, tarla faresi çocuğu, pırasa çocuğu) nasıl bir yaratık olacağını belirleyen genlerinin yarısını anneden yarısını babadan alıyor; anne ve babanın genleri kopyalanıp çocuğa geçiyor. O nedenle tarla faresinin oğlu tarla faresi oluyor ve ben babama çok benziyorum.
Genler kopyalanıp çocuğa geçerken bazen fotokopi hataları oluyor. Bir gen ‘mutasyon’a uğruyor, farklı geçiyor çocuğa. O gen önemsiz bir gen olabilir, o zaman pek bir şey değişmiyor. Ama çocuğun önemli bir özelliğinin değişik olmasını sağlayan bir gen de olabilir; o zaman çocuğun rengi farklı, boyu uzun veya dişleri sivri olabilir.
Bu farklılık nedeniyle çocuk çevreye daha zor uyum sağlayarak yaşam mücadelesinde sorunlu hâle gelebilir. O zaman zaten erken ölür, üreyemez ve o gen yok olur gider. Ama tersi de olabilir. Rengi değiştiği için onu yiyen hayvanlara görünmez hâle gelebilir, boyu uzadığı için daha yüksekteki yapraklara erişiyor olabilir, dişleri sivri olduğu daha iyi avlanabilir. Yani çevresine daha uygun, yaşam mücadelesinde daha avantajlı bir duruma gelebilir. O zaman uzun yaşar, daha çok ürer ve zamanla o gen nüfusun bütününde mevcut olur. Yeni bir hayvan türü çıkmıştır ortaya. Daha iyi, daha kötü filan değil, çevreye daha uyumlu bir hayvan.
‘Doğal seçilim’ olmuştur.
Gen mutasyonları hep oluyor. Çoğunun hiçbir sonucu yok. Ama yaratığın doğal çevresine daha uyumlu olmasını sağlayan mutasyonları doğa, bir anlamda, “seçiyor”.
Evrim süreci aşağı yukarı bundan ibaret.
Virüsler bizim gibi yılda bir üremiyor ve ürediğinde tek bir çocuk doğurmuyor. Hergün üreyip milyonlarca çocuk üretiyor. Dolayısıyla, çok sayıda mutasyon oluyor. Ve bunlardan epey bir kısmı virüse yeni bir avantaj kazandırıyor, çevreye (yani insan vücuduna) daha uyumlu ve biraz farklı bir virüs haline gelmesini sağlıyor. Virüs evrimleşiyor.
Grip veya Covid-19 gibi basit bir sorunla, üstelik nedenini gayet iyi bildiğimiz bir sorunla, bu yüzden bir türlü başedemiyoruz. Bir ilaç buluyoruz, “Tamam, bu sefer oldu” derken, herif değişiveriyor, bulduğumuz ilaçtan etkilenmeyen farklı bir virüs haline geliveriyor. Ve biz “Tüh, yeni bir varyant çıktı!” diyoruz.
Papa Francis
Evrim teorisi, bir türden bir başka türün nasıl çıktığını izah eder. İlk tek hücreli canlının ortaya çıkışı evrimle ilgili bir şey değildir. Dolayısıyla, ilk canlıyı Tanrı’nın yarattığına, bundan sonraki sürecin ise evrimle açıklandığına inanmak mümkündür. Nitekim, Papa Francis 2014 yılında Papalık Bilim Akademisi’nde yaptığı bir konuşmada tam da böyle bir yaklaşımı öne sürmüştür.
Burada mantık veya tutarlılık açısından hiç sorun yok.
Ne var ki, insanlığın Adem ve Havva ile başladığına inanmak ve aynı zamanda evrim teorisinin ışığında Covid-19 aşısı imal etmeye çabalamak tutarlı değil. Ya Adem’i, Havva’yı, tüm canlıları ve bu meyanda Omicron varyantını Tanrı yarattı diyeceğiz, ya da bu canlıların hepsi için bilimsel bir açıklama olduğunu düşüneceğiz ve bu açıklama temelinde bilimsel araştırmalar yapacağız.
Bunlar işin bilimle ilgili yanı. Toplumsal/siyasal yanı ise bence daha önemli. Şöyle:
Kimse tutarlı olmak zorunda değildir. Herkes her istediğine inanmakta özgürdür. Kimse inançlarının doğruluğunu kanıtlamaya mecbur değildir.
Ama aynı zamanda herkesin bir şeylere inanmama ve tehdit edilmeme hakkı vardır.