Önümüzdeki yıllarda dünya İran’la yatacak, İran’la kalkacak. Ortada, böyle düşünmemizi gerektiren üç önemli sebep var.
* Yeni Ortadoğu düzeninde Batı’nın (özellikle ABD’nin) iki en önemli stratejik partneri Suudi Arabistan ile İsrail’in zayıflatılmış bir İran’a ihtiyaç duyması; istikrar ve güvenliklerini buna endekslemeleri.
* İran’ın Irak, Suriye, Filistin ve Yemen’de engelleyici bir pozisyonda olması; bunun yeni Ortadoğu düzenini tehdit etmesi.
* İran’ın sahip olduğu petrol ve doğal gaz kaynaklarının, küresel enerji şirketlerinin iştahını kabartması. Bu iştah ve arzunun temsilcisi Rex Tillerson’ın, ABD Dışişleri Bakanı sıfatıyla Beyaz Saray’da Trump üzerinde etkili bir konumda bulunması.
Adım adım gerginlik inşa edilecek
Önümüzdeki iki yılda muhtemelen şöyle bir gelişmeler silsilesi izleyeceğiz:
* ABD, İngiltere, İsrail ve Suudi Arabistan, İran’a yönelik söylemlerini sertleştirecek. Böylece İran, aynı dille karşılık vermeye provoke edilecek.
* Yeni ekonomik yaptırımlar gündeme getirilecek.
* AB’nin olası itirazlarının önüne geçmek için uluslararası konsensus tesis edilmeye çalışılacak. Bu kapsamda İran’ın Yemen, Suriye, Irak, Lübnan, Filistin ve Suudi Arabistan’da terörizmi desteklediği seslendirilecek. Yemen’de, Basra Körfezi’nin Hürmüz Boğazı’nda, Suriye ve Irak’ta İran’ı zor durumda bırakacak oldu bittiler yaratılacak,
Bu gelişmeler karşısında Türkiye ne yapacak? Daha doğrusu, nasıl bir strateji belirleyecek?
En rasyonel politika ne olabilir?
Türkiye’nin önünde iki yol var. Ya ABD, İngiltere, İsrail ve Suudi Arabistan koalisyonu içinde yer alacak. Ya da bağımsız bir konuma geçerek, İran ile karşısındaki koalisyon arasında arabulucu olacak.
Şimdi, bu tercihlerden bağımsız olarak, Türkiye’nin önünde kendisine optimal yarar getirecek ne tür seçenekler var; ona bakalım.
* Türkiye’nin ülke menfaatleri için en rasyonel seçenek “istikrarlı İran” seçeneğidir. Halihazırda Türkiye İran’a 3,6 milyar dolarlık ihracat yapıyor. Toplam ticaret hacmi 9 milyar dolar. İran’da 200 civarında Türk şirketinin 2,1 milyar dolarlık yatırımı var. Geçen yıl iki ülke ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkarmakta anlaştı. Eğer İran’daki istikrar bozulursa Türkiye bu imkândan yoksun kalacak.
* İran’ın liberal bir düzene kavuşması, mezhepçi bir çizgiden uzaklaşması, bölgeye istikrarsızlık değil istikrar ihraç eder hale gelmesi, Türkiye’nin en büyük arzusu olmalı. Türkiye’nin komşusunu bu yönde teşvik etmesi kaçınılmaz. Ancak bunun için İran’ın iç işlerine karışması, taraf olması gerekmiyor. O yüzden, ABD ve Batı’dan (Suriye olayının başlarındaki gibi) bu yönde gelecek taleplere kapıları kapatmalı.
* Türkiye bir taraftan ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine odaklanırken diğer taraftan iki ülkenin “ortak tehdit” karşısında işbirliği yapması için de çalışabilir. Türkiye ve İran “bölgenin kaderinin dış güçlere bırakılmaması” için bir strateji de geliştirebilir. İki komşu ülkenin AB ile istişare çerçevesinde işbirliği ve güç birliğine gitmesi, iki ülkenin lehine olan en gerçekçi seçenek.
Ya reel politik şartlar?
Niyetler düzeyinde böyle düşünmek güzel olabilir; ancak reel politik şartlar düzeyine inildiğinde beklentiler imkânsızlaşabilir. ABD, İngiltere, İsrail ve Suudi Arabistan, Türkiye’den İran için (İran’a karşı) kurulacak koalisyona katılmasını isteyebilir. Türkiye itiraz ederse çok ciddi siyasal, ekonomik ve ideolojik “teşhir” baskılarına maruz kalabilir. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşleri Bakan Yardımcısı Vekili Jonathan Cohen, Türkiye’nin İran ve Suriye konusunda Amerika ile daha derin diyaloga ihtiyacı olduğunu belirterek, böyle bir ilişkinin stratejik partnerliğin temelini genişletme imkânı sunacağını belirtti; gelecekte Türkiye’nin takınacağı tutumun kendileri için önemli olduğunu hissettirdi.
Türkiye’nin ABD öncülüğündeki dörtlü koalisyonu AB ile dengelemesi, İran’ı küresel güvenlik ihraç eden ülkeye dönüştürmek için çalışması, bu konuda komşusuna yardımcı olması en kabul edilebilir seçenek. Ancak şartlar Türkiye’yi Amerika, İngiltere, İsrail ve Suudi Arabistan koalisyonu içinde yer almaya mecbur ederse, Türkiye kendi çıkarları açısından şu “olmazsa olmaz”ları gerçekleştirmek için çalışmalı:
(1) Türkiye koalisyon içinde kalsa bile koalisyonun şahini rolünü üstlenmemeli, İran’la iletişimi sürdürmeli. Zira, iletişim kanallarının açık tutulması suretiyle hem bölgesel pozisyonlardaki farklılıkların derinleşmesinin önüne geçilebilir, hem de potansiyel ortak noktalar tespit edilebilir.
(2) Türkiye sadece ekonomik açıdan, Irak krizi ile 27 yılda toplam 300 milyar dolar, Suriye krizi ile 7 yılda toplam 200 milyar dolar zarar etti. Benzer şekilde, İran krizi de Türkiye’ye yılda 30 milyar dolar zarara yol açar. Türkiye koalisyona katılacaksa bu zararları telafi edecek imkan ve yeteneklere erişimi olmalı. Veya koalisyon bu zararları telafi edeceğini garanti etmeli.
(3) İran krizinin, Kürt sorununun çözümünü besleyecek bir dinamiğe dönüştürülmesi sağlanabilir. Türkiye, ABD ile İran’ın uzlaşmasına yardımcı olmayı, ABD’nin PKK üzerindeki nüfuzunu artırarak PKK’ye silah bıraktırması şartına bağlayabilir. Aksi halde, Kürt sorunu çözülmeden İran devlet düzeninin geri dönülmez şekilde zarar görmesi, Türkiye’deki Kürt sorununu (tıpkı Irak ve Suriye krizleri gibi) çok olumsuz etkileyecek. O yüzden Türkiye’nin İran krizine ne yapıp edip Kürt sorununu çözerek (çözebilecek şekilde) girmesi zorunlu.
(4) Muhtemel bir İran krizinde Amerika, YPG’yi Rojhilat’ta (yani İran’daki Kürt coğrafyasında) da, Rojava’dakine benzer bir görev üstlenmesi için teşvik edebilir. YPG’nin ısı güdümlü uçaksavarlar, tanksavar füzeleri ve zırhlı araçlarla donatılması, bu ihtimalin düşünüldüğünü akla getiriyor. Rojhilat ve Rojava’da egemenlik kurmuş bir PKK-YPG, Türkiye’nin ulusal güvenlik çıkarları için bugünkünden çok daha ciddi bir tehdit haline gelebilir. Bu yüzden Türkiye, Rojhilat’ta YPG yerine diğer Kürt örgütlerinin güç ve nüfuz kazanmasını koalisyona şart koşabilir.
İran krizi Türkiye için hem bir fırsatlar hem de bir dezavantajlar ıskalası yaratıyor. Türkiye, Suriye derslerini de göz önünde bulundurarak, daha şimdiden, yumurta kapıya dayanmadan avantajlarını artırıp dezavantajlarını azaltacak yaklaşımlar geliştirmek, bir pozisyon belirlemek durumunda.