Arap Baharı ve Suriye krizinin bir numaralı kazananı kimdir diye bir soru sorsak, herhalde herkes tartışmasız “İran” diyecektir. İran’dan sonra ikinci kazançlı ülke ise Rusya’dır. Zira Rusya’nın Suriye meselesinin çözümünde sahadaki bir numaralı aktör haline geldiğini gördük. Amerikalılara gelince; ABD’nin IŞİD’in bölgede yenilgiye uğratılmasında en önemli rolü üstlendiği tartışılmaz bir gerçekse de, IŞİD sonrası dönemin ve bölgenin yeniden yapılandırılmasında nasıl bir politika benimsediği pek net sayılamaz. ABD, IŞİD karşıtı mücadelede en yakın ortağı olarak bilinen Kürtleri bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Oysa Kürtleri ve Sünni Arapları Irak’ın İran denetimindeki Şii yönetimlerinin insafına terk etmenin, herhalde bölgede istikrarı tesis etmeye yaramıyacağını bilecek kadar tecrübeye sahipti.
Ortadoğu, kaynayan kazan
Dünyanın hiçbir yerinde kolaylıkla gözlenemeyecek gelişmeler, Ortadoğu’da çok kısa bir zaman aralığında yaşanabilmekte. Kerkük gibi dünya petrollerinin yüzde 6’sının üzerinde oturan bir kent, bir gecede İran’ın eline geçebiliyorsa, bölgede beklenmeyen gelişmeler her an patlak verebilir demektir. İran petrol üretiminde, özellikle altyapı açısından ciddi sıkıntılar yaşamaktaydı. Irak, İran’ın bu açıklarını kapatmak bakımından önemli bir destek sunacaktır.
Suudi Arabistan’daki taht kavgaları, Lübnan Başbakanı Hariri’nin istifası ve Yemen’den Suudi Arabistan’a “fırlatılan füze,” bölgede Arap Baharı’ndan bu yana gözlenen vekâlet savaşlarının seyrini daha tehlikeli bir boyuta taşıyabilir. İran ile Suudi Arabistan arasında uzun zamandan beri mezhep eksenli bir soğuk savaş yaşanmaktaydı. İki ülke de bu soğuk savaşlarını Yemen ve Suriye üzerindeki vekâlet savaşları boyutunda devam ettirdi; ancak yeni süreç bu aktörlerin daha farklı şekillerde hesaplaşmalarını zorunlu kılabilir.
İsrail Başbakanı Netanyahu, Eylül ayında Birleşmiş Milletler 72. Genel Kurul çalışmaları kapsamında yaptığı konuşmada şöyle bir ifade kullandı: “İsrail İran’ın Suriye'de kalıcı askeri üsler kurmasını ve Suriye’de veya Lübnan’da ölümcül silahlar üretmesini önlemek için harekete geçecektir.” İran’ın beşinci kolu niteliğindeki Hizbullah, Kerkük operasyonunda da İran ile kolkola hareket etti. Gelinen aşamada İran sadece Suriye ve Lübnan’da askeri üsler kurmakla yetinmemekte; bütün bu bölgelerin Tahran’dan yönetildiğini artık herkes görüyor.
İran’ın Suriye ve Lübnan’daki pozisyonunu büyük bir özgüvenle güçlendirmesi, hattâ Lübnan üzerinden İsrail’e komşu olması, İsrail açısından ciddî bir ulusal güvenlik sorunudur. Tabii bu durum en az İsrail kadar Suudi Arabistan’ı da rahatsız etmekte. Suudi Arabistan’daki son “taht kavgası”nı, ülkenin savaş öncesi seferberlik durumu şeklinde okumak gerekir.
Aslında bütün bu olup bitenler dikkatle gözlemlendiğinde, galiba en zoru ABD ve Türkiye’nin İran politikasını anlamak oluyor. Bir Türk atasözü, “bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü” der. Hakikaten Türkiye, kendi sınırları dışında kalan bütün Kürtleri neden bir anda İran’a bıraktı? 1514 – 1823 yılları arasında Osmanlılar ile İran arasında 13 büyük savaş gerçekleşti ve bütün bu savaşlarda Kürtlerle Türkler birlikte hareket etti. Tarihi Türk- Kürt ittifakı ve kardeşliği o kadar derindir ki, eğer 1514’te İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’i doğu seferine ikna etmemiş olsaydı, belki de Osmanlı Arabistan’ı almaz; tarih boyunca batıya doğru hareket eden Türkler, bugün bir Avrupa devleti olarak yollarına devam ederdi. Ancak bugün Türkiye’nin ilk defa, kendi sınırları dışındaki bütün Kürtleri İran’a havale ettiğini görüyoruz. Ben işte bu noktayı halen de çözmüş değilim. Şüphesiz bu durum birkaç milliyetçi refleksle açıklanmayacak kadar derin. Basit bir analitik tarih okuması, Osmanlı’nın batıya yönelik her seferinden sonra İran’ın mutlaka arkadan saldırdığını gösterir. İran’dan sonra Osmanlı’nın dağılmasına yol açan ikinci güç Rusya’dır ve bana göre bu dağılma serüveninde Batı üçüncü sırada kalır.
Belki biraz iddialı olacak ama bana öyle geliyor ki, eğer Kürtler (şüphesiz ağırlıklı olarak Kürtler) ve Araplar olmasaydı, İranlılar Türklerin Orta Asya’dan çıkarak Anadolu’ya ve batıya doğru ilerlemesine müsaade etmezdi. Tarihteki İran-Turan savaşlarını unutmayalım.
İran, Pers İmparatorluğu sınırlarına doğru genişlerken
Tabii ABD’nin Kürt politikasını da anlayabilmiş değilim. ABD yıllardır İran’a karşı kendi ayakları üzerinde durabilecek bir Irak’ın mücadelesini verdiğini söylemekte. Ancak Kerkük’ün bir gecede İran’a geçmesi, ABD’yi hiç rahatsız etmişe benzemiyor. Trump, her fırsatta İran’a yönelik sert tedbirlerin hayata geçirileceğinden söz ediyor; ancak İran “Şii Hilali”ni tamamladı ve İsrail’e komşu oldu bile. Ya Bağdat, Şam, Kerkük ve son olarak da Lübnan’ın İran’ın birer valiliğine dönüşmesinden Amerika rahatsız değil, veya başka bir planı, başka bir hesabı var gibi.
1997’de Kudüs Gücü’nün başına getirilen Kasım Süleymani, Mayıs 2011’de İran’ın Kum kentindeki Hakkani medresesinde öğrencilere verdiği seminerde, İran’ın Suriye’ye müdahalesi ve Arap Baharı’na yönelik politikasını şöyle ifade ediyordu: “Bugün, İran’ın zafer ya da yenilgisi artık Mihran veya Hürremşehr’de belirlenmiyor. Sınırlarımız genişledi. Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye’de zafere şahitlik etmek zorundayız. Bütün bu gelişmeler İslam Devrimi’nin meyveleridir.” Kasım Süleymani sonraki konuşmalarında “eğer Suriye kaybedilirse, Tahran elde tutulamaz” da dedi. Süleymani’nin Mısır, Lübnan ve Suriye’nin adını vererek “sınırlarımız genişledi” demesi başlı başına anlamlıdır. Zira bu ülkelerin Pers İmparatorluğu (MÖ 558-330) sınırları dâhilinde yer aldığını unutmamak gerekir. Tabii Anadolu’nun ve Kürt coğrafyasının tamamı da aynı dönemde Pers İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalıyordu. İkinci Pers İmparatorluğu olarak adlandırılan Sasani devleti de (MS 224-651) Suriye ve Irak topraklarının çoğunu kapsamaktaydı.
Tam bu makaleye noktayı koyup bitirecekken, İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan’ın bir açıklaması internette dolaşımaya başladı. Hüseyin Dehkan’ın şöyle söylediği yazılıyor: “Irak artık hiç bir zaman bir Arap ülkesi olmayacak. Bütün Arapların geldiği yere geri gitmesi gerekiyor. Musul’dan Basra’ya kadar. Buralar bizim toprağımız. Artık onları susturacak Irak’ta Haşdi Şabimiz var… Arap önder ve egemenleri uyarıyorum. Saddam’ın kaderi Körfez ve Suudi iktidar güçleri için iyi bir örnektir… Eskisi gibi büyük bir güç olacacağız. Bölgenin en büyük gücü olduğumuzu bilmeniz gerekiyor. Irak, Afganistan, Bahreyn, Suriye ve Yemen yakında kucağımıza geri dönecek.”
Ortadoğu’yu zor günler bekliyor.